Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama (*)

Cennet diye yutturmaya çabalıyorlar yalanla dolanla ama aslında cinnet. Çok renkli diyorlar ama hepsi siyahın pis tonları. Hayat gaddarlara güzeldi şimdiye kadar. Sıradayız…

Tabanı beton, asfalt. Yarım küre tavanı demir parmaklıklarla örmüşler. Böyle kare kare. Dört duvar ise içbükey ayna ile kaplanmış. Herkes kendini görüyor ve yanındakileri. Ama tahrif edilmiş bir şekilde. Eçiş bücüş. İnce kalın, şişko, cılız. Hem Modigliani hem Picasso. Kalabalık ve havasız bir mekan. Çok gürültülü. Sanırsın iki dakikada bir, bir uçak kalkıyor yakından bir yerden. Ama vizen yok, üstelik pasaportuna el koymuşlar. Binemiyorsun uçağa. Belediye otobüsü gibi tıklım tıklım içerisi. Zaten dışarısı var mı ki? Bir yere gidiyor muyuz belli değil. Mekanın kendisi sabit de sanki, içerisi dinamik gibi gözükse de aslında kaotik. Bu bir uzay gemisi değil, uçak hiç değil. 

Quebecli ozan Gilles Vigneault ‘’Benim Memleketim’’  şarkısını söyler bir de ‘’Herkes Mutsuz’’. 

- Cehennem mi?

- Bilmem, hiç gitmedim ki!

Pis kokuyor burası. Sıcaktan galiba. 

Kadın, erkek, çocuk, yaşlı. Hepsinin suratı bir karış. Veba? Kimisi mırıldanıyor, kimisi alçak sesle bir şeyler söylüyor. Kimisi ise bas bas bağırıyor. Galiba herkes aynı dili konuşuyor. Ama kimse hangi dili konuştuğunu bilmiyor. Dolayısıyla da kimse kimseyi anlamıyor. Belki de dinlemiyor. 

Ve çıplak ışığın altında

On bin kişi gördüm belki de daha fazla

İnsanlar konuşuyordu bir şey söylemeden

İnsanlar dinliyordu bir şey duymadan

İnsanlar şarkılar yazıyordu hiç kimsenin söylemediği

Ve kimse cesaret edemedi

Sessizliğin sesini bozmaya

demişti Simon and Garfunkel 60’lı yılların Amerikan gençlik ortamını tasvir ederken. 

Raphael ise ‘’La Question est Why’’da (Soru, Neden Olmalı) sorusunun bir sözcüğünü İngilizce söyler:

 

Hat kötü

Boynun ağzımın üstünde

Eski motosikletin garajda

Ben senin yaşındayken…

Duymadım, bir daha söyle

Ne dedin?

Çılgınlık bu çılgınlık

(…)

Bir daha sor

Beni hakkaten seviyon mu?

Ama esas soru ‘’Neden?’’, ‘’Neden?’’

Bu mekanda müzik filan yok katiyen. 

Geçende gençler, ‘’Susamam’’ diyecek oldu. Hırtın biri bir söz fırlattı, neredeyse susmak zorunda kalacaktık.

Ama ille de bir şarkı gerekiyorsa perdenin arkasından, Syd Barrett gelecek herhalde: Wouldn't You Miss Me (Dark Globe) (Özlemeyecek misin beni? Karanlık Dünya)

Kimsenin kimseyi sevdiği de yok. Sessizlik de yok, sessizliğin sesi de yok. Ayrıca, Raphael’e ayıp olacak belki ama kimsenin kimseye soru filan sorduğu da yok.

Abartmayalım yine de. Kırk yılda bir serin bir rüzgâr esiyor. Sonra kesiliyor. Çünkü havalandırmanın marifeti. Elektrik kesilince soğuk hava da kesiliyor haliyle.

Bura sakinlerinin giysileri çok farklı. Kızılderili gibi giyinmişler var, yarı çıplak dolaşanlar da. Takım elbiseli adamlarla döpiyesli kadınlar sanki başka bir diyardan gelmişler buraya. 

Üstü başı kanlar içinde, esmer, bağrı yanıklar her köşede alevleri söndürmeye çalışıyor. Üfleyerek. Üniformalı bir takım adamlar ellerinde körüklerle ateşi harlamaya devam ederken.

-         Kim bunlar?

-         Oralı onlar.

-         Orası dediğin neresi?

-         Söyleyemem!

Çok fazla bir şey de istemiyoruz aslında. Biraz 1789, biraz 1871 yeter de artar hatta. Ama yok burada bu tarihlerin adı bile, boş yere aramayın. 

Pazar günü çoluk çocuk Yenikapı’ya Clio sergisine gittik.

Bizim kayınço Fatih Belediyesi'nde çalışıyor sanıyordu kendini. Meğerse kadrosu Büyükşehir’deymiş. İşten atmışlar. Ayın beşinde maaşı bankaya yatmayınca anladı. 

Kayyım nedir abiler?

Diyarbakır, Van ve Mardin neresidir ablalar? 


(*) Ece Ayhan, Açık Atlas

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi