Sait Faik’in hayatı 'Benden Hikâyesi' belgeselinde

Sait Faik’in hayatı 'Benden Hikâyesi' belgeselinde
Usta edebiyatçı Sait Faik Abasıyanık’ın hayatı belgesel oldu. Belgeselin yönetmeni Onur Barış, çekim süreci boyunca yazardan aldığı hüsnüniyet kavramıyla yola devam ettiğini söyledi.

Aynur TEKİN


ARTI GERÇEK - Yalın üslubu ve karakteristik tarzıyla bilinen usta edebiyatçı Sait Faik Abasıyanık’ın hayatı belgesel oldu. Yazarın hayatını, Benden Hikâyesi adını verdiği belgeselde anlatan yönetmen Onur Barış, İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon bölümü mezunlarından. Üniversiteye başladığı ilk günden bu yana kablo taşımaktan kameramanlığa kadar çeşitli üretim süreçlerinde yer almış. "Üretmenin keyfini aldıktan sonra sinemadan kopamadım. Fakat Türkiye’de film yapabilmek çok kolay değil. Okula girdikten sonra hep bunun mücadelesini verdim. Sinema maddi şartlarla da ilgili bir süreç" diyor. Onur Barış’la, Sait Faik belgeseline giden yolu ve çekim sürecinde yaşananları konuştuk.

Belgesel sinemaya ne zaman başladınız?

Türkiye’deki belgesel algısı birkaç örnek dışında beni rahatsız ediyordu. Belgesel deyince anlatılan kişinin dünyasına dair sinematografik ögelerin bulunmadığı sahnelerle karşı karşıya kalıyoruz. Sinemasal anlamda arka planı olmayan işler çıkıyor. Bu yüzden sinematografik anlatımı içine alan, bir belgesel film çekmek istedim. 

'SAİT FAİK’İ ERKEN TANIYORUZ'

Ne zamandır Sait Faik okuyorsunuz? İlk okuduğunuz dönemle bugün arasında ne gibi farklar var?

İlk okuduğumda yalın anlatımı ve sıradan insanlardan bahseden yapısı beni çok etkilemişti. "Benim de sokakta gördüğüm şeyleri anlatıyor" diye düşünmüştüm. Ayrıca yaşama sevinci hissettirmişti bana. Üniversite dönemimden bugüne kadar okuduğum Sait Faik ise, lise döneminde kavradığımdan çok başkaydı. Aslında bu farklılaşma şu anda da devam ediyor, sürekli farklı bir yönü ile tanışıyorum.

Sait Faik, Orhan Veli gibi yazarların adını hepimiz edebiyat derslerinde duyuyoruz, edebiyat ödevleri için kitaplarını karıştırıyoruz. Ben bu tanışıklığın biraz erken olduğunu düşünüyorum. Bu yurt dışında da benzer bir şekilde gelişiyor. Üniversite yıllarımda Meksikalı bir arkadaşla tanışmış ve heyecanla Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı üzerine konuşmak istemiştim. Bana verdiği cevap "Lisede okumuştum" oldu. Bu insanları çok erken ve içinde ödev gibi bir zorunluluk da barındıran bir şekilde tanıyoruz, sonra da hızlıca kaybediyoruz. 

Başka bir örnek vermek istiyorum. Sait Faik’in "Bir insanı sevmekle başlar her şey" sözü sosyal medyada çok fazla dolaşıyor. Fakat cümlenin devamına kimse bakmıyor, peşi sıra ne geliyor gibi bir dert yok. Devamında "Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor" diyor mesela, Sait Faik. Toplum tarafından sevgiye yeterince ehemmiyet gösterilmediğini düşünüyor aslında. Ama biz bunu görmezden geliyoruz. İşimize gelen tarafını alıp bir motto yapıyoruz. 

Sait Faik, uzun yıllardır okuduğunuz ve etkilendiğiniz biri olsa da bu kişinin belgeselini yapmak daha farklı bir şey diye düşünüyorum. Bu belgeseli çekmeye nasıl karar verdiniz, çıkış noktanız ne oldu?

2013 yılında gittiğim bir söyleşide "En iyi bildiğiniz yerden başlayın" diye bir söz duydum. Bu düşünceyle baş başa kaldığımdaysa Sait Faik’le ilgili bir şey yapmam gerektiğini ve bu süreçte yapabileceğim en iyi şeylerden birinin onu anlatan bir belgesel film olacağını düşündüm. Yaşama izler bırakabilme fikri de bana Sait Faik’ten geçti. Başka bir deyişle ona bir vefa hissediyordum. 

İlk hazırlıklar 2013 yılında başladı bildiğim kadarıyla. Sonraki süreç nasıl devam etti? 

Film yapım sürecinde ekibin hemen hepsi çalışıyordu. Çekimleri, mesaiyle birlikte yürüttük. Başlangıçta benim yazdığım Sait karakterinin yüzü görünmüyordu, bu bir yönetmen itirafıdır. Çünkü bir karakteri işlemek ve bir edebi şahsiyeti göstermek çok riskli bir şey… Oyuncu düşünürken daha önce çekmiş olduğum Truva belgeseli sayesinde tanıştığımız, Truvalı Mehmet Ağabey’in oğlu Mert geldi aklımıza. Kendisi oyunculuk okuyordu. Onunla iletişime geçmek istedim, yüzünü göstermeyeceğimizi söyleyerek. Mert’in fotoğraflarına baktım, ilginç bir şekilde Mert’in Sait Faik’e çok benzediğini fark ettim. Şu an Türkiye çapında bir seçme yapsak fiziksel olarak Sait Faik’e bu kadar benzeyen birini daha bulabileceğimizi sanmıyorum. Ayrıca fiziki yapısı da çok uyumluydu. Ortalama bir yaş aralığını kapsayacak bir görünüm sağladık. Görenler 30 yaşında da der, biraz genç gösteren ama aslında 40 yaşında olan biri de der. Mert kitapları okudu ve "Sıkıntı yok, başlayabiliriz" dedi. Az konuşan biri. Bunun üzerine de geçen yıl temmuzun ikinci haftası çekimlere başladık. 
Çekimlerden önce Darüşşafaka ile bir irtibatımız oldu. Sait Faik’in telif hakları Darüşşafaka’da. Öyküleri kullanabilmek ve müzede çekim yapabilmek için izin aldık. Çok büyük kolaylık gösterdiler. Tekrardan teşekkür ederim.

ARA GÜLER: SAİT GÖNDERMİŞTİR ONU

Belgesel film başta Burgazada olmak üzere İstanbul’un çeşitli semtlerinde tamamlandı. Bu yerleri Sait Faik’in İstanbul’u ile uyumlaştırmaya çalıştınız mı?

Bugünün İstanbul’unda Sait Faik’in İstanbul’unu göstermeye, bunu yaparken onu rahatsız etmeyecek şekilde çekimler yapmaya çalıştık. En uygun görsellik içinde bir sunu yapmak temel prensibimizdi. Önce Burgazada’da çektik. Biraz Burgazada’yı yaşamaya koklamaya baktık. İnanılmaz bir doğa yardımı oldu. Çekim için Burgazada’dan Kalpazankaya’ya yürüyorduk. Sait Faik’in köpeği Arap’a çok benzeyen siyah bir köpek peşimize takıldı ve bizimle yürümeye başladı. O anda "Acaba bu köpek bizimle gelir mi, gelse bile sahneler çekilirken kaçıp gider mi, yanımızda ne kadar durur" gibi sorular soruyordum kendime. Çekim yapmak için yarım saat yol üstünde durduk. Köpek de bizi bekledi, bir yere gitmedi. Sonra Kalpazankaya’ya devam ettik, gün batımı görüntüsü için. Orası Sait’in en çok gittiği ve Arap’la beraber oturup nefes aldığı bir yer çünkü. Orada aynı mizanseni peşimize takılan Arap sayesinde yakaladık. Çekimlerde hiçbir zorluk olmadı, Arap hep yanımızdaydı. Sonra iskeleye döndük, vapura bindik ve Heybeliada’ya gittik. Bir daha da Arap’ı görmedik. Muhtemelen oralardadır ama karşılaşmadık. Karşılaşma anı o kadar doğru bir zamana denk geldi ki... Bunu Ara Güler’e anlattığımda "Sait göndermiştir onu" dedi.

Sait Faik’in yüzünü göstermeye nasıl karar verdiniz? Aslında bir gerçek kişi üzerinden gidildiği için oldukça riskli bir durum. Siz ne düşündünüz?

Aslında belgeselde Sait Faik’i canlandırmıyoruz; çünkü Sait Faik belgeseldeki bir karakter. Mert’le tanışınca o ifadeyi oturtabileceğini düşündük ve yüzünü göstermeye karar verdik. Ben bir film yapıyorum ve bu filmde bir karakter var, bu gerçekle bire bir örtüşemez zaten. Benim araştırıp algıladığım kadarıyla yapılabilir.  Daha şimdiden tepkiyle karşılaşıyorum. Ekşi Sözlük’te bir sayfalık olumsuz bir yazı var, hakkımda. Kabaca, "Sen kimsin de Sait Faik belgeseli çekiyorsun" denilmiş. Bunlara hazırlıklıyım. Filmin fragmanı yayınlanır yayınlanmaz bu tür tepkilerin geleceğini biliyordum.

Belgesel filmde Sait Faik’i kimlerden dinliyoruz? Dönemin en önemli tanıklarından Ara Güler var diye biliyorum. Başka kimler var?

Sait’in bütün yaşamı ve bütün öyküleri aslında biraz önce bahsettiğim "Sen kimsin"in üzerine kurulu. Edebiyatçı olmaktan bir unvan altında yaşamaktan da bu yüzden kaçıyor. Bu unvanların altında özgürleşemediğimizi düşünüyor. Bir gün bir edebiyatçılar cemiyetine gidiyor, kıyafetine bakıp balıkçı zannediyorlar ve içeri almıyorlar. Sait, buna çok seviniyor; çünkü onun duruşu bu. Buradan yola çıkarak edebiyat eleştirmenleriyle konuşmadım, edebiyatçılarla da konuşmadım. Sıradan insanlara başvurduk ve onların dünyalarındaki Sait Faik’i çıkarmak istedik. Hepsi bir Sait Faik karakteri gibiydi zaten. Yani bu film Sait’in yazdıkları üzerinden benim yarattığım bir dünya.
Selçuk Özarmağan diye, çok önemli bir cerrah var. Hayatının belirli bir dönemini Bozcaada’da geçiriyor. Her yıl dört ay kadar orada yaşıyor. Bugüne kadar Sait Faik’le ilgili okuduğum en iyi derleme yazılarından birinin sahibi. Simurg adlı bir tıp dergisinde yayımlanmıştı bu yazı. Orada Fethi Naci’nin ve Oktay Akbal’ın yaşadıklarından yola çıkarak ve daha çok Fethi Naci’nin ağzından bir Sait Faik portresi ortaya çıkarmışıtı. Bugüne kadar Sait’le ilgili okuduğum en iyi yazıydı. Kendisiyle görüşmek için Bozcaada’ya gittim ve adanın izolasyon duygunu ve Selçuk Özarmağan’ın Sait Faik’le yaşamının bütünleştiği noktaları dışa vurmaya çalıştım.

Bursa Erkek Lisesi’ndeki edebiyat öğretmeni Nevin hoca ile konuştuk. Kendisi hem çok uyumluydu hem de Sait Faik ile ilgili farklı noktalara temas edebilen biriydi.

Göksel diye bir arkadaşım var. Çocukluğundan beri hep aynı yerde, Vefa’da üç katlı bir evde yaşıyor. Sait Faik’in de İstanbul’da gözünü açtığı yer Vefa’daki Kirazlımescit Sokağı. Göksel, bu sokağa 50 metre uzaklıkta oturuyor. Göksel’i de çok etkilemiş Sait. Vefa’da geçen sahnelerde Sait çocukluğundan bahsediyor, Göksel’de çocukluğunu orada geçirdiği için Vefa’da geçen iki çocukluk arasında bir bağ kurmak istedik.

Ara Güler’le de konuştunuz değil mi? Sait Faik’i yakından tanıyan bir isim ve dönemin en önemli tanıklarından. Görüşmeniz bir hayli keyifli geçmiştir diye düşünüyorum, siz ne dersiniz?

Ara Güler’le konuşmak çok önemliydi. Sait’le çok ciddi bir bağı var. Başvurduğumuz dönemin tanığı diyebileceğimiz birinci isim Ara Güler. Sait’i yakından tanıyor. Onun sorumlu avareliğini çok iyi anlatan bir anısını paylaştı, bizimle: Kınalıada’da bir tiyatro topluğunun gösterisine gidiyor Sait ve Orhan Veli ile beraber. Sonra bir bakıyorlar ki Sait Faik ile Orhan Veli ortada yok. Nereye gittiler diye düşünüyorlar ve Burgazada’ya gittiklerini tahmin ediyorlar. Gidip bakıyorlar ki hakikaten oradalar. "Zaten ikisi de boş gezenin boş kalfası" diyor, Ara Güler. Sonra duruyor, "Boş gezenin boş kalfası diye hiçbir şey yapmıyorlar değil. O boşluk oluyor ki insan içini doldursun." Boşluk oluyor ve sonra bir Çağlayan’a dönüşüyor. Sait her ne kadar kafasına göre yaşayan bir karakter olarak görülse de toplumsal olarak bir sorumluluk hissediyor. Ara Güler’in vurguladığı şey de bunu çok iyi açıklıyor.

'BELGESELİNİ İZLEMESİNLER KİTAPLARINI OKUSUNLAR'

Belgesel filmin adı Benden Hikâyesi de Sait Faik’in öykülerinden mi geliyor?

Sait Faik, hikâyelerinde kendisini de anlatıyor. Edebi yaşamında atladığımız şeyleri yüzümüze vuran bir anlatımı var. Son Kuşlar öyküsünün son paragrafında, "Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi" diyor. Farklı dünyaları hissedebilme ve onlarla ilişki kurabilmeyi anlatıyor aslında. Ben bu dünyanın hikâyecisiyim ve benden hikâyesi deyip gidiyor. Biz de bunu vurgulamak istedik. Ama şunu söylemeden geçemem, Sait Faik’i tanımak için belgeselini izlemesinler, kitaplarını alıp okusunlar. Bu belgesel onu tanımaya giden bir yol sadece. 
 

Öne Çıkanlar