Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Cumhurunu inşa eden Cumhuriyet

1923 yılında Cumhuriyet’in ilanı cumhurun pek umurunda olmamış ve ilk on beş yılda Cumhuriyet’in inşası da genelde mevcut cumhura rağmen gerçekleşmiştir. Mevcut cumhuru kendi cumhuruna dönüştürdüğü oranda Cumhuriyet, cumhurla buluşacaktır.

Söylemsel inşası daha önce modern aydınlar tarafından başlatılan modern kolektif kimlik olarak ulusun, asıl ulus-devletin kuruluşundan sonra bizzat ulus-devlet tarafından inşa edildiği veya inşasının bu aşamada devlet tarafından tamamlandığı literatürde bolca işlenmiştir.

Benzer bir şeyin cumhuriyet ve cumhur ilişkisi için de geçerli olduğunu söylemek, haddini aşan bir analoji olmayacaktır.

Aynı şey, belli oranda demokrasi ve demos ilişkisi için de geçerlidir.

Ancak cumhuriyetin veya demokrasinin bu bağlamda yeterince tartışıldığını söyleyemeyiz.

Oysa özellikle günümüzde kapitalizmin siyasi krizinde her cumhuriyetin kendi cumhurunu ve her demokrasinin kendi demosunu inşa sürecinin de en az ulus-devlet ile ulus ilişkisinin ve modern aydının bundaki rolünün tartışıldığı kadar irdelenmesi gereken bir meseledir.

*****

Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinde demosun yer(sizliğ)i hakkında genel tespitlere geçen yazıda yer vermiş ve Osmanlı dönemi demokrasi şafaklarında demosun yeri meselesini kısaca ele almıştım.

Osmanlı’da meşrutiyet (parlamentarizm ve cumhuriyetçilik) bağlamında gündemde olan demokrasi mücadelesinde öncelikle millet, ümmet veya amme kavramsallaştırmasıyla söylemsel düzeyde siyasetteki yerini alan halkın yeri veya yersizliği hakkında söylenebilecek pek çok şeyi yer kısıtlılığı nedeniyle özetlemekle yetinmiştim.

Bu yazımda ise Osmanlı-Türkiye tarihinin üçüncü demokrasi şafağı ve Cumhuriyet döneminin ilk demokrasi şafağı olan TBMM Devleti dönemi (1918/20-23/24) bağlamında konuyu ela alacağım. Bu geçiş dönemini önceki Osmanlı dönemleriyle karşılaştırdığımızda, bizi şaşırtamayacak bir farkla karşılaşırız: Halkın siyasete ve karar süreçlerine katılımı sürecinde önemli bir sıçrama yaşanmıştır. Ancak bunun temel nedeni, Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1920-23 arasında bölgede oluşan iktidar boşluğunda yaşanan çok aktörlü erk savaşında elitlerin halkın daha geniş kesimlerine dayanma zorunluluğudur.

Aslında hakim tarihyazımında ve resmi anlatıda iddia edildiği kadar geniş ve aşağıya yayılmış bir katılım, bu dönemde de henüz söz konusu değildir. Halk için inanılmaz kayıplar ve acılarla dolu “on yıllık savaş” döneminin (1912-1922) son aşamasına (1920-22) has olağanüstü koşullar altında Müslüman halkın siyasete katılımındaki niceliksel ve niteliksel artışta, birçok faktör aynı anda rol oynamıştır: (1) Halife/sultan yanlısı mobilizasyon, (2) İzmir’den başlayan ve hinterlandına yayılan Yunanistan işgaline karşı tepki, (3) iktidar boşluğunda öz(erk) yönetim olasılığının yerel elitler arasında yol açtığı heyecan ve/ya (4) belki de en önemlisi, Gayrimüslimlere karşı işlenmiş suçların hesabının sorulabileceği endişesine dayalı Müslüman elit angajmanı.

Ancak bu motivasyonlara dayalı yüksek katılımın da esasen yerel elitlerle sınırlı kaldığını veya en azından onların doğrudan kontrolü altında gerçekleştiğini hep akılda tutmakta yarar var.

*****

Gayrimüslimlerin fiziki olarak büyük oranda tasfiye edildiği ve kalanların tamamen sindirildiği bu dönemde Müslüman halkın demokrasi ile ilgili tavrında en çarpıcı durum, halkın kendisini doğrudan yönetmesi anlamında cumhuriyetçilik fikrinin halk arasında yerinin/anlamının pek olmamasıdır. Elitler arasında bile marjinal bir mesele niteliğinde olan cumhuriyetçiliğin zamanla -sadece saltanatın ve kurum olarak hanedanlığın kaldırılması ile sınırlı olan- dar bir çerçeveye sıkıştırılması bu nedenle pek şaşırtıcı olmayabilir.

Böyle bir ortamda yaşanan erk savaşında üstünlüğü kısa süre içerisinde Ankara merkezli isyancı hükümet ele geçirmiştir. Bu üstünlüğünü, öncelikle en büyük rakibi olan İstanbul’daki meşru hükümet ile mücadelesine ve en akut sorun olan Yunanistan işgali ve yayılması karşısındaki askeri direnişteki başarasına borçluydu. Nitekim, sürecin başında Sultanı/halifeyi ve Osmanlı devletini kurtarma amacıyla yol çıktığını ilan eden eski İttihatçı ordu mensuplarının önderliğinde oluşturulmuş bir güç merkeziydi. Bu nedenle İstanbul hükümetiyle rekabet içinde halkı seferber edebildiği ölçüde başarılı olacağını biliyordu.

Anadolu’daki hareket, bu seferberlikte Müslüman elitlerin savaş döneminde işledikleri suçlardan dolayı Mütareke Döneminde muzaffer devletler tarafından cezalandırılacaklarından veya olası bir rövanştan duydukları korku ve endişeyi en iyi şekilde kullanmış ve büyük bir kesim için tek ümit haline gelmeyi başarmıştır. Aynı zamanda, yeni iktidar olma iddiasına/konumuna karşı (sonradan tarihyazımında ‘ayaklanmalar’ olarak anılacak) tüm direnç ve direniş odaklarını şiddetle bastırmıştır.

*****

Bu dönemde, yukarıda belirtilen koşullar ve kısıtlılıklarla, demosun/halkın siyasete katılımındaki sıçramanın en önemli aracı, öncelikle yerelde örgütlenen muhalefet/direniş güçleri (“Kongre İktidarları”) ve ardından Ankara’da kurulan TBMM olmuştur.

Ancak bu süreç boyunca Ankara hükümeti güç kazanıp kurumsallaştıkça TBMM içinde veya dışında ‘çatlak ses’ olarak gördüğü sesleri ve sahiplerini kontrol altına alarak veya tasfiye ederek, kendi halkçılığının dar sınırlarını da ortaya koymaya başlamıştır.

Savaş sonrasının ilk yılları için “Üçüncü Meşrutiyet” ve sonrası için “TBMM Devleti” veciz isimlendirmeleri oldukça uygun olsa da devam eden parlamentarizm ve anayasacılık çerçevesinde ayırt edici özellik olarak meşrutiyet yerine hakimiyet-i milliye kavramsallaştırmasının öne çıktığını söyleyebiliriz.

Nitekim Osmanlı Meşrutiyetçi söyleminde meşruti yönetimin İslami dayanakları olarak gösterilen Âl-i İmran Suresi’nin 159. ayetinin "Onlarla istişare et" (Ve Şavirhum Fi’l Emr) anlamına gelen kısmı ve Şûrâ suresinin 38. ayetinde geçen, "İşlerini istişare ile yürütürler" anlamına gelen (Ve emruhum şûrâ beynehûm) ifadelerini içeren levhalar, hakimiyet-i milliye konusundaki mottolar olarak, TBMM'de yerini bulacaktır. Bu levhalar da kısa bir süre sonra yerini 1925 tarihinde “Hakimiyet Milletindir” levhasına bırakacaktır.

Aranan hum (onlar) bulunmuştur: Millet!

1928 yılındaki Harf İnkılabı sonrasında ise bunun yerini “Egemenlik Ulusundur” levhası alacaktır.

Böylece millet de modern anlamını bulmuştur: Ulus!

Peki, gerçekten hakimiyet verilmiş veya alınmış mıdır?

Hakimiyetten anlaşılan ne olursa olsun ve sandık, meclis, vekillik vs. çerçevesinde ne kadar sınırlı anlaşılırsa anlaşılsın, bu sorunun cevabı yüzyıllık süreç boyunca maalesef olumsuz olmuştur.

Demokrasi şafaklarının getirmesi ümit edilen gündüzler, tam da bu hakimiyetin gerçek, güçlü, doğrudan ve somut olmasıyla, yani radikal demokrasiyle ilgiliydi.

*****

Bu arada, 1920-23 arası yaşanan demokrasi şafağında milli, milliye ve millet kavramlarının yanı başında yıldızı her gün daha çok parlayan halk ve halkçılık kavramları, kurulacak birçok grup ve kuruma isim olacaktır aynı zamanda.

Daha önceki yazılarımda ele aldığım Ankara’daki muktedirler arası savaşımdan galip çıkan Mustafa Kemal önderliğindeki muzafferlerin önce meclisteki grupları ve ardından kurulan fırkaları/partileri için halk kavramını kullanmayı tercih etmesi dönemin hakim söylemini yansıtmaktadır.

Ancak, tüm tasfiyelerden ve devrimin yediği evlatlarından geriye kalanlar, Mustafa Kemal önderliğinde zaferlerinin doruklarındayken, tam bir oldu bittiyle 29 Ekim 1923’te cumhuriyeti ilan ettikleri halde, cumhuriyetçilik ve cumhur kavramları söylemlerinin merkezine hemen oturmamıştır.

İlginçtir, önceki erk savaşımının ve tasfiye sürecinin ortakları olup son aşamada kendileri de tasfiye edilenlerin bir yıl sonra, 1924 Kasım’ında kurmaya karar verdikleri partiye verecekleri (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) isimde cumhuriyet kavramına yer verecekleri haberi, Kemalistlerin de el çabukluğuyla partilerinin (Halk Fırkası) adına Cumhuriyet sözcüğünü eklemelerine yol açmıştır!

Sonuç olarak, 1923 yılında Cumhuriyet’in ilanı cumhurun pek umurunda olmamış ve ilk on beş yılda Cumhuriyet’in inşası da genelde mevcut cumhura rağmen gerçekleşmiştir.

Kendi cumhurunu yarattığı oranda, daha doğrusu mevcut cumhuru kendi cumhuruna dönüştürdüğü oranda Cumhuriyet, cumhurla buluşacaktır.

Zamanla cumhuriyet ve cumhuriyetçilik kavramları daha çok tedavüle girerken, cumhur kavramı halk veya millet kavramları karşısında aynı oranda başarı gösterememiştir. Edebi ve zorlama bir yorumla bunu, cumhurun Cumhuriyet’teki yer(sizliğ)inin göstergesi olarak görebiliriz; ancak bence bunun asıl nedeni, cumhuriyet kavramının anlamının saltanat, daha doğrusu hanedanlık karşıtlığı anlamında iyice daraltılmasıyla ilgilidir. Nitekim rejimin altı ilkesi (oku) arasında cumhuriyetçilikle birlikte halkçılık ilkesinin de bulunması garabeti de bu anlam daralmasından kaynaklanır.

Önceki yazılarda ele aldığım, populus, demos, halk, cumhur, millet, nasyonal vs. kavramları konusundaki karmaşadan kaynaklanan bu garabetin bir uzantısı da aynı altı ilke arasında milliyetçiliğin bulunmasıdır ki bunun nedeni de millet, milli ve milliyetçilik kavramının giderek dara(ltıl)an anlamıdır. Ancak bu farklı bir yazının konusudur.

*****

Kısaca, halkın iyiliğini halktan daha iyi bilen ve halka rağmen halkın iyiliği için her türlü fedakarlığa hazır olan modernist devrimci popülizmin hakimiyetinde Cumhuriyet’in inşa süreci, aynı zamanda Cumhuriyet’in kendi cumhurunu inşa sürecidir.

Hanedanlığın/saltanatın kalkmasını demokrasi yolunda sadece en önemli değil, aynı zamanda neredeyse tek adım olarak sunan cumhuriyetçi elitler, kendi inşa ettikleri cumhurun karar süreçlerine katılımını nerdeyse sadece sandıkla sınırlı tutmakla kalmamışlardır. Üstelik sandıkta da cumhurun önüne kurucu partiyi tek seçenek olarak sunmuşlardır. Bu dönemin en önemli göstergesi olan tek seçenekli/partili seçimler ve kontrollü meclis çalışmaları hakkında tartışmalı çok mesele vardır. Ancak seçeneklerin sınırlılığı ve seçimlerin yapıldığı koşullar bile var olduğu iddia edilen demokrasinin seviyesi ve niteliğini anlamak için yeterlidir.

Sadece modern(leştirilmiş), Türk(leştirilmiş) erkeklerin katılabildiği parlamenter demokrasi oyununa bir süre sonra kadınların da kısmen katılmasına izin verilmiştir. Ancak pratikte, genelde köylülerden oluşan (medenileştirilmesi/modernleştirilmesi gerekli) alt sınıflardan halk, kadınlar ve Gayrimüslimler için bu katılım (istisnai durumlar dışında) seçmenlikle sınırlı kalacaktır.

Öte yandan, sadece öncesinde birçok filtreden geçirilmiş adayları meclise taşıyan sandık ve seçim demokrasisinin ötesine geçilememiştir.

Yaşamın değişik alanlarında halkın karar süreçlerine katılımı ile hak ve hürriyetler bağlamında demokrasi ise uzun süre mümkün olmamıştır.

*****

1945 sonrasında ABD önderliğinde yürütülen anti-Komünist küresel kampanyanın parçası olarak Türkiye’ye şatafatla giriş yapan demokrasi ve demos kavramları, popülerlik anlamında halk, millet veya zamanla onun yerini alacak olan ulus kavramlarıyla yarışmaya başlamıştır.

Bu cümledeki ‘popüler’ kavramının kendisinin de populus kavramına dayandığına ve günümüzün en çok tartışılan sorunlarından popülizm ile ilişkisine dikkat çekmek isterim!

Haftaya 1945 sonrası demokrasi sürecinde halkın yer(sizliğ)i konusunu ele aldığımda, son yıllara kadar demos, halk, populus, millet ve toplum kökenli sözcüklerden türetilmiş temel kavramlarla siyaset yapıldığını göreceğiz.

Ancak sürecin sonunda geldiğimiz noktada, bu haftanın konusunu oluşturan cumhur kavramının son yıllarda siyaset aranasında bir ittifakın isminde karşımıza çıktığını göreceğiz: Millet İttifakı karşısında Cumhur İttifakı.

Üçüncü yol olarak ortaya çıkan ittifaka Demokrasi İttifakı veya Halk İttifakı ve en hakiki “gerçek sol” ittifakına Toplum İttifakı adı verilseymiş resim ne güzel tamamlanmış olurdu!

Böylece yüz elli yıllık demokrasicilik oyunumuzun tüm yapı taşları da sahaya sürülmüş olurdu…

*****

Kadının adı var mı ya da ne kadar var yazmakla bitmez, ama cumhurun, halkın, milletin, toplumun ve demosun adı siyasette bolca var.

Kendisinin ne kadar var olduğunu haftaya tartışacağız…


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi