Mahir'in kalbindeki derinlik: Hüseyin Cevahir

Mahir'in kalbindeki derinlik: Hüseyin Cevahir
Hüseyin Solgun Ayrıntı Yayınlarının ‘Yakın Tarih Dizisi’nden 70'li yılların sol hareketinin önemli isimlerinden 'Hüseyin Cevahir' kitabını anlattı.

Özgün Enver BULUT


ARTI GERÇEK- 70’li yılların sol hareketi içinde önemli bir isimdir Hüseyin Cevahir. Mahir’in kalbindeki derinliktir. Edebiyata olan tutkusu, yazıları, ilişkileri ile de fark yaratmıştır. Siyasal’ın en sevilen devrimcilerinden biridir. Dansa, baleye meraklı, öyküler, şiirlerle haşır neşir, edebiyat kritikleri yapan biridir.

Ayrıntı Yayınlarının ‘Yakın Tarih Dizisi’nden çıkan, Hüseyin Solgun’un yazdığı Cevahir kitabı ile ilgili Artı Gerçek için konuştuk:

Hüseyin Cevahir’i yazmaktaki muradınız, solun yakın tarihi içinde bir biyografi çalışması yapmak ve o tarihi anlaşılır kılmak olarak okunabilir mi?

Ayrıntı Yayınları’nın "yakın tarih dizisi" bu alandaki boşluğu doldurmak için İlbay Kahraman tarafından başlatılmış ve devam eden değerli bir çalışma. Hüseyin Cevahir ile ilgili bir biyografi kitabının bu diziye dahli önemliydi. Birkaç değerli kitap yayınlanmıştı ama yine de yeterli değildi. Bu kitapların da eksiklerini tamamlayacak yeni bir çalışma olmalıydı. Amaç, o dönem tarihini, Hüseyin Cevahir’i öne çıkartarak daha anlaşılır kılmaktı elbette. Ancak şunu özellikle vurgulamak gerekir: 1965’ten sonra yükselen antiemperyalist mücadeleye katılan gençlerin hepsinin bu tarihte payları var. Ancak "tarihi yapan insanların" bazıları, çalışmalarıyla, özellikleriyle, fedakârlıklarıyla doğal olarak öne çıkar, diğerleri adına simgeleşir, döneme adlarını verirler.

Anlatımlarınızdan ve görüşmelerinizden Hüseyin Cevahir’in farklı biri olduğu anlaşılıyor. Onu farklı kılan temel ögeler nelerdir? Nasıl bir çocukluk ve gençlik geçirmiştir?

Cevahir, kendi dönemindeki arkadaşlarından farklı özelliklere sahipti. Ancak bunu karakter özelliklerine bağlamak doğru olmaz. Onun esas farklılığı edebiyat alanındaki yeteneği idi. Ziya Öztan’ın haklı olarak söylediği gibi o dönem devrimcilerini sadece yürüyüşlerle, eylemlerle hatırlamak çok yanlış olur. Cevahir’in kuşağı sanatla, edebiyatla, şiirle, müzikle çok iç içe bir kuşaktı. Ancak bu yanlarını çalışmalarıyla ortaya koyan az insan çıktı. Hüseyin Cevahir işte bu az sayıda insandan biriydi. Öğrenci hareketliliğinin en yoğun olduğu 1968 ve 1969 yıllarında edebiyata dair araştırmalarını ihmal etmedi ama sadece bir kısmını yayınlayabildi; diğer çalışmaları ise ne yazık ki kaybolup gitti. Bu açıdan Hüseyin Cevahir nezdinde o dönem koşullarında mücadele eden devrimcilerin bu yanlarıyla da nasıl insanlar olduklarını ortaya koymayı amaçladık.

Hüseyin Cevahir’in dönemin simge adlarından biri haline gelmesinin kökleri belki çocukluğunda bulunabilir ama bu elbette belirleyici değildir; asıl önemli olan tarih açısından önemli dönüm noktalarında nasıl yer aldığıdır. Hüseyin Cevahir’in çocukluk ve gençliğinde gösterdiği zorlu, ısrarlı, azimli "okuma" mücadelesi, hayatının sonraki dönemini de büyük ölçüde etkilemiştir. Hüseyin Cevahir ile ilgili yaptığı değerli çalışmalar kapsamında Tunceli’ye gidip Düzgün Cevahir ile görüşen Murat Bjeduğ’un deyişiyle "Hüseyin Cevahir farklı bir kumaştan dokunmuş"tu. Baba Mansur Ocağından olan Cevahir ailesinin tek oğlu olarak dünyaya geldi. Ailesi, akrabaları, köylüleri ona ihtimamla baktılar. Cevahir, daha çocukluğunun o yıllarında paylaşımcı, eşitlikçiydi. Ocak çocuğu olmasını bir üstünlük olarak değil, bir sorumluluk olarak algıladı. Okuma aşkıyla da farklı biri olduğunu gösterdi. Çok zor şartlarda okudu. Daha orta okuldayken bulabildiği klasik kitapları okumuştu. Onun için en büyük hediye kitaptı. İlk okulu evden nahiyeye yaya olarak gidip gelerek; orta ve liseyi otel odalarında, akraba evlerinde kalarak okudu. Ancak bu okuma azmi sonucunda İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandı.

"İSTANBUL, EDEBİYAT VE SİYASET BAKIMINDAN CEVAHİR'DE İLK BÜYÜK DEĞİŞİMİ YARATMIŞTIR"

Cevahir’in yaşamında birkaç kentin derin izleri var. Dersim, İstanbul ve Ankara özellikle onun yaşamını örgütleyen, değiştiren kentler. Cevahir’in bu kentlerle olan bağını nasıl okumalıyız? Edebiyatçı kimliğini bu kentlerle mi yoğurmuştur?

Kent, köyden gelen insanı değiştirir, başkalaştırır; bu hep böyle olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Zaten sanat ve edebiyatın ana temalarından biri olması bu yüzdendir. İstanbul, Hüseyin Cevahir’in hayatındaki değişim sürecinin başlangıcıdır. Çok sevdiği eniştesi Fevzi Özkan’a yazdığı mektuplarında bu değişimi görmek mümkün.
Cevahir, doğduğu toprakları, köyünü, insanlarını, ailesini içtenlikle sever, hep özler. Ancak büyük şehir olan İstanbul’un onu değiştirmeye başladığını, köyünü ve insanlarını çok sevmesine rağmen bir kopuş sürecine girdiğini kısa sürede anlar. Bazen "keşke bilinçlenmeseydim, okumasaydım" diye isyan eder. Buna rağmen artık köyüne dönemeyeceğinin de farkındadır.
İstanbul’dan eniştesine yazdığı mektuplar, Cevahir’in bu ilk dönem değişim sürecini çok güzel yansıtan, edebi değeri olan mektuplardır. Bu mektuplarda büyük şehrin öteki yüzünü, yoksul insanlarını da yazar. Sonunda kendi açısından yeni bir yol bulur. Sanatı, edebiyatı çok sevmektedir. Tıpta okumasına rağmen kendisine edebiyat çevresinden arkadaşlar edinir. Bir mektubunda bu arkadaşlarının kimler olduğunu, ismin baş harfi ve soyadıyla yazar: S. Hilav, E. Cansever, M. Eloğlu, C. Çapan. O dönemin de değerli eserler vermiş edebiyatçılarıdır arkadaşları. Böylece Cevahir bu mektubuyla, İstanbul yıllarında neler yaptığına dair ilk bilgilerini verir. Yine de çok değerli bu arkadaş çevresine kapanıp kalmaz Cevahir; İstanbul’da dönemin antiemperyalist gençlik hareketlerine de katılır. Hüseyin Işık, gerek anlatımlarıyla gerekse de paylaştığı, bir yürüyüş sonrası Taksim Anıtı önünde çekilen fotoğraf ile Cevahir’in İstanbul günlerinin tanığıdır. Diğer tanık ise Cevahir ile TİP Beyoğlu İlçe Teşkilatında buluşan Derviş Emre’dir. Rahatlıkla denebilir ki İstanbul, edebiyat ve siyaset bakımından Hüseyin Cevahir’de ilk büyük değişimi yaratmıştır.
Ankara, bu sürecin daha üst boyutlarda bir devamıdır. Öğrenci gençliğin devrimci mücadelesi ivme kazandığı için Cevahir’in hayatında siyasal yan Ankara’da giderek ağırlık kazanır. TİP ve onun gençlik örgütü FKF içinde çalışmaya Ankara’da da devam eder. TİP’in düzenlediği veya desteklediği yürüyüşlere, mitinglere katılır. MDD hareketi 1969’un başından itibaren Yusuf Küpeli’nin başkan olmasıyla beraber FKF içinde güçlenince, yakın arkadaşı Şadi Samer’in anlattıklarına göre kendisi gibi Hüseyin Cevahir de o kongreden sonra MDD hareketi içinde yer almaya başlar. Ancak siyasi faaliyetlerin yoğunlaşmasına rağmen edebiyat aşkını asla terk etmez, hatta şartlara rağmen edebiyat eleştirileri alanındaki çalışmalarına hız verir. Okumayı hiç bırakmaz, dünya edebiyatını takip eder. Ziya Öztan’ın söylediklerine göre Cevahir, edebiyat alanındaki performansıyla Fransa’nın aydınlarıyla bile tartışabilir düzeydedir. Bu yüzden önce Yeni Eylem, sonra Yorum dergileri çevresine katılmakta hiç güçlük çekmez. 1968 ve 1969 yılları okul, edebiyat ve yürüyüşler, boykotlar, işgallerle beraber Siyasal Bilgiler Fakültesi ve yurdunda kurduğu arkadaşlıklar, sosyal faaliyetler, eğlenceler Hüseyin Cevahir’in hayatında çok özel bir yer tutar.

Cevahir’in bir de Karadeniz dönemi var. Orada da çok seviliyor. Sanki bağırlarına basmışlar onu. Ölüm haberi sonrası da büyük acı duyuyorlar. Onu Karadeniz’e götüren şey tamamen güven olgusu. Ziya Yılmaz onun farklı olduğunu gördükten sonra Karadeniz’e çağırıyor...

1970 yılında Cevahir, hayatının en önemli yol ayrımını yaşar. Okulunu, derslerini diğer yanda edebiyat çalışmalarını siyasal faaliyetlerle birlikte o zamana kadar devam ettirebiliyordu. Ancak nisan ayından itibaren Cevahir’in hayatı önemli değişimlere uğrar. Nisan ayında "jandarma zulmü" nedeniyle Diyarbakır’a gider, araştırmalar yapar ve "Doğu Raporu" hazırlar. Dönüşünden kısa bir süre sonra dönemin ilk silahlı eylemi 28 Nisan’da Hüseyin Cevahir’in de içinde olduğu SBF’li bir grup tarafından yapılır: Amerikan Yardım Örgütü’nün (AID) deposuna gece saatlerinde gidilir, araçlar ateşe verilir. Soruşturma süreci içinde SBF yurdu basılır, gözaltılar olur. Sonuçta eylemi yapanların isimleri basında duyurulur: Hüseyin Cevahir artık diğer arkadaşlarıyla beraber aranır durumdadır. Cevahir’in okulundan, edebiyat çalışmalarından, köyünden kopuş süreci böylece başlar. Kaçak olduğu aylar içinde Mahir ve diğer arkadaşlarıyla beraber bütün enerjisini siyasi çalışmalara verir. 1970 yazı, önce Kurtuluş sonra THKP-C adını alacak olan hareketin oluşması açısından önemli bir dönemdir. Hüseyin Cevahir, aranır durumda olmasına aldırmadan örgütlenme çalışmaları için şehirden şehire gider. Haziran başında İlhami Aras ve diğer arkadaşlarıyla Bafa Gölü çevresinde kamp kurma hazırlıklarına katılır. 15-16 Haziran işçi ayaklanması sırasında Ankara’dadır; arkadaşlarıyla birlikte işçilere propaganda amacıyla sanayi çarşısına gider, gözaltına alınmaktan kendini zor kurtarır. Sonrasında Şadi Samer’le beraber İzmit’e, oradan İstanbul’a gider. Tekrar Ankara’ya döner, oradan da İzmir’e geçer, İlhami Aras ile yeni bir kamp yeri ararlar ve diğer arkadaşlarıyla birlikte on gün kadar kampta eğitim çalışmaları yaparlar. Cevahir, Ege bölgesinden de Karadeniz’e gider; iki aya yakın bir süre Fatsa, Ordu, Samsun bölgesinde örgüt hazırlığı çalışmalarına devam eder. Sonra yeniden Ankara’ya döner...
Karadeniz bölgesi, Hüseyin Cevahir’in yeniden doğduğu yerdir; ilk siyasal makalesini orada hazırlar. En önemlisi de önüne çıkan son yol ayrımında siyaseten Mahir’in tam anlamıyla yanında yer almaya karar verir. Artık edebiyat çalışmaları ve okul yoktur hayatında... Bir çok mektubunda ölüm gerçeği üzerine yazar. Herkes gibi bir an öleceğini bilir ve bu yüzden hayatını anlamlandırmaya uğraşır. Onun için önemli olan, Karadeniz mektubunda yazdığı gibi "kendine karşı sorumlulukları"dır. Hüseyin Cevahir’in kökleri Mazgirt’tedir ancak o, aynı zamanda İstanbulludur, Ankaralı, Diyarbakırlı, İzmirli, Sökeli, Fatsalı’dır da...

"MAHİR'E YAKLAŞMAK ZOR CEVAHİR'LE KONUŞMAK KOLAYDI"

Mahir Çayan’a en yakın isim Cevahir. Bununla birlikte herkesle de özel bir bağı var. Bazen çocuksu bir hale giriyor sohbetlerinde, bazen gülen, bazen dans eden, bazen yüksek sesle şiir okuyan, bazen devrimci kimliğiyle karışıyor kalabalıkların arasına. Onu bu denli unutulmaz kılan, farklı kılan ilişkilerindeki samimiyet ve herkesi olduğu gibi kabul etmesi olarak düşünülebilir mi?

Cevahir, hayatını dolu dolu yaşamaya çalışmıştır; zaten şiir okuyan, müzik dinleyen, Türkiye ve dünya edebiyatını takip eden, takip etmekle kalmayıp üzerinde düşünen ve yazan bir insan hayatını nasıl boşlayabilir ki... Ancak somurtkan bir hayat değildir onunki, neşelidir, güler yüzlüdür, gülmesi ve esprileri eksik olmaz. O zaman küçük bir çocuk olan Hüseyin Işık, onun bu hayat dolu halini, gülmelerini, çocukların gözünde bile ne kadar farklı olduğunu o kadar güzel anlatmıştı ki... İnsan adeta Cevahir’le o atmosferi yaşar gibi oluyor.
Mahir’den karakter olarak farklıdır. Ortak arkadaşlarının ikisi arasındaki fark konusundaki gözlemleri şudur: Mahir’in yanına yaklaşmak, konuşmak zordu ama Cevahir’e yaklaşmak, konuşmak, bir sorunu anlatmak kolaydı. Cevahir, sıcakkanlıdır, samimidir, halden anlar. Bu yüzden Siyasal Bilgiler Fakültesi ve yurdunun deyim yerindeyse militanlaşmamış devrimcilerinin en çok sevdikleri insandı. Tuğrul Eryılmaz’ın deyişiyle Cevahir bir "köprü" gibidir her iki kesim arasında. Mahir’den farklı olarak Cevahir’in bu tarzı, içinde yer aldığı hareketin kitleselleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Hüseyin Cevahir Dersimli, Alevi ve Kürt... Diyarbakır’a gidiyor. Kürtler üzerine bir çalışması olmuş mu? Kürtlere bakışı nasıldır?

Hüseyin Cevahir’in ASD’nin 19. Sayısında yayınlanan "Doğu Anadaolu Raporu", o dönem Doğu’da Kürtler üzerinde yoğunlaşan "jandarma zulmü" hakkındadır. Bir muhabir gibi Diyarbakır’a gider, araştırmalar yapar, insanlarla konuşur ve edindiği bilgileri toparlayarak dergiye verir. Bunun dışında bir yazısı yoktur. Ancak bugünden bakılarak Cevahir’in o dönem Doğu sorunu, daha sonra Kürt sorunu olarak bilinen sorun hakkında farklı düşündüğü, söz konusu raporun çok daha kabarık bir rapor olup yayınlanmadığı şeklinde çeşitli söylentiler çıkmıştır. Bunlar kanıtlanmadığı için birer söylentidir. Ayrıca mantıklı da değildir. O dönem "Doğu sorunu" hakkında genel görüş, Cevahir’in raporunun son cümlesinde yazdığı gibidir. Cevahir, Türkiye’de gerçekleştirilecek bir milli demokratik devrimin bu sorunu da çözeceğine inanıyordu. Ancak kendi memleketiyle ilgili farklı bir duyarlılığı vardı. Bunu Süleyman Cevahir’in aktardıklarına göre, ‘38 katliamından’ dolayı o bölgede gerilla hareketine başlanmaması için Kadir Manga’ya uyarıda bulunmasından anlıyoruz.

Hüseyin Cevahir’den bugüne sadece Fevzi Özkan’a yazdığı mektupları ve dergilerde kalan yazılarıdır. Cevahir ile Fevzi Özkan arasında güçlü bir bağ var, anladığımkadarıyla. Bu bağ öylesine kuvvetli ve dostane ki, yer yer edebi ve lirik metinlere dönüşüyor. Bu konuda söyleyecekleriniz var mı?

Maalesef bugüne kalan sadece mektupları ve bazı fotoğraflar. Bunları hepsini de Fevzi Özkan’a borçluyuz. Fevzi Özkan’ın Cevahir’e yazdığı mektuplar ise ne yazık ki yok. Ama Cevahir’in Özkan’a yazdıklarından şunu anlıyoruz ki onların arasında enişte-kayın ilişkisinin ötesinde güçlü, sıcak, yakın bir arkadaşlık var. Köyünden uzak Cevahir’in duygularını, sorunlarını hiç bir hesaba tabi tutmadan yazıya döküp paylaştığı bir arkadaşı olmuştur Fevzi Özkan. Dikkati çeken ise Özkan’ın bu samimi arkadaşlığa rağmen Cevahir’e olan sevgi ve saygısını eksik etmemesi, ona hep "siz" diye hitap etmesi. Özkan, sanki Cevahir’in tarihsel kimliğini hissetmiş gibi bu saygıdan asla taviz vermiyor. Öyle ki Cevahir bazı mektuplarında Özkan’ın bu "siz"lerine takılıyor, şakalaşıyor. Özkan ise bu saygısını hep titizlikle koruyor.

Bu kitap aynı zamanda, Hüseyin Cevahir’in mektuplarını, fotoğraflarını yaşadıkca koruyan, çocuklarına emanet edip bugüne ulaşmasını sağlayan Cevahir’in fedakâr "öğretmeni" Fevzi Özkan’a bir saygı ifadesidir.

Öne Çıkanlar