Ragıp Zarakolu
Ak saçlı hocamdı benim
Cavit Orhan Tütengil, benim hem lisans hem master hem doktora seminer hocamdı. Vedat Günyol’un çıkardığı Yeni Ufuklar dergisine takıldığı için oradan da ayrı bir muhabbet vardı aramızda.
Onun öldürülmesi benim için hep büyük bir travma oldu. 12 Mart darbesinden sonra mahkûm olduğumda, aslında doktora sayfasını kapatmıştım, tez yazma safhasına geldiğim halde. 1974 affından sonra niyetim, her nedense pasaport alıp Heidelberg’e gitmekti, kafayı TC devletinin kodlarını çözmeye takmıştım, Hegel üzerinde yoğunlaşmak istiyordum, onun devlet felsefesi üstünde. 1991 yılına kadar pasaport alamadım.
Master için Tütengil’e "Türkiye’de Gençliğin Sorunları" diye bir araştırma yapıp vermiştim 1968 Nisan’ında. Daha sonra bu araştırmayı esas alıp, 1968 Eylül’ünde Ankara’da SBF’de toplanan Devrimci Eğitim Şurasına, Haziran işgallerinden sonra oluşturulan Öğrenci Örgütleri Dayanışma Kurulu adına tebliğ olarak verecektim.
Daha sonra Tütengil Hoca, tezimi yazıp doktoramı almam için hep ısrar etti. Sonunda 1979 sonbaharında yer aldığı İÜ İktisat Fakültesi yönetiminden doktoraya devam edebilmem için karar çıkarttırdı.
O iğrenç katletme haberi geldiğinde 35 değerli aydın ve yazar ile birlikte kurucularından biri olduğum Demokrat Gazetesinin hazırlık çalışması içindeydik. Gazeteyi Maraş kıyımının 1. yıl dönümünden önce çıkartmak istiyorduk. Nereden bilebilirdim ki, gazete provasının üzerinde çalışacağımız haberlerinden biri Tütengil Hocanın iğrenç bir suikasta kurban gitmesi olacak.
Cenazeye büyük bir öğrenci kitlesinin katılımı oldu. Ve cenazesine de rahat vermediler, saldırdılar. Yine de Zincirlikuya’ya ulaşmasını engellemeyi başaramadılar.
Cenazelere de saldırma, insanlık duygusunun ne kadar yittiğinin göstergesi değil de nedir?
Tütengil Hocanın, zaman zaman uğradığım Levent’te bahçeli bir evi vardı. Eşi Şükriye hanım da öğretmendi, kızları Deniz ve oğulları Kaya’yı özenle yetiştirmişlerdi. O evdeki aile içi karşılıklı sevgi ve saygı bağını asla unutamam.
Ve o evin her köşesine sinen acı asla dinmedi Tütengil Hocanın katlinden sonra. Buna karşın Deniz, babası gibi akademisyen oldu. Anneleriyle birlikte cinayetin hesabını sormaya devam ettiler.
Doktorayı tamamlama yerine, Demokrat gazetesinde yoğunlaşmaya karar verdim. O da 12 Eylül sabahı kapatıldı. Ondan sonra gazete çıkmasa da onun kurumunu ayakta tutmak uğraşı ile geçen 10 yıl.
Bu süreçte, Tütengil’in magnum opus’u sayılan "Az Gelişmişliğin Sosyolojisi"nin yeni baskılarını yaptık, Ayşe ile anısını canlı tutmak istedik.
Tütengil, 1963 yılında değişim programları aracılığıyla Londra’da kaldı ve British Museum’da Rıza Nur’un anılarını ortaya çıkaran o oldu. Burada kaldığı süre içinde yaptığı araştırmalara dayanarak, "Yeni Osmanlılardan Bu Yana İngiltere’de Türk Gazeteciliği, 1867-97" adlı kitabını hazırladı. (Belge Yayınları 1985) Bu kitabında Bedirhanların çıkardığı ilk Kürt gazetesi olan Kürdistan Hakkında da bilgi verdi. Tütengil Hoca, İktisat Fakültesi yanında, Basın Yayın Yüksek Okulunda da ders veriyordu. Az gazeteci onun öğrencisi olmadı. Anadolu’da yerel basın üzerine araştırmalar yaptı. Bunlardan biri de "Diyarbakır Basını" üzerine idi. Ne yazık ki, onun yerel basın üzerine araştırmalarını derleyip kitaplaştıramadık. Ayşe Nur ile onun "Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metod" adlı kitabını baskıya hazırlayıp, 1981 yılında AYKO (Ankara Yazarlar Kooperatifi) tarafından yayınlanmasını sağlayacaktık.
Tütengil, Tarsus’un Sebil köyünde doğmuştu, babası öğretmendi. Kendisi de Köy Enstitülerinde öğretmenlik yaptı. Haydarpaşa Lisesinde bursla yatılı okudu.
Her noktaya inanılmaz azmi ve çalışkanlığı ile geldi. Felsefe okudu, yetmedi ardından İktisadı bitirdi. 1942 yılında, arkadaşları ile "Değirmen" dergisini çıkardı. 1950 yılında bir yıllığına Fransa’ya yollandı. 1953 yılında eşiyle birlikte Köy Enstitüsünde ders verdiler diye Diyarbakır’a sürüldüler. Ama aynı yıl sınav kazanıp İÜ İktisat Fakültesi sosyoloji kürsüsüne asistan olarak girdi. 1956 yılında "Montesguieu’nün Siyasî ve İktisadî Fikirleri" konulu çalışmasıyla doktorasını tamamladı. Bu tezi ile 1957 yılında "Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü"nü aldı. 1960 yılında ise "İçtimaî ve İktisadî Bakımından Türkiye’nin Karayolları" konulu tezi ile doçent oldu.
Sosyoloji kürsüsünün başı, 2. Dünya Savaşı sırasında "İş" dergisinde, Nasyonalist Sosyalist Almanya’daki işçi örgütlenmesine övgüler düzen Ord. Prof. Dr. Fahri Ziya Fındıkoğlu idi. 2. sınıfta bize, "Karl Marx ve Sistemi" adlı kitabı üzerinden eleştirel dersler vermişti. Ben de kendisine, "Almanya’da Nazi Partisini İktidara Getiren Sosyo Ekonomik Koşullar" diye ödev hazırlayıp vermiştim. "Oğlum, bu bahis kapanmadı mı?" diyecekti bana teslim ettiğimde. 1968 baharında Öğrenci Derneğinin düzenlediği İktisat Haftasında verdiğim ilk konferansımı bu metne dayandıracaktım.
Tütengil, İÜ İktisat Fakültesi Sosyoloji bölümünün siyah kuşuydu. Ve bize en yakın duran hocalarımızdan biriydi. Fındıkoğlu, Tütengil’in profesörlüğünü engellemek için elinden geleni yaptı. Çünkü yerine çömezi saydığı Amiran Kurtkan (Bilgisever) hanıma bırakmak istiyordu. Öte yandan Fındıkoğlu, kürsüye Mehmet Eröz’ü de (1930 - 1986) almıştı.
Bu yüzden Tütengil’in Profesör olması 10 yılını aldı. Ama yine de Tütengil’in kürsü başkanı olmasını engelleyemediler.
1972 yılında doktora kurunda Tütengil’in iki öğrencisi vardı. Biri bendim, öteki ise Enis Öksüz. Enis Öksüz de Adanalı, yoksul bir köy çocuğuydu. Tütengil hoca gibi. İki kişi olduğumuz için Tütengil Hocanın masasının önündeki iki koltukta karşılıklı oturuyorduk.
Tütengil Hoca, MHP elitinin yetiştiği ve egemen olduğu bir kürsünün başkanı idi. Hepsi sorunsuz kısa sürede Prof. Dr. filan oldular. Ersöz erken öldü. Makro ekonomi üstadı sayılan Ülgener Hoca, "milliyetçi çocukları alacağız" deyip, bizim sınıfın vasat öğrencilerinden biri olan Tevfik’i (Ertüzün) asistan aldı. ‘68 yılında sınıfta sadece 2 ülkücü vardı, onlardan biriydi. Kimse de dokunmazdı. ‘80 öncesi İktisat Fakültesinde, Gülten Hoca dahil akademisyenler Tevfik’ten çekinir, yanında pek laf etmezlerdi. Tütengil hoca vurulunca haklı oldukları anlaşıldı. Bizim Tevfik sonra DYP’den mebus oldu. ‘98 yılında garip bir trafik kazasında öldü.
Hep düşünmüşümdür, birlikte doktora kuruna katıldığım Enis Öksüz, doktora hocası vurulduğunda ne hissetti, aynaya bakabildi mi diye? Ya da Amiran hanım ya da Mehmet Ersöz ne hisseti diye. Amiran Hanım 80’li yıllarda İslam’a yöneldi. Enis Öksüz, Ecevit/Bahçeli Hükümetinde Ulaştırma Bakanı olacaktı. Türkeş’in ölümünden sonra ise genel başkan adaylarından biri.
Sıkıyönetim Mahkemelerinde Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Yılma Durak’ın "ÜGD Ocak Başkanı Recep Öztürk'e Tütengil'i öldürmesi için izin verdiği" belirtildi. Sonuçta hiçbir şey çıkmadı. Yılma Durak 12 Eylül sonrası ağır işkence gördü, 6 yıl kadar hapis yattı. Bahçeli’nin derin devletin adamı olduğunu söyleyen Durak, İYİ Parti’nin kuruluşunda yer aldı. Eşi, General Evren’in cenazesinde hakkını helal etmediğini açıkladı. Tütengil suikastına adı karışan iki eski ülkücü Celal Adan ve Ali Doğan politika sahnesinde yer aldılar. Adan, DYP İstanbul İl Başkanı oldu, şimdi MHP milletvekili; İktisat Fakültesinden olan Doğan ise ANAP Kahramanmaraş Milletvekili oldu. Hatta devlet bakanı… Hepsi şirketler kurdular.
Tütengil dosyasını soruşturan savcı, Uğur Mumcu dosyasını soruşturan savcı gibi aileye, "fazla kurcalamayın, ardında derin şeyler var" diyecekti.
Ve gidenler geri gelmedikleri gibi her şey bir sis perdesi ardında bırakıldı.