Hewno Berêng: Geçmiş geçip gitmiyor, bitmiyor, silinmiyor
Ayşegül KARAKÜLHANCI
ARTI GERÇEK- 'Hewno Berêng-Renksiz Rüya' genç yönetmen Mehmet Ali Konar'ın ilk uzun metrajlı filmi. Filmden de Konar'dan da festivallerde üst üste aldığı ödüllerle haberdar olduk. İstanbul Film Festivali'nden 'mansiyon' ile ayrılan film, Ankara Film Festivali'nde "En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, Onat Kutlar En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Özgün Müzik ve SİYAD En İyi Film Ödülü" olmak üzere 6 dalda birden ödül aldı. Mehmet Ali Konar'la '90’ların Diyarbakır’ında yaşananları bir çocuğun gözünden beyaz perdeye aktardığı filmini Artı Gerçek için konuştuk:
- İlk defa uzun metrajlı bir film çektniz. Filmin ve sizin hikayenizi anlatabilir misiniz?
Filmi çekeli 1.5 yıl kadar oldu. Yedi aydır filmin festival macerası sürüyor. Filmi festivallere yolluyoruz, bekliyoruz. İlk İstanbul Film Festivali'nde mansiyon ödülü aldık. Şimdi de bildiğiniz gibi Ankara Film Festivali’nde 6 ödül aldı.
Bu benim ilk filmim. Dokuz yıl önce ‘Baba’ adlı bir kısa film çekmiştim. Kürt yönetmenim, Kürt filmleri yapmak istiyorum. Film çekmek paranız olsa dahi iki yılı bulan bir süreci buluyor, çok zor bir iş. Filmi çekerken her şey çok zordu ama bu zoru başardık, art house bir iş oldu. Hem sanatın temel prensiplerini kullanabildik hem de hikâyeyi anlattık. Küçük bir ekiple iki haftada çektim. Aslında iddiasız bir bütçe, iddiasız bir fikirle yolculuğu başlattık. Ama kalbe dokunan, samimi, doğal ve hayal gücüyle, imajlarla, rüyalarla yoğrulmuş bir iş oldu. Burada sanatın gücünden faydalandım. İnsanların sevmiş olmasından da çok memnunum. İnsanlar bana bakınca ağlıyorlar, bu beni de çok duygulandırıyor. Bu işi yapanlar, Türkler filmi çok beğendiler. Filmin ana karakteri Kürt çocuğu çok beğendiler, hikâyeyi çok sevdiler.
- Filmin senaryosu da size mi ait?
Evet, senaryoyu da ben yazdım. Aynı zamanda filmin yapımcısı da benim. İstanbul’dan yine yönetmen olan bir arkadaşım Tayfur Aydın da ortak yapımcım. Çok küçük bir bütçeyle ne belediyelerden ne Kültür Bakanlığı’ndan hiç kimseden yardım almadan Diyarbakır’da filmi çektim.
- Filme destek istediğiniz halde mi almadınız yoksa hiç talep etmediniz mi?
Yok, ben talep ettim. Çünkü yaptığım filmin iyi olduğuna inanıyorum ama kimse vermedi. Fakat dostlarım çok destek oldu. Kadrom küçüktü ama çok şeyi üstlendiler. Sonuçta çok güzel bir iş ortaya çıkardık. Bundan dolayı mutluyum, yüreklere dokunmayı başardık.
- Film, İstanbul’da mansiyon alırken Ankara’da 6 ödül birden aldı. Bu durum sosyal medyada kimi tartışmalara neden oldu. Filmin İstanbul’da haksızlığa uğradığını dile getirenler oldu. Siz de öyle olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu bir tercihtir. Ben filmlerin hepsini izledim. Benim filmim de dâhil olmak üzere her filmin iyi tarafı da zayıf tarafı da olabilir. Ama ödül bir takdirdir. Ben bu konu hakkında yorum yapamam ancak benim filmim de güzel diyebilirim.
- Filminiz Zazaca ve Diyarbakır’da çektiniz. Bu Zazaca ilk uzun metrajlı film aynı zamanda. Siz nerelisiniz?
Ben Bingöllüyüm. Filmi Bingöl’de çekmek isterdim ama olmadı. Bu imkânlarla, hikâyeyle, filmle ilgiliydi. Ben filmi çekerken daha Sur’un belli bir bölgesi yasaklı değildi ve mekân olarak orayı kullandım. Doğal bir plato gibiydi, filmdeki havayı yaratmakta çok etkisi oldu Sur’un.
- Sur’da o dönem film çekmek zor olmadı mı?
Çok zordu. O zamanlar Meryem Ana Kilisesi’nin olduğu kısım duruyordu. Orada çalışmak için bile çok zor izin aldık. Şimdi dönüp baktığımda nasıl çekmişim diye açıkçası ben bile şaşıyorum. Nasıl konsantre olduysam!
- Filmin ana karakteri 'Mirza' sizin çocukluğunuz mudur yoksa tamamen kurgulanmış bir karakter midir?
Bazı sahnelerde sanki benimmiş gibi ama aslında o çoğumuzun, yani 1990’ların çocuğu. Anlattığınız zaman çok anlaşılmayacak, hissedilmeyecek uzak, silik anılardan doğan bir karakter. O dönem çocuk olan herkesin tamamından parçalar taşıyan bir karakter Mirza. Ben de onda kendimi buluyorum başkaları da bulabilir.
- Konu 1990’ların politikalarına gelmişken... Şimdi tam da o dönemde çocukların çocukluğunu yaşamasına fırsat vermeyen politikacıların isimlerinin yeniden siyaset sahnesine çıktığı bir süreçteyiz. Bu isimler cumhurbaşkanlığına adaylar vs. Ne hissettiriyor bu size veya ne hissettirir 'Mirza' karakterinde kendisini bulacak olan '90’ların çocuklarına?
Daha önceden Almanya’nın ARD kanalı da bana buna benzer bir soru sordu. Açıkçası bu sorunun muhatabı ben miyim değil miyim bilmiyorum. Elbette benim de bir politik duruşum var ve bu da çok açık. Ama bu konuyla hiç ilgilenmiyorum ve polemik konusu da olsun istemiyorum. Sanatsal açıdan bakmak daha gerçekçi olacaktır. Politik bir fikrim var mı, var. Takip ediyor muyum politikayı, evet. Ama açıkçası bu figürlerle ilgili ben pek bir şey hissetmiyorum, umursamıyorum da. Belki bir aidiyet hissetmiyorum ondandır. Ama insanlar gelip bana sarılıp "Bu çocuk bendim" diyor, gözlerime bakıyor bence bu asıl önemli olan. Biz Kürtlerin durumu vahim! Ama biz de böyleyiz, düşüyoruz kalkıyoruz. Ama inanıyorum ki bugünler geçecek, buna da eminim.
- Filmin dili Zazaca ve konusu 90’lı yıllar olunca haliyle politik bir film diye düşünülüyor. Film politize ediliyor, belki daha da edilecek başarılı oldukça. Ama aslında psikolojik bir film çektiniz. Siz bu bakış açısından rahatsız olur musunuz?
Filmimde bir tek çatışma sahnesi dahi yok. Buna rağmen birileri bunu bu şekilde yorumlayıp bundan rahatsızlık duyabilir. Ama ne yapalım, öyle düşünürlerse de düşünsünler. Benim filmdeki temel amacım, o yıllarda çocuk olanların ruhları üzerinde yaşananların yarattığı tahribatı anlatmaktı. Girmeye çalıştığım o en dip duygulardı. Ben bu duygulara fokuslandım. Bence en önemli şey buydu gerisi ise bir aksiyon.
Geçmiş geçip gitmiyor, bitmiyor, silinmiyor. Bu söylediğim politik, aktüel bir şey değil. Yaşanan hatıralarla ilgili, bilinçaltımızla, anılarla ilgili… Yaşadığımız hiçbir şey kaybolmuyor. Anılar bir anda saldırabiliyorlar. Böyle bir mantık ve beklenti ile izlenmesinde fayda var. Bu söylediklerim bir yönetmenin söyleyeceği şeyler mi pek emin değilim ama siz sordunuz ben de söyledim. Filmi insanlar mutlaka sinemada izlesinler ve tek başlarına izlesinler. Birlikte gitseler dahi birileriyle ayrı oturup yalnız izlesinler. İzleyenler filmle başbaşa kalsınlar istiyorum.
- Filmin vizyona gireceği tarih belli mi?
Şimdilik festivalleri dolaşıyoruz. Daha Avrupa festivalleri olacak, Adana ve Antalya Festivalleri var burada. Sonrasında hemen vizyona girsin istiyorum. Mesela sonbaharda vizyona koymayı düşünüyorum. Bir an önce sinemada görülmesini, izleyiciyle buluşmasını çok istiyorum. Bunu istiyor olmamın parayla bir ilgisi yok, yanlış anlaşılmasın. Zaten çok az insan izliyor bu tarz filmleri ama filmin hissedilmesi sinemada çok daha yüksek. Katıldığımız bu festivaller, filmin sinemalarda vizyona girmesine de çok yardımcı olacak. Bir dağıtımcı bulursam Almanya’da da vizyona girmesini isterim. Bence bu film onu hak ediyor. Dağıtımcı bulamasam bile muhakkak özel bir gösterim yapacağım.
- Peki Mehmet Ali Konar 'Hewno Berêng / Renksiz Rüya’dan önce neler yapıyordu?
Ben yönetmenim. Danışmanlık yapıyorum, küçük senaryolar yazıp satıyorum. Kısa bir dönem İtalya’da film okudum. Marmara Üniversitesi İletişim Bölümü mezunuyum. Film çekmeyi hep istedim ama çok zor. Dediğim gibi bu filmi de çok düşük bir bütçeyle çektim. Aslında böyle yapmamak lazım, bu bir riskti ama mecburdum, kişisel bir yoldu bu.
- Hazırda yeni projeleriniz var mı?
Var tabi. Bu filmden sonra bir film daha yapacak imkanım olacak mı diye bakacağım bir taraftan. Hikâyelerim var, onları yapmak istiyorum. En kısa sürede ikinci filmin projesini tamamlayacağım.