Genç şair Ömer Burçin Özkişi: Bu karanlığın yarılacağına inancım tam

Genç şair Ömer Burçin Özkişi: Bu karanlığın yarılacağına inancım tam
'Şiir bir kez okunup tüketilmiyor. Her okuduğunda yeniden üretiyorsun o metni. Ölümsüz bir yanı var kısaca ki bu bence büyüleyici.'

Nazlı Eda PİYADE


ARTI GERÇEK- "Anlayacağız hiç yaşamamışız bugüne kadar, cemre gerçekten düşecek ve toprak işgal edilmiş her santimiyle özgürleşecek" diyerek başlıyor sözlerine Şair Ömer Burçin Özkişi. Suruç’ta katledilen 33 gence selam gönderiyor, Haziran’ı unutmuyor, Remzi Basalak’ın devirdiği masayı anımsatıyor. Toplumsal belleği taze tutarken aşktan ve yaşamdan dizeler sunuyor. 

Geçtiğimiz ay ikinci şiir kitabı olan "Zamanın Kül Dediği" Anima Yayınları’ndan çıkan Ömer Burçin Özkişi ile şiiri konuştuk.

Yeni kitabını, "toplumsal eşitliğin kurulacağı bir dünyaya olan inancı aktardığını" söyleyerek tanıtan genç şair, "Bu karanlığın yarılacağına inancım tam" diye ekliyor. Özkişi, "Şiir bir kez okunup tüketilmiyor. Her okuduğunda yeniden üretiyorsun o metni. Ölümsüz bir yanı var kısaca ki bu bence büyüleyici" sözleriyle şiirin kendi hayatındaki yerini de tanımlıyor.

‘SON 5 YILDIR ŞİİR HAYATIMIN MERKEZİNDE’

Ömer Burçin Özkişi için şiir nasıl başladı? Neden şiir?

Lise yıllarımda başladım şiir yazmaya. O dönemki kız arkadaşıma şiirler yazıyordum daha çok. Duygularımı aktarmanın en kestirme yoluydu şiir o zamanlar benim için. Hoş sonrasında da böyle oldu gerçi. Şiir okumayı seviyordum, bu bir gerçek. Nazım Hikmet ve Ahmed Arif okuyordum hatırladığım kadarıyla. Bir de babamın evinde elime geçen, Ahmet Telli’nin ‘Yangın Yılları’ kitabını iyi hatırlıyorum. Yine de ne kadar anlayıp üzerine ne kadar düşünüyordum tartışılır. O zamanlar bir adım atmıştım; şiirle tanışmış, şiiri sevmiş ve ufak ufak yazmaya başlamıştım. Çocuksu şeylerdi çoğunlukla yazdıklarım. Bunun doğal olduğunu düşünüyorum o yaşlar için.

Üniversitede daha çok şiir okumaya ve yazmaya başladım. Yeni şairler tanıyordum. Bu alanda benden çok daha donanımlı insanlarla tanışma fırsatım olmuştu üniversitede. ‘Birinci Yeni’cileri zaten az çok biliyordum fakat Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi şairlerle ilk kez tanışma şansım olmuştu. Çok da severek okudum her birini. Fakat asıl olarak Arkadaş Zekai Özger’in ‘Sevdadır’ ve tabii ki çok büyük saygı beslediğim Adnan Yücel’in ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ adlı kitaplarını okuduğumda şiire bakışım değişti büyük ölçüde. Büyüleyiciydi şiirleri bana göre. Artık şiirden vazgeçmek pek olası değildi. Son 5-6 yıldırsa şiir hayatımın merkezinde diyebilirim. Son dönem özellikle Ahmet Erhan benim şiire daha bir şevkle sarılmamı sağladı, anmadan geçemeyeceğim.

‘ŞİİRİN ÖLÜMSÜZ BİR YANI VAR’

Neden şiir sorusuysa cevaplaması zor bir soru. Bunun üzerine ben de çok defa düşündüm zira hiç öykü ya da roman yazma girişimim olmadı. Hep şiir yazdım bugüne kadar. Şiirin bana çekici gelen yanını şöyle anlatabilirim belki; şiir kısıtlı bir alanda dolaylı bir anlatımla ve daha ziyade sezdirerek derdinizi anlatmaya zorluyor sizi. Hayal gücünün sınırlarının zorlandığı, anlamın çoğu zaman üstü kapalı bir şekilde aktarıldığı ve imgelerin dünyasında sözcüklerle bir öz-biçim birlikteliği inşa etmeye uğraşılan bir sanat türü benim anladığım kadarıyla.

Bir öyküyü ya da romanı birden çok kez okumam genelde. Ama şiir, bahsettiğim sebeplerden ötürü olsa gerek, defalarca kez okuduğum, her seferinde ayrı tat aldığım bir edebiyat dalı. Sanırım diğer her şey bir yana en çok da bu çekiyor beni şiire. Şiir bir kez okunup tüketilmiyor. Her okuduğunda yeniden üretiyorsun o metni. Ölümsüz bir yanı var kısaca ki bu bence büyüleyici.

‘BASKININ ARTTIĞI DÖNEMDE ÜRETİM DE GERİLİYOR’

Gerek edebiyat dünyasında gerek müzik dünyasında üretimin kısıtlı ilerlediğine dair bazı eleştiriler yapıldığını görüyoruz. Genç bir şair olarak bu konuda ne düşünüyorsun? 

Öncelikle müzik konusunda büyük laflar etmeyi haddime görmesem de belki şiir açısından birkaç düşüncemi aktarabilirim. Atilla İlhan’ın ‘İkinci Yeni Savaşı’ adlı kitabında belirttiği önemli olduğunu düşündüğüm bir argümanı var. Şöyle diyor Atilla İlhan: "Birinci Yeni İnönü Diktası’nın, İkinci Yeni Menderes Diktası’nın şiiridir."

Bu argümana katılırsınız yahut katılmazsınız ayrı bir konu fakat bana kalırsa önemli bir açılım sağlıyor. Sanatın ve özel olarak edebiyatın toplumcu içeriğinden koptuğunda altının bir ölçüde boşalacağını düşünenlerdenim. Baskının arttığı koşullarda edebiyat üretiminin de gerilediğini çünkü yazarın/şairin genellikle bu baskı dolayısıyla metninin alanını daraltıp, içine kapandığını düşünüyorum. Umutsuzluk, karamsarlık ve koyu bir bireycilik metne hakim oluyor. Tabii ki istisnalar var, buna direnen ve en güzel eserlerini bu baskı ortamında verenler var. Aklıma ilk gelen ki benim için değeri çok büyüktür Adnan Yücel. Bireysel şiir yazılmasına itirazım yok. Çok iyi örnekleri de var bence. Ama salt buna indirgenirse şiir o zaman kısırlaşıyor kanımca.

Örneğin 1980 askeri faşist darbesinin ardından gelen karanlık yıllarda edebiyat dünyasının büyük darbe aldığını düşünüyorum. Şiir özelinde de bu böyle fikrimce. Şimdilerde yaşadığımız politik ortam 80’li yıllardaki baskı ortamından daha aşağı kalır değil. Faşizm hala hüküm sürüyor. Toplumsal muhalefetin sürekli baskı altında tutulduğu, muhaliflerin ve özel olarak devrimcilerin hapishanelerde tutsak olduğu bir süreçte, edebiyat ya tüm bu süreçlere gözünü kapatarak kısırlaşıyor ya da bu karanlığı yarmaya çalışırken elde bir silah oluyor ve kendini bu kısırlıktan kurtarabiliyor. En azından ben böyle düşünüyorum.

‘BU KARANLIĞIN YARILACAĞINA İNANCIM TAM’

Bir şiirinde "Toprak işgal edilmiş her santimiyle özgürleşecek diyorsun". Nedir senin için bu özgürleşme?

"Reddiye" adlı şiirimin son dizesi bahsettiğiniz dize. Çok açık bir şekilde ifade etmek benim sorumluluğum, bu karanlık günlerde. Bu karanlığın yarılacağına inancım tam. Ne zaman aydınlığa kavuşuruz bunu elbette kestirmek pek mümkün değil ama biraz Marksizm okumuş biri bunun hep böyle gitmeyeceğini, sınıfsal çelişkiler keskinleştikçe baskının arttığını fakat bunun karşıtını da yarattığını bilir. Komünist bir dünyanın kurulacağına olan inancımı ifade ediyorum bu dizede.

Tüm ulusal çitlerin yıkılacağı, sömürgelerin ve ilhak edilmiş ulusların özgürleşeceği, sadece insanlığın değil, doğanın ve hayvanların da özgürleşeceği, nihayet sınıfların ortadan kalkacağı ve bir baskı aygıtı olarak devletin sönümleneceği bir dünyaya olan inancı... Birileri bunu ütopya olarak görebilir. Geçmiş sosyalizm deneyimlerine -ki iyisiyle kötüsüyle tamamen sahipleniyorum- bakarak burun kıvırabilir. Ama tarihin tekeri geriye döndürülemez bence. İnsanlık eninde sonunda insanın insanı sömürmediği, 'herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar' şiarıyla yaşayacağı bir dünyaya kavuşacak.

Bunun aksini düşünmek kapitalizmi ilelebet yaşayabilecek bir sistem olarak görmek demektir ki bunun diyalektik materyalizmi rehber edinenler için ‘saçmalıktan’ ibaret olduğunu belirtmem gerekir. "Bu ülkeden bir şey olmazcı"lara da "bu dünya böyle gelmiş böyle giderci"lere de bir reddiye aslında bu dize. Özgürleşmeden anladığım kısaca bu.

‘BUNU BİR SORUMLULUK OLARAK GÖRÜYORUM’

Şiirlerinin bir kısmında toplumsal hareketlere selam gönderdiğini görüyoruz. Şiir bundan sonrasında senin için nasıl ilerleyecek?

Son şiir kitabımda bir ölçüde toplumcu bir şiir yazmaya çalıştım. Bunu bir sorumluluk olarak da görüyordum. Bundan sonra daha da fazla toplumcu şiir yazmayı düşünüyorum. Tabii ki sadece buna daraltamam yazacağım şiiri. Ama yine de baskın tarafın toplumcu bir şiir olmasına uğraşacağım.
 

Öne Çıkanlar