Ragıp Duran
Akıl, artık azlak ve işsiz galiba
Aydınlanma Çağı’nın fişini çekmeye çalışıyorlar. Umberto Eco galiba boş yere Orta Çağ’a dönüşten söz etmemiş… Taksim’e yerleştirilen okçu heykelleri?
Bugün önemli ayrıntıları, saik ve gerekçeleri ile kahraman ve hainleri tam olarak hala ortaya çıkmamış 15 Temmuz Darbe Girişiminden 3-4 ay önceydi. Paris’te bir toplantıda ayaküstü sohbet ettiğim bir Alman akademisyen demişti ki:
Uzaktan, medyadan izliyorum sizin ülkenizi. 1933 Almanya’sına benziyorsunuz. Vahim!
Aynı Hoca’ya bu sefer yine bir toplantıda geçenlerde Aix’de rastladım:
Bizim Reichstag Yangımız vardı, sizin de 15 Temmuz’unuz oldu!, dedi.
Zaman ve mekan özellikleri bir yana, son zamanlarda Türkiye’de, evet, Nazi, Hitler, 1933 Almanya’sı ile kimi benzerlikler/paralellikler kurulmuyor değil.
1933 özel bir yıl olsa gerek. Şimdi biraz daha yakına dönelim:
Muhafazakârlık, aslında Reagan/Thatcher/Özallı yıllardan, yani 80’lerden beri ite kalka sahneye çıkmak amacındaydı. Yeni Dünya Düzeni filan derken 1989’da Duvar yıkıldı, (Reel) Sosyalizm çöktü, neo-liberalizm tek kutuplu bütün dünyayı fethetmeye başladı. Zaten artık ‘’Tarih bitmişti’’, ‘’İdeolojilerin de sonu’’ gelmişti. Oysa ki, insan var oldukça tarih de var olacaktı ve ‘’İdeolojilerin Sonu’’ tezi de piyasaya son çıkan ideolojilerden sadece biriydi!
Bu Yeni Muhafazakârlık (Neo-con) aşırı sağ idi, milliyetçi hatta ırkçı idi. Mülteci sorunu bahane edilerek yabancı düşmanlığı da prim yapıyordu. Kadınlar, çocuklar, LGBTİ’ler bombardıman altındaydı. Bütün Ötekilerin karanlık günleri başlamıştı. Batı’da, İslamiyet şeytanlaştırıldı. Bu süreçte Müslümanlık adına yapılan siyasi, ideolojik, askeri operasyonların da mutlaka payı var.
Hukuk, Siyasal Bilimler, Uluslararası İlişkiler, Sosyoloji bölümlerinde ders olarak okutulmaya başlandı ‘’Muhafazakârlık’’, çünkü bu ideoloji giderek yaygınlaşıyordu her yerde: Popülizm, Türkçesiyle halk dalkavukçuluğu… Son iki yılda sadece Fransa ve İngiltere’de popülizm hakkında yayınlanan, gazete ekleri, popüler kitaplar, akademik makaleler ve TV muhabbetlerini bir araya getirseniz kocaman bir kütüphane çıkar ortaya.
Dünyanın siyasi haritasına da yansıyor tabi bu yeni kalkışma: ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Türkiye’de Erdoğan, Macaristan ve Polonya’da da iktidar bu akım. Kuzey Kore’de bu ideolojinin bir karikatürü oturmuş tahta. Fransa’da ikinci parti, Hollanda ve İskandinavya’da da güç kazanıyor Gamalı Haç’ın 21.yüzyıldaki yansımaları.
Geniş kesimlerin çeşitli sorunlarına onlarca yıllardır çare üretemeyen yerleşik düzene ve elitlere karşı çıkan kimi kesimler, mevcut sistemlere gerçek bir alternatif yaratılmamış olduğu için sağa, milliyetçiliğe, muhafazakârlığa kayıyor giderek. Savaşlar, işsizlik, mülteciler gibi sorunlar da, insanlarda Güvenlik ihtiyacını kamçılıyor. Buradan yola çıkınca da Güçlü Devlet, Tek Adam, Otoriter Lider kavram ve uygulamalar da bu bağlamda çözüm olarak pazarlanıyor. İlginçtir sağın yükseldiği ülkelerin çoğunda, din, bayraktar rolünde. Şimdilik alternatifsiz görünen ya da kendini öyle hisseden toplumlar, her geçen gün Din’e daha fazla sığınıyor.
Beni daha fazla ilgilendiren işin medya kısmı:
Sağcılığın bu yükselişinde medyanın konumu, işlevi, rolü ne oldu?
Fake News meselesi sıradan bir medya sorunu mu, yoksa bu yükselişin bir boyutu/unsuru mu?
Yurttaşlar, okurlar neden giderek daha çok kanaatlere inanıp, olgulara sırt çevirmeye başladı?
Sosyal medya, her birimizin kendi özel medyasını yaratıp, güvenli bir bölge oluşturmamızı mı sağlıyor? Sosyal medya bizi daha mı çok sosyalleştiriyor yoksa daha çok tecrit mi ediyor?
Medyada acaba kim ne zaman, ‘’Yaa biraz da kendi dertlerimizi, büyüklerimizin dertlerini, devletimizin dertlerini değil, hitap ettiğimiz yurttaşların, gazetemizi satın alan, radyomuzu dinleyen, televizyonumuzu izleyen insanların dertlerine eğilsek’’ diyecek?
Charlie Sykes, ABD’nin önemli muhafazâkar gazetecilerinden biri. Radyo programları çok popüler. Dinleyicileri ile özel ilişkileri var. Muhafazakârlığın, bilhassa Trump’dan sonra benimsediği güzergâhtan çok rahatsız. Geçenlerde Nieman’a gelmiş, meslektaşlarla sohbet etmiş. Yukarıda sıraladığım sorulara yanıtlar aramış/önermiş. ‘’Bugün olumsuz olan herşey yarın daha da kötü olacak’’ diye bir kehaneti var. Sonbaharda bir kitabı çıkıyor. Onun da başlığı: ‘’Sağ, Aklını Nasıl Yitirdi’’.
ABD’de bile (!), aklı başında sağcılar da artık bu soruyu gündeme getiriyor. Sağ’ın, Aşırı-Sağ’ın henüz yeterince geniş bir alanda, siyasi-ideolojik-ekonomik-kültürel hegemonyasını tam olarak kuramadan, bu belayı somut ve ayrıntılı bir şekilde tahlil edip, gerekli karşı önlemleri bir an önce alamazsak, ‘’Demokrasinin Sonu’’ başlıklı kitaplar yayınlanmaya başlar.