Koray Düzgören

Koray Düzgören

15 Temmuz kimin darbesi?

Öyle anlaşılıyor ki duruşmalarda sanıkların son açıklamaları ve iddiaları iktidarın bayağı huzurunu kaçırmış.

İktidarın bu davalarında Ergenekon ve Balyoz Davaları gibi çökmesi ihtimalini hesaba kattığı sanılıyor. Ya gerçekler ortaya çıkarsa ne olur? Sadece bu dava, davalar mı çöker?



15 Temmuz Darbe Girişimi Davası ilerledikçe bu darbeyle ilgili karanlık noktalar ve soru işaretleri artıyor.

İktidar, Fetullah Gülen darbesi diyor, FETÖ terör örgütü diyor, fakat bütün bu propaganda ve yönlendirme çabalarına rağmen darbeyi organize eden ve yürüten liderin kim olduğu ilan edilemiyor. Belli ki böyle bir lider yok.

ABD, Britanya ve Almanya istihbarat örgütleri darbe girişiminin arkasında Gülen’in olmadığını açıklamıştı. Daha sonra ortaya çıkan belge, bilgi ve ifadeler de bu bulguları doğruladı.

Duruşmalarda sanıkların ifadeleri dışarıya yansıdıkça, bu darbe girişiminin kontrollü olmanın ötesinde belli bir planlama ve yönlendirmeyle yapıldığına dair ciddi iddia ve belirtiler kafaları bulandırıyor. 

Davaların henüz başındayız ve özellikle Genelkurmay Çatı Davası’nda söz alan sanıkların açıklamaları, ileriye sürdükleri bazı ifadeler ve sordukları sorular girişime ilişkin oldukça önemli karanlık noktaları gündeme getiriyor.

249 kişinin yaşamını yitirdiği 2 bin 195 kişinin yaralandığı kanlı bir girişimden söz ediyoruz.

Bu darbeden sorumlu kim ya da kimlerse bu kadar ağır bir bilançonun da sorumlusu onlardır kuşkusuz.

Sorumluluk sadece kayıplarla ilgili de değil.

Darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL’le ülkenin nasıl bir baskı ve zulüm ortamına sokulduğunu düşünürsek bilanço bundan çok daha ağır.

Başından beri söyledik, darbenin gerçekleşmesi ile akim kalmış olması arasında bir fark kalmadı. Darbe başarılı olsaydı darbeciler sıkıyönetim ilan edeceklerdi. Darbenin bastırılmasından sonra ilan edilen OHAL, sıkıyönetime rahmet okutacak kadar acımasız bir mekanizma olarak çalışıyor.

Darbe Girişimi’nden sonra başlayan bu sürecin AKP’ye ve ‘Başkanlık rejimi’ kurmayı amaçlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yaradığı su götürmez bir gerçek. Bunun böyle olacağını daha cenazeler kaldırılmamış, yaralılar tedavi edilmemişken Erdoğan ilan etmedi mi? "Bu darbe teşebbüsü bize Allahın bir lütfudur" demedi mi?

Bu da işin ilginç bir boyutudur.

 

15 Temmuz girişiminin sorumlusu kim?

OHAL’le birlikte denetlenemeyen, eleştirilemeyen ve hukuki sorumlusu olmayan bir çark işleyip duruyor.

Ama her şeyden önce bu darbe girişiminin sorumlusunun bulunması gerekmez mi?

"Yargılama sürecinin amacı da bu zaten" denilebilir ama duruşmaların seyrine baktığımızda gidişatın farklı bir yöne doğru döndüğünü görüyoruz.

Sanki ava gidenin avlanacağı bir ortam oluşuyor.

Duruşmalarda söz alan sanıkların darbe girişimiyle ilgili sordukları sorular, yaptıkları açıklamalar ve verdikleri bilgiler bu kanlı girişimin öyle bize gösterilmek istendiği gibi değil farklı cereyan ettiğine ilişkin kuşkuları arttırıyor.

İktidarın ‘Darbe Raporu’nun açıklanmasını aylarca geciktirmesi ve raporu gerçekleri ortaya koymak yerine AKP dışındaki her parti ve çevreyi FETÖ’cülükle suçlama vesilesi olarak kullanması bu kuşkuları pekiştiriyor.

Hele de darbe girişimiyle ilgili iki önemli ismin komisyona çağırılmaması ve onların komisyonunun sorularına muhatap olmasının engellenmesi, girişimle ilgili iddiaları daha da ciddi hale getiriyor.

CHP'nin Darbe Girişimi Komisyonu üyeleri düzenledikleri basın toplantısında,Darbe Araştırma Komisyonu'nun AKP’li üyelerinin geçmişte Fetullah Gülen’le yakın ilişkisi ve desteği olan milletvekilleri arasından seçildiğini söylediler.

Komisyon Başkanı Reşat Petek ve AKP’li üyelerin darbe girişimini karartmak üzere faaliyet gösterdiklerini ifade ettiler.

CHP’li üyeler, Petek tarafından basına açıklanan 643 sayfalık  taslak raporun, "Bir kontrollü darbe girişiminin siyasi ayağını saklama ve günahsız kişi ve kurumlara iftira raporu" olduğunu da sözlerine eklediler.

Raporun açıklanacağı gün Genel Kurmay Başkanı Akar ve MİT Müsteşarı Fidan’ın gönderdikleri açıklamaların bu durumda fazla bir değerinin bulunmadığı da bir gerçek.

 

İktidar duruşmalardaki açıklamalardan endişeli

Darbe Araştırma Komisyonu’nun darbeyi araştırmaktan çok yanıt bekleyen soruların üzerini kapatmaya çalıştığı ortaya çıkan rapordan belli. Ama şimdi başka bir gelişme var ki işte asıl o, iktidarı rahatsız etmeye başladı. Onlar da birer birer öğrenmeye başladığımız sanık ifadeleri.

Çünkü duruşmalarda söz alan sanıklar giderek daha ağır bir şekilde iktidarı suçlayarak bu işin arkasında yönetimin bir planının olduğunu ima ediyor. Kimi, imanın da ötesinde suçlayıcı ifadeler kullanıyor. Hatta eski Tuğgeneral Erhan Caha açıkça, "Darbe Akar ve Fidan’ın bilgisi dahilinde yapılmıştır" iddiasını ileri sürüyor.

Bu noktada iktidarın, halkla ilişkiler memuru Abdülkadir Selvi’yi harekete geçirdiğini görüyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki iktidar bu ifadeleri, "Darbecilerin yeni bir taktiği" olarak görme eğiliminde.

Nitekim Selvi’nin Hürriyet’teki yazısının başlığı da bu.

Selvi, yazısına, "15 Temmuz’un beyin takımının yargılandığı ‘Genelkurmay Çatı Davası’nda ilginç şeyler oluyor" diye başlamış

Sanki sanık sandalyesine darbeci generallerin değil de, 15 Temmuz’un oturtulmaya çalışıldığını yazıyor.

"Yargılananların kanlı darbe girişiminin sanıkları değil, 15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğu algısını yaratmaya çalışan kişiler olarak ön plana çıktığını" belirtiyor.

Arkasından da ağzındaki baklayı çıkarıyor.

Daha doğrusu, daha 15 Temmuz yargılamaları başlamadan önce duruşmaların seyrine ilişkin konuşulan bir söylentiyi yeniden dile getiriyor.

Darbenin aydınlatılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılması için adil bir yargılama yapılması gerektiğini teslim ediyor. Ama bununla birlikte, darbecilerin organize bir şekilde yapmaya çalıştığı algı operasyonuna da izin verilmemesi gerektiğini vurguluyor.

Yani, mahkeme heyetlerinin bir şekilde bunları engellemesini istiyor.

Mahkeme heyetleri bunu nasıl engelleyebilir?

OHAL yargılamalarından söz ediyoruz. OHAL deyince akan sular bile duruyor. Yasa, usul, tüzük vb. hak getire. Eğer niyet buysa nasılsa bir yolunu bulurlar. 

Zaten bağımsız hukukçular, bu davaların sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğine kesin gözüyle bakıyor. Hatta bazı iktidar kalemleri bile Türkiye’nin bu davalar nedeniyle yüzbinlerce Euro tazminata mahkum edileceğini dile getiriyor.

 

Ya bu davalar da Ergenekon gibi çökerse?

Öyle anlaşılıyorki sanıkların son açıklamaları ve iddiaları iktidarın bayağı huzurunu kaçırmış.

Hatta Selvi’nin yazdıklarından iktidarın bu davaların da Ergenekon ve Balyoz Davaları gibi çökmesi ihtimalini de hesaba kattığını anlıyoruz.

Yazıda bu korku şu satırlarla ifade edilmiş.

"Orada darbecilerin, 15 Temmuz’u sanık sandalyesine oturtma çabalarına karşı dikkatli olmak gerekiyor."

Yazının sonu ise bir anlamda iktidarın kendi kendine bir uyarısı gibi.

"İlk andaki şaşkınlığı üzerinden atan darbeciler, yeni bir oyun oynamaya başladılar. İktidarın FETÖ’nün Batı dünyasında elini güçlendirmekten başka bir işe yaramayan gazetecilerle, çaycıyla, çorbacıyla uğraşmak yerine, Genelkurmay ana çatı davasına dikkat etmesinde yarar var. Çünkü FETÖ’cüler yeni bir oyun içinde."

Evet, korku dağları bekliyor.

Ya gerçekler ortaya çıkarsa ne olur? Sadece bu dava, davalar mı çöker?

Elbette gerçek suçlular bulunmalı. Gerçek darbeciler de, kullanılanlar da, 249 cinayetin ve OHAL’le birlikte işlenen diğer insanlık suçlarının faili ya da failleri de ortaya çıkarılmalı.


Yalanlarla gidilecek yol ancak çıkmaz sokaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi