Ragıp Zarakolu
4 Aralık ve bir başka Musa Dağ öyküsü
Geçen hafta, Stockholm’un Eskişehrindeki (Gamlastan) Forum för Levende Historia/Yaşayan Tarih Forumu adlı daha çok Haulokost üzerine yoğunlaşan kurumda (kurumun 1915 olgusu üzerine dikkatini çeken de Feyyaz Kerimo oldu) , David Gaunt’un moderatörlüğünde, araştırmacı Ümit Kurt, Svante Kundgren, Maria Karlsson ve Vahakn Avedian’ın tebliğ sunduğu, Osmanlı İmparatorluğunda "Aşırı Hak İhlalleri ve Ermeni Jenositi 1915-16" başlıklı çok öğretici bir seminer izledim.
Ümit Kurt’un Antep özelinde yaptığı otopsi, merkezi otorite yanında eşrafın rolünü de analiz ederek, olgunun çok daha iyi kavranmasına olanak sağladı.
Lund Üniversitesinde Yahudi-Hıristiyan ilişkileri ve Orta Doğu’da Hıristiyan azınlıklar üzerine araştırmalar yapan Lundgren ise parlamentonun aldığı tanıma kararına karşın İsveç Hükümetlerinin çelişik tavırlarını özetledi.
Maria Karsson da Ermeni soykırımı inkarının 80’lerden itibaren değişen yaklaşımlarını çözümledi ve Haulokost inkarcılığı ile ilginç bir karşılaştırma yaptı.
Avedyan ise halen Attila Tuygan’ın çevirmekte olduğu "Knowledge and Acknowledgement" (Bilgi ve İkrar) adlı kitabı üzerinden, soykırım araştırmacılığının geçtiği evrelere değindi.
Sorular bölümünde, dinleyicilerden biri Franz Werfel’in "Musa Dağ’da 40 Gün" kitabına atıfta bulunup, İsveççe çevirisinin olup olmadığı sormaz mı?
Salondan bazı kişiler, "yayıncısı" burada demez mi?
Bu beni alıp, 4 Aralık 1994 gecesine götürdü. 4 Aralık’ta Özgür Gündem gazetesinin Kadırga’daki binası ve Başmusahip Sokakta bulunan Kürtçe çıkan Azadiya Welat gazetesi ile Belge yayınlarının bulunduğu ofise bomba konuldu.
Berlin Mayıs 1933
1993 ve 1994 yıllarında Ermeni soykırımına ilişkin ilk kitapları yayınladıktan sonra, birkaç kez telefonla yayınevine bomba konulma tehdidi ile yüz yüze kalmıştık zaten.
Bombanın konulduğu yer, bize komşuydu ve bomba duvara, raf inşa ediliyor pozlarda, yeni kiracılar tarafından gözümüze baka baka konulmuştu.
İyi ki, "profesyoneller" yapmış. Gece 2’de herkes binayı terk ettikten sonra patladı bomba. Biz oradayken patlasa, hepimiz uçacaktık havaya.
Yayınlama Özgürlüğü ile ilgili Berlin Teknik Üniversitesinde bir toplantı düzenlemiştim. Gece 9’da ofisi kapatıp havaalanına gittim Berlin’e uçmak üzere. Yargılanan yayıncılardan Ayşe Zarakolu’na, Sırrı Öztürk’e pasaport verilmedi; ANZ adına ben gittim, gelemeyen yayıncılar adına sağ olsun Ataol yayınları editörü Nimet Demir gitmeyi kabul etti. Konuşmacılardan Pencere Yayınları editörü Muzaffer Erdoğdu’nun pasaportu vardı ama havaalanında engellendi. Aynı bu hafta Hasan Cemal’in engellenmesi gibi… Doz yayınları adına da Eren Keskin (zaten o sıralar Almanya’daydı) katıldı toplantıya. Doz Yayınlarının sadece hukuksal değil, editörlük sorumluluğunu üstlendiği için 1995 yılında hapse girecekti zaten.
Berlin’de sabah, misafir olduğum Ali Haydar Cilasun’un evinde aldım kötü haberi. Elbette toplantı aynı zamanda üç yerin bombalanmasına ilişkin oldu ve aynı tarihte, 1945’de TAN gazetesinin ve diğer sol basın ve kitapevlerinin politik bir pogroma dönüştürülmesine değindim. Soykırımda Yahudilerin dışındaki kurbanların ve 1915’e ilişkin Ermeniler dışındaki kurbanların unutulması gibi, 1945 yılında hapiste olduğu sırada Sebahattin Ali’nin daha çıkmaya başlayan "Yeni Dünya" gazetesinin, Burhan Arpad ve Salah Birsel’in kitapevlerinin, La Nouvelle Turquie gazetesinin yerle bir edildiği artık unutulmuş vaziyette.
Tan gazetesi ve sol basına yönelik pogrom, 1945
Belge’nin bombalanmış halini yansıtan fotoğraflardan oluşan bir sergiyi, TÜYAP’ın Ankara’daki ilk fuarında açtım. Tam Atatürk ve İnönü vakıfları arasındaki standa denk düşmez mi? TÜYAP’ın yayınlama özgürlüğüne verdiği bu desteği asla unutamam.
Dolayısıyla, Özgür Gündem’in (ad değişmiş olsa da o benim için hep ÖG oldu!) bombalanması anılırken, Belge Yayınlarının ve Azadiya Welat gazetesinin de bombalandığının anılmasını isterdim doğrusu.
Ayşe ile Werfel’in "Musa Dağ’da 40 Gün" adlı kitabını hep yapmak istemiştik. Ama açılan birçok dava, yasaklama ve mahkûmiyet, para cezaları nedeniyle yeni kitaplarda zorlanıyorduk. ANZ zaten 1994 ve 96 yazını Bayrampaşa Cezaevinde geçirmişti. Yeni TMK ile hapse giren ilk yayıncı olmuştu.
İnter Yayınları editörü, Ayşe gibi erken kaybettiğimiz Ali Yavuz, 12 Eylül sonrası yumuşamadan sonra kendisini, Stalin’in 16 ciltlik Toplu Eserlerini ve Lenin’in 12 ciltlik Seçme Eserlerini ve diğer Marksist yayınların yayınlanmasına adamıştı. ANZ’nin Metris’ten cezaevi arkadaşı olan Saliha Nazlı Kaya/Süheyla Kaya, bu "tuğla gibi" kitapları tercüme etmişti. Bu arada Franz Werfel’in kitabını da İnter için çevirmişlerdi.
"Musa Dağ", 30’lu yıllarda Türkiye’de büyük olay olmuş, ABD’de film olması gündeme gelince TC hükümeti ayağa kalkıp bunu engellemiş, hatta İstanbul’daki Ermeni ve Yahudi cemaatini protesto etmeye zorlamıştı. Nazi Almanyası ile TC arasındaki ilk anlaşmalardan biri, bu kitabın yasaklanmasına ilişkin olmuştu. Rıfat Bali, bunun öyküsü, hatta Pangaltı’da yakılışını "Toplumsal Tarih" dergisinde çok iyi anlattı. Hatta antisemit yazarlardan Cevat Rıfkı Atilhan, bir Karşı-Musa Dağ kitabı yazacaktı.
Harut Sassunian, geçenlerde California Courier’de, "Musa Dağ" a ilişkin Arnim Wegner ile Franz Werfel arasındaki ilginç bir yazışmaya yer verdi. "Sen yazamazsın, ben yazarım, bu benim alanım" kabiliden… Demek halkların acılarını yazmak bile bazen rekabet konusu olabiliyormuş.
Kitabın Almanya’daki yayıncısı Fischer Verlag da (onlar da Nazi döneminde sürgüne gitme durumunda kalmışlardı) bu kitabın gelirini gerek soykırım araştırmaları gerekse hapis ve sürgündeki yazarların kitaplarının yayınlanabilmesi için kullanacağımızı belirtince, bizden herhangi bir talepte bulunmamıştı.
Saliha ve Süheyla Kaya ile az kitap hazırlamadık. Bunların bazıları, Belge’nin su baskınlarına kurban gitti. Ve kopyaları da yoktu. Beyrut 1968’ini anlatan roman gibi. En son yarım kalan kitap tercüme ise Enzenberger’in hazırladığı "Marx’dan Günümüze Devrimci Savunmalar" kitabı oldu, hep kuşatma altında olan Belge’nin bitmeyen mali sorunları nedeniyle. Saliha ve Nazlı Kaya, Werfel tercümesi nedeniyle Avusturya’da honere edildiler.
Viyana’da bir tiyatroda "Musa Dağ" okumasını protesto eden TC büyükelçiliğine Avusturyalı oyuncuların verdiği yanıt çok anlamlı idi. "Haberiniz yok galiba, Türkiye’de cesur yayıncılar sayesinde bu kitap serbest!"
Teşekkürler Saliha Nazlı ve Süheyla Kaya, Ayşe Nur ile birlikte soykırım gerçekliğinin kabul edilmesi kavgamıza verdiğiniz destek nedeniyle.