Hüseyin Çakır
Adalet Yürüyüşü sonrası her şey aynı kalabilir mi?
9 Temmuz 2017 Maltepe Mitingi, Adalet Yürüyüşü’nün finali olarak noktalanıyor.
Bu yürüyüş, son yılların en sıcak günlerinin yaşandığı memlekette serinletici duş etkisi yaptı dersek abartmış olmayız.
Maltepe Mitingi, Türkiye’nin içine hapsedildiği kabuğu kırmak için zihinsel dönüşümle birlikte, demokratik yolla değişim talebinin dışa vurduğu günün başlangıcı olabilir.
Çok iddialı bir cümle olduğunun farkındayım.
Toplumun epeyce bir çoğunluğunun uzunca bir süredir umuda ihtiyacı vardı.
İktidarın ve çevresinin kendinden olmayanlara karşı kibirli, aşağılayıcı dili her kesimden kalp kırdı, azımsanmayacak kesimde nefreti körükledi. Bu durumdan iktidar yetkilileri pek rahatsız da olmadılar. Yıllarca devletin ve geleneksel orta sınıfın gadrine uğramanın acısını çıkartıyorlardı! Bu dil, bu nedenle AKP’liler ve oy verenler tarafından sempatiyle bile karşılanıyordu.
Muhafazakâr mütedeyyinler AKP iktidar ve devlet etrafında yeni bir "biz" kimliği oluşturduklarına inanıyorlar ve kendilerini devletin esas sahibi olarak görmeye başlamışlardı. Menzil ortaklığı da bu süreçte oluştu.
"Biz demek devlet, devlet demek biz" halini almaya başladı.
Bir bakanın "bizim yaptığımız yollarda yürüyorsunuz" kibirli sözü gibi kendini dev aynasında gören sözü ne Menderes, ne Demirel ne de Erbakan söyledi.
Bu vatanın sahibi biziz havası ve benim millet dediğim milletdir gibi ayrıştırıcı sözler, hareketler ve uygulamalar, laik, cumhuriyetçi geleneksel orta sınıfında dışlanmışlık duygusu ve öfke yarattı.
Aynı zamanda, muhafazakâr, mütedeyyin kentli orta alt sınıflar ve iktidarın nimet dağıtımından yararlanmayan/yararlanamayan bu kesimler kendileri doğrudan siyasal olarak mağdur olmasalar da, çevrelerinde gördükleri haksızlık, adaletsizlikler karşısında nefessiz kalmaya başlamışlardı.
İktidara yakın olanların kibri, devletçi, milliyetçi üstencilikleri muhaliflerin de ötesine geçerek AKP’ye oy vermiş, yöneticilik yapmış olanlara da yönelmesiyle "biz böyle olsun diye mi yola çıktık" sözü çok değişik yerlerden gelmeye başladı. Taşgetiren ve Dilipak gibi "esastan" eleştiri yapanlar "derin bir AKP" oluştuğunun farkındalar ve Perinçek ile çevresinin çizgisine gelmeyi içlerine sindiremiyorlar.
Kürtler ise tepeden tırnağa adaletsizlik bataklığının içindeler. Seçtikleri Milletvekilleri, Belediye Başkanları ya içerdeler ya da görevlerinden alındılar.
Bilen var mı? Görevden alınan tutuklanan Belediye Başkanları hakkında iktidarın önde gelenlerinin siyaseten söyledikleri, yolsuzluk, teröre destekle ilgili hazırlanmış fezlekelerde ne kanıtlar var? Kaç kişi bu suçlardan yargılandı hüküm giydi?
İşten atılan, tutuklanan akademisyenler, gazeteciler-yazarlar… bütün bunlar gözümüzün önünde oluyor.
İktidar medyasının önüne gelene çamur atarak karalamaları hızını alamayarak kendi içine doğru döndü.
Toplumun her kesimi için, dışa vurulan-vurulamayan sıkıntılı koşullarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü çok değişik kesimlerin sembolik veya geniş katılım desteği verdiği, sempati duyduğu, içini soğutan bir çıkış oldu.
Bu yürüyüşün belki de en belirgin niteliği "doğrudan iktidarı hedef almadan iktidar eleştirisi" içermesi.
Kılıçdaroğlu’nun "Yarın Adalet, bugün adaletsizlik yapanlara da lazım olacaktır" sözü vicdanlara seslenen bir söz.
Bu anlamda destek verenlerin Adalet talebi ile CHP’yi özdeşleştirmediler. Kılıçdaroğlu ile yan yana yürümekten rahatsız olmadılar.
Cumhurbaşkanı ve başbakanın yürüyenleri ve destekleyenleri teröre destek vermekle suçlayan açıklamalarına çevremizdeki tanıdık AKP’liler bile yüzlerini ekşitiyorlar.
Adalet Yürüyüşü ve mitingi sonrası siyaseten işi en kolay ve en zor olan CHP olacak.
CHP için yeni bir durum ortaya çıkmış oldu. Bu duruma göre hem içe hem dışa yönelik yeni söylem ve yapılanma kaçınılmaz olacak.
Ya da hiçbir şey olmamış gibi yola devam edilirse, gelen dalga PASOK veya
Fransız Sosyalist Partisini silip süpürdüğü gibi CHP’yi de aynı yere göndermesi kaçınılmaz olacaktır.
Bunun için: Birincisi değişmeden yola devam edilemez.
İkincisi, bu yürüyüş "hak temelli" talebin herkesi kucakladığını göstermiş oldu. Hiçbir seçmen yurttaş hiçbir partinin tapulu malı, otomatik oy makinesi değil, seçmeni kazanmak için sürekli iç içe olunması gerektiğini kanıtlamış oldu.
Bu süreç devam ederse bu muhalif hareket kendi dilini de kuracak ve artık "İzmir ve 10. Yıl marşı" vb. tarih müzesinde yerini alacaktır.
İKTİDAR ADALET YÜRÜYÜŞÜ DOĞRU OKUYAMAZSA MHP'LİLEŞİR
Ankara-İstanbul Adalet Yürüyüşü ve 9 Temmuz mitingi öncesi ve sonrası ne iktidar ne muhalefet aynı şekilde devam edemez.
Cin şişeden çıktı diye uçuk şeyler söylemek de gerçeği ifade etmez.
Muhalefet ve muhalifler açısından olumlu bir kırılma denilebilir ama bu bile erken.
Bu süreç, CHP- HDP ana omurgasında, sivil toplum ve bütün muhalif kanat önderleriyle ilişki ve diyalog sürekli kılınabilirse, bunun yaratacağı Adalet ve demokrasi talep eden hegemonya iktidara ya geri adım attırır… Ya da AKP-MHP koalisyonu bütün köprüleri yakarak, sistemi daha da otoriterleştirerek, kutuplaşmayı derinleştirebilirler.
AKP yönetimi MHP ile birlikte böylesi bir çılgınlığa yönelebilir mi? Suriye’de barış sağlanmadığı ve Suriye Kürtleri "dış ve iç tehdit" olarak görüldüğü sürece AKP-MHP koalisyonu devam eder, içte ve dışta her türlü macera sürpriz olmaz.
Sonuç da her şeye rağmen iktidar Adalet Yürüyüşü sonrası höt, zöt siyasete devam edemez; her eleştiriyi teröre, güvenlikçiliğe havale ederse hem siyaset hem toplumsal destek olarak radikalleşir, MHP’lileşir.
Başbakan şöyle bir açıklama yaptı: "Adaletin zamanında gelmesi için gayret edelim ancak bunun yeri yollar değil, Meclis'tir. Bir araya geleceğiz, konuşacağız. İşleri daha iyi hale nasıl getiririz, bunun çaresine bakacağız" dedi. Bu uzlaşma sinyali mi, şirin görünmek mi siz karar verin. Gerçi cümlenin devamında "Artık kabak tadı vermeye başladı. Bu işi burada bitirmek lazım" diyerek "emredici" lafını da söylemiş oldu.
İyi niyetli bir yorumla bu yürüyüşün ve mitingin başbakanı bu noktaya getirdiğini söyleyebilmek için, Başbakanın bu söylediklerinin devamının gelmesi lazım. Bunu da 9 Temmuz mitingine katılım ve Kılıçdaroğlu’nun önereceği yol haritası gösterecek gibi.
Yürüyüşün başladığı ilk günlerdeki sert tepki ilerleyen günlerde küçümsemeye, lümpen yorumlara dönüştü. İktidar ve MHP içeriye "belirlenen kişilerden başka konuşma olmayacak" demiş olmalı ki, aşağı yukarı aynı kişiler açıklama yaptı. Parti yetkilileri yerine iktidar medyasında "atış serbest" babında mangalda kül bırakmayan yorumlar yapıldı.
Evlere şenlik komplo teorileri gırla gitti.
Sonuç olarak: Adalet Yürüyüşü barışçıl eyleminin yarattığı sempati, iktidarın söylem hegemonyasını geriletti. İktidar önde gelenlerinin çatışmacı, kutuplaştırıcı, kriminalize edici suçlayıcı, küçümseyici açıklamalarına karşılık verilmediği için bu sözler havada asılı kaldı. Döndü dolaştı kendi üstlerine yapıştı.
AKP’nin yaptırdığı anket sonuçlarına göre, AKP’ye oy verenler arasında Adalet talebi ve yürüyüşe sempatinin arttığı ortaya çıkmış.
Adalet talebinin yaratmış olduğu söylem üstünlüğü ve ideolojik, siyasal ve değişik sosyal kimliklerin bir araya gelmesinin ortaya çıkarttığı enerji ve hegemonya karşısında hükümet, başbakanın söylediği gibi "İşleri daha iyi hale nasıl getiririz" noktasından mı hareket edecek yoksa "Demokrasi Nöbeti" çağrısı ile Adalet Yürüyüşünü gölgeleyecek! bir Güç gösterisine mi dönüştürecek.
İnşallah böyle olmaz.