Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
1945 sonrası ufukta demos göründü, ya demokrasi?
Modern Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihine baktığımızda, takribi olarak kronolojik sırayla gidersek, 1920’ler öncesi dönemde amme, millet ve ümmet kavramlarının hakimiyetinde süren tartışmalarda, 1920’lerden itibaren halk ve nadiren cumhur kavramlarının da kullanımının yaygınlaştığını geçen haftaki yazımda belirtmiştim.
Ammenin/kamunun, ümmetin veya milletin sözcüsü/temsilcisi olma iddiasındaki elitlerin açık hakimiyeti altında süren irade-i milliye veya hakimiyet-i milliye söylemi, 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte artık cumhurun devletinin inşa edildiği iddiasıyla açıkça ‘halkın iyiliğini halktan daha iyi bilen’ halk temsilcisi/sözcüsü radikal modernistler tarafından yeni rejimin adını belirlemiştir: Türkiye Cumhuriyeti.
Modernleşme sürecinin eksik parçasının çok partili rejim olduğunu başından itibaren neredeyse herkes zımni veya açıkça kabul etmekteydi. Ancak bu rejime geçiş (1924 ve 1930’daki iki başarısız denemeden sonra) ancak 1945 sonrasında, dünyayı saran ABD merkezli demokrasi rüzgarı/fırtınası sonucunda mümkün olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batı’da parlamenter rejimler aracılığıyla halkın siyasete daha çok katılmasının sonucunda, büyük halk desteğiyle iktidara gelen (Faşizm ve Nazizm başta olmak üzere) otoriterlik/diktatörlük yanlısı ideolojiler, iktidardayken rıza üretme ve demosun desteğini alma konusunda belki de tarihin en başarılı örneklerini oluşturan totaliter rejimler inşa etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı gibi devasa bir küresel felaketle sonuçlanan bu süreç henüz yeterince analiz edilip anlaşılmadan, savaş sonrası dünyada liberal demokrasi rüzgarı estirilmiştir.
Bunun parçası olarak o sırada Türkiye’de ise Osmanlı’da başlayan ‘halksız halkçılık’ veya sonrasında cumhuriyet idaresinde görülen ‘cumhursuz cumhuriyetçilik’ tuhaflığına artık son verileceği beklentisi yaratılmıştır.
1945 SONRASI: MERHABA DEMOS!
Bir önceki yazıyı, 1945 sonrası siyasetinde adı farklı şekillerde ve bolca geçen cumhurun, halkın, milletin veya toplumun (demosun) kendisinin siyasette ne kadar var olduğunu tartışma sözü vererek bitirmiştim.
Hemen bu konuda fikrimi yazayım: Demosun siyasette giderek daha çok var olduğu kesin, ama asıl mesele nasıl var olduğudur.
Sonraki yazılarda ele almayı umduğum günümüze kadarki gelişmelere baktığımızda, bazılarının bugün sorduğu ‘acaba demosa biraz fazla mı yer/yüz verdik’ sorusunun, daha sürecin başında Kemalist aydınların kafasında belirdiğini söyleyebiliriz.
Aslında küresel düzeyde gündeme gelen bu sorunun/kaygının çok daha eskilere gittiğini, değerli hocamız Cemil Oktay’ın kitabında epigraf olarak kullandığı Sadık Rıfat Paşa’nın sözleri en iyi şekilde göstermektedir: Hükûmetler halk için mevzu olup yoksa halk hükûmetler için mahlûk (yaratılmış) değildir.
*****
1950 sonrası söken demokrasi şafağında halkın siyasete katılımının o zamana kadarkinden çok daha yaygın ve derin olduğunu söylemek mümkündür elbette.
Bizzat tek parti diktatörlüğünün sorumlusu CHP içinden çıkan ‘demokrasi kahramanları’na büyük bir zaferin kapısını açacak olan halkın seçim ve sandık aracılığıyla siyasete dolaylı katılımı ve özellikle yereldeki memnuniyetsizlerin (muhafazakar Müslümanlar başta olmak üzere kendilerini Kemalist cumhuriyetin mağduru olarak gören cumhurun) denetimin sadece biraz gevşetilmesi durumunda bile gösterdikleri heyecan ve coşku, bu ‘kahramanlar’ için bile kaygı verecek kadar ani ve büyük olmuştur.
Demosun tarih boyunca muktedirlere saldığı korkudan ve modern dönemlerde II. Abdülhamit başta olmak üzere, sökmesine katkı sundukları şafakların geceye evirilmesini sağlayan liderlerin sarıldığı ‘demos demokrasiye henüz hazır değil’ argümanlarından çok farklı değildir bu kaygı.
1960 sonrası uzun demokrasi şafağıyla ilgili değerlendirmelerde bugün bile karşımıza çıkan “biçilen özgürlükler gömleğinin toplumumuza bol geldiği” gibi safsataların kaynağı da aynıdır.
*****
Mustafa Kemal önderliğinde çok başarılı bir devrimci/dönüştürücü popülizm politikası güden Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni lideri ve Türkiye’nin Milli Şefi konumundaki İsmet İnönü öncülüğünde, özellikle 1945 sonrasının çok partili yeni dönende tüccar popülizm hakim olmuştur. Ancak tüccar popülizm yarışında daha pervasız tavırları ve dilleri sayesinde muzaffer olarak çıkan Demokrat Parti (DP) liderleri, yirmi beş yıllık otoriter modernist rejimin mağduru ve küskünü olarak görebileceğimiz demos için alternatif kurtarıcılar konumuna çok kolay yükselmiştir.
Hem cumhuriyetin inşa etmekte olduğu cumhurun içine henüz alınamamış (içerimlenememiş) veya bu sürece direnmiş olan (özellikle taşralı) kesimlerin, hem de ‘cumhurlaştırılacak’ (medenileştirilecek) unsurlar olarak gördüğü bu kesime kaygıyla bakan (özellikle şehirli) kesimlerin katılımıyla, demos belki de ilk defa kendisi için bu kadar yaygın olarak meydanlarda, sokaklarda ve sandık başında ve hatta meclisteydi.
Demosun sahneye çıkması bağlamında adeta 1920-23 arası döneme geri dönülmüştü!
*****
CHP ve DP hakimiyetinde, rejim için tehdit olarak görülen siyasi aktör ve ideolojilerin dışlanması sonucunda, 1946 sonrasında inşa edilmek istenen iki parti hakimiyetindeki ‘liberal demokrasi’ görünümlü siyasal alan daha sürecin başında demostan duyulan korku üzerine kurulmuştur.
Ancak demokrasi şafağının ‘kahramanları’ olan DP liderlerinin birkaç yıl içinde, aynı zamanda şafağın geceye evirilmesinin de sorumluları olmasında bu korkudan çok, müesses nizamın bekçileri olan ordu, bürokrasi ve yargı belirleyici rol oynamıştır.
Ancak DP’nin sahip olduğu demos desteği de büyük oranda seçmenlikten ibaretti. Sandık ve seçimden öte katılım kanallarının henüz pek açılmadığı bu dönemde şehirlerde gelişip serpilmeye başlayan küçük ve orta burjuvazi (özellikle ‘eğitimli orta sınıf’), Osmanlı son döneminde İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki gibi bir canlılığı bile yakalamaktan uzaktı.
Yirmi beş yıllık cumhur inşa sürecinin sonunda, artık mobilize edebileceği geniş bir tabana sahip olan CHP’nin, 1950’lerde seçim kazandıkça otoriterleşen DP karşısında asıl gücünü yine de demos değil, ordu oluşturuyordu hala.
1960 sonrası uzun demokrasi şafağının sökmesinde darbe öncesi büyük ‘şehirli halk’ gösterilerinin inkar edilemez rolünü bir sonraki yazıda ele alacağım. Ancak bu rolün, mesela I. Meşrutiyet ilanı (1876) öncesinde medrese öğrencilerinin (softalar) güdümlü gösterilerinden daha ‘büyük’ olduğunu söylemek zordur.
Ancak, halkın sandıkta sergilediği tavrın sonuçları 1950’ler boyunca modernist devrimci/dönüştürücü popülist elitler için o kadar büyük bir endişe yaratmıştır ki çok partili demokratik sistemde tüccar popülizme dayalı otoriterlik tehlikesi, 1960 sonrasında, özellikle solda, halka rağmen halkın iyiliğini düşünen devrimci/dönüşümcü popülist politikaları yeniden güçlendirmiştir. 1960 sonrası dönemde sağ merkez partilerin tüccar popülizmi karşısında hala pek şansı olamasa da güçlü bir devrimci/dönüştürücü popülist damarın varlığını dönem sonuna kadar koruduğunu söyleyebiliriz.
*****
Kısaca, modern aydın için erk kaynağı olan demos, aynı zamanda giderek düşünsel ve ruhsal bağlamda onun ‘baş belası’na dönüşmüştür.
Bu baş belası olma durumu sadece henüz ‘cumhurlaştırılamamış’ (yurttaşlaştırılamamış) demostan veya onun verebileceği zararlardan korunma dürtüsüyle ile ilgili değildir. Aynı zamanda, yücelterek baş tacı ettiği demosu anlama ve anlamlandırma konusunda modern aydının yaşadığı zorlukla ilişkilidir.
1950 sonrasında liberal demokrasi bağlamında bir dönüm noktası olan bu ‘baş belası’, tüccar popülizm yüzünden modernistler için bugün pratikte de büyük bir tehdit haline dönüşmüştür.
Artık modern(ist) aydının önündeki büyük mesele şudur: Demosun her bireyinin sahip olduğu eşit oy hakkı nedeniyle/yüzünden, jakoben/zoraki modernleşme sürecinde elde edilen ‘kazanımlar’ın berhava olması an meselesidir!
Gelecek hafta ele alacağım 1960 sonrası süreçte görünürlüğü iyice artan demosun demokrasi ile ilişkisi, günümüzde popülizmle ilişkili olarak tartışılan bu ‘büyük mesele’nin tarihsel arka planını anlamak için hayati öneme sahiptir.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez