'Deniz Gezmiş'e ne yapacağız diye sordum, napacağız kaçacağız dedi'
Tuğrul Eryılmaz'ın Asu Maro'yla yaptığı uzun söyleşi ‘68’li ve Gazeteci’ adıyla raflardaki yerini almıştı. Eryılmaz kitapta 68'li olmaktan Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan'la anılarına, oradan gazetecilik ve babalık serüvenine kadar geniş bir yelpazede yaşanmışlıklarını-tanıklıklarını anlatıyor.
Kitabıyla ilgili Hürriyet gazetesinden Oskay Çınar'a konuşan Eryılmaz, Deniz Gezmiş'le olan anısı, "Faşistler Siyasal’ı basacak" diye haber geldi. Bizden herkes mitingde, Deniz yukarıda yatıyor. "Ya Deniz" dedim, "Baya kalabalık bir grup Dikimevi, Dörtyol’dan geliyorlarmış. Nasıl bir önlem alalım?" "Bomba atarız" diye başladı, sonra "Salak, ne yapıcaz, kaçıcaz!" dedi. Hayatta aldığım en güzel derslerden biridir" sözleriyle anlatıyor. Eryılmaz'ın, Çınar'ın sorularına verdiği bazı yanıtlar şöyle:
- Kitabın adı ‘68’li ve Gazeteci’. Bunlar senin kimliğin mi?
- Murathan (Mungan) mesaj göndermiş, "Neden adını ‘Solcu ve Fakir’ koymadınız" diye! Bazı arkadaşlarım ‘Çıngıraklı Yılan’ı önerdiler fakat İletişim Yayınları "Zaten yeterince hafif, daha fazla hafifletme" diyerek bunu koydu.
- 68’lilikle başlayalım. Bize anlatılan, dünyadaki 68’in kültürel boyutunun ıskalandığı, katı siyasi bir dönemdi. Senin Mülkiye yılların öyle değil, epey renkliymiş hayatınız.
- Dünyadan etkilenmeyi becerebildik. Mülkiye’nin büyüklüğü buradan geliyor. Merak ediyorsun; diğerleri hangi müziği dinliyor, kadın-erkek ilişkilerini nasıl yaşıyor... 68’de yumuşaktı bir sürü şey, 1969’da başladı kıyametin kopması.
- Ne oldu?
- Çok çabuk aşırı siyasileştik. Birey olmanın, genç olmanın havasına giremeden bu çöktü üzerimize. 1970’e gelindiğinde olay tamamen hiyerarşik olmuştu. Kendi geçmişimden utanmasam şunu diyeceğim: Neredeyse Stalinist olduk! Halbuki Batı diye başlamıştık.
- Neden böyle oldu? Sebep kültür mü?
- Kültür tabii. Sandığımız kadar Batılı değiliz. Bunu önyargısız söylüyorum, ne iyi ne kötü. Ya biz Ortadoğuluyuz, onu keşfediyorsun. Bir lanet! Bir türlü olamıyorsun bir şey. 18-19 yaşındayız; eğlenmekten, sevmekten utanmak, gizli yapmak kadar kötü bir şey olabilir mi! Ama koşullar çok ağırdı. Ankara Siyasal’a girdim, komandolar polis eşliğinde bastılar okulu. Ancak bir araya gelerek karşı durabiliyorsun.
-Yine de Ankara çok güzelmiş. "Brüksel gibi, Prag gibi bir başkentti" diyorsun.
- Yahu İzmir’de bile iki tane pastane biliriz biz. Ankara’ya gidip Kızılay’a çıktığım zaman... Angora var, Milka var. Hayatımda ilk kokteylimi Ankara’da içtim; adı ‘Blue Diamond’. 5 liraydı, giderdik ve içerdik. Toplu halde Devlet Tiyatroları’na giderdik. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun hiçbir oyunu kaçmazdı.
- O zaman Ankara’ya bozkır filan demiyordunuz yani...
- Vallahi de demezdik! Hiçbir şey olmasa Gençlik Parkı’na gidip mini golf oynardık ya! Diskotek vardı. Modern, As Diskotek, Gazanfer... Genç bir adam, kadın için çok önemli. Bir tek orada öpüşebiliyorsun, karanlık!
- 50-60 kişilik partiler verirmişsin, "Şimdi vermeye cesaret edemem" diyorsun.
- Ankara’nın bütün numarası ev partileridir, müthiştir. Kızılırmak’ta 60 metrekarelik bir evdi. Sene 68-69 olmuş, hocalarla aramızdaki buzlar tamamen erimiş. Ünsal Oskay’dan tut Taner Timur’a, Yavuz Sabuncu’ya, hepsi gelirdi. Demokratikleşiyorduk, güzeldi. Ama biz hayatı çok siyasi almak zorunda bırakıldık. Amerika’da Kent Üniversitesi’nde de insanları öldürdüler ama o, orada bir şeyleri kesmedi.
-Burada darbe oldu zaten sonunda.
- Temiz aklınla "Karşı durmalıyım bunlara" diyorsun. Ama bir de genç bir adamsın, kadınsın, "Hayat böyle geçer mi" diyorsun. Batı’da bunu yaşayabildiler. Yiğit yoldaşlarımız, önderlerimiz... Çok doğru, çok güzel. Ama dünya tatlısı adamlar, kadınlardı; 25’lerini, 30’larını göremeden öldü bu insanlar.
-Deniz Gezmiş su dökermiş kafandan aşağı...
- İstanbul Hukuk’taydı. Arada gelir, "Oğlum çok şanslısınız, herkes solcu burada. Gelip nefes alıyoruz" derlerdi. İki kez yatarken başıma su döktü. İlkinde şaşırdım, ikincide bir şey demeden terk ettim orayı.
- Ama komik biçimde değil mi?
- Tabii! "Bunlar burjuva, daha temiz. Bunların yatağında yatacağım" derdi. Hep bir mizahımız oldu bizim. Hep hayata kahretmedik abi, sonradan arabesk oldu millet!
- Anın var mı Deniz’le?
- "Faşistler Siyasal’ı basacak" diye haber geldi. Bizden herkes mitingde, Deniz yukarıda yatıyor. "Ya Deniz" dedim, "Baya kalabalık bir grup Dikimevi, Dörtyol’dan geliyorlarmış. Nasıl bir önlem alalım?" "Bomba atarız" diye başladı, sonra "Salak, ne yapıcaz, kaçıcaz!" dedi. Hayatta aldığım en güzel derslerden biridir.
BABA OLMAK İÇİN ÇOK SAĞLAM HETERO OLMAK ZORUNDA DEĞİLSİN
- Oğlun Hüseyin (Özdemir) bizim Milliyet’ten arkadaşımız. Ne acayip hikâyeymiş, bilmiyordum. Babasını tanıyormuşsun, vefat etmiş. Sonra neden çocuğun olmasını istedin onun?
- İçimden birdenbire "Bende bir şeyler var, birine aktarmalıyım. Baba olmazsam delireceğim" dedim, garip bir şey. Hüseyin konusunda ettiğim kavga, Allah muhafaza yani... Aman söyleyeyim de kurtulayım ya; ille de çok sağlam bir hetero olmak zorunda değilsin baba olmak için! Anladın mı? Yok öyle bir şey abicim.
- Peki o nasıl baktı?
- İki sene beni öldürdü. 10 yaşındaydı. Üç sene boyunca bütün ayakkabıları, giysileri hep Londra’dan geldi. Nasıl bir rüşvet! Çünkü Hüseyin beni sevmezse hayatım bitecek! İki sene sonunda babalığımın meyvelerini toplamaya başladım.
- Bugün nasıl ilişkiniz?
- Şikâyetim var: Bana torunumu fazla göstermiyorlar. Asya’yı alıp parka gidiyorum. 20 dakika sonra gelinim Gülizar arkamda. Yahu ben bunak mıyım o kadar? Ödleri patlıyor, düşüreceğim, abuk sabuk çikolatalar alacağım diye... Alıyorum zaten. Ayol, hangi çocuk rüşvetsiz büyür!