Ergun Babahan
AKP’nin Cahil Cesareti her yerde duvara tosladı
Kızımız Esma için gözyaşı döktüler, Mısır’daki darbe yüzünden Amerika’ya ve Suudi Arabistan’a demediklerini bırakmadılar, masalarının üzerine dört parmak heykelcikleri koyup meydanlarda Rabia işareti yaptılar…
Geldikleri nokta, Rabia’nın terörün simgesi ilan edilmesi…
Hem de herkes tarafından… Suudi Arabistan bir hamle ile Müslüman Kardeşler ve Hamas’ı devre dışına atıverdi. Onlarla birlikte Türkiye’yi de… Suudi Arabistan Kralı yarın öbür gün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ardından gözyaşı döktüğü Esma için ‘‘Ama onun cebinden de bilye çıktı’’ derse şaşırmamak gerekecek.
Oysa, ‘Oynak merkezli diplomasi’ teorisine göre, Türkiye İhvan’ın lideri olacaktı. Suriye, Mısır, Filistin, Tunus derken İsrail’i kuşatma altına alacak, Yeni Osmanlı olarak bölgeye dönüş yapacaktı. Mısır’a anayasa yazıyor, Musri’yi aldığı azınlık oyuna rağmen ülkenin tek hakimi gibi davranmaya zorluyorlardı. Sonuç ortada...
Oynak merkez diplomasisi olamadı ama ‘‘kıçı-başı oynayan’’ diplomasi oldu.
Ne dediyse yutmak zorunda kalan bir güç haline geldi Türkiye.
Şu anda, kullanabildiği tek güç olan mülteciler üzerinden Merkel’i parmağında oynatıyor görünüyor ama o da Alman seçimlerine kadar.
Suriye’de Esad’ı altı ayda devirme hayali kuruyordu, şimdi sınırındaki uçsuz bir coğrafyada Kürt oluşumuyla yaşamak zorunda. Hem de IŞİD’in Kobane’ye dayandığı andan itibaren neredeyse tüm mesaisini bu gelişmeyi önlemek üzerine harcamasına rağmen.
Ne diyordu Erdoğan? Musul’da da, Rakka’da da olacağız… Hem sahada, hem masada olacağız…
Olabildi mi?
Hayır. Hem Musul, hem Rakka operasyonunu televizyonlardan izlemek zorunda kaldı. Bir zamanlar hakkında ‘‘Türkiye’nin Kissinger’ı’’ diye yorum yapılan Ahmet Davutoğlu gitti ama Türkiye’nin dış politikasının çaresizliği bitmedi.
Çünkü AKP’nin aklının ötesinde bir hırsı var. Demokratikleşme sürecinde kendisine verilen destek gözünü kararttı ve kendisine gerçek bir küresel ve bölgesel güç olarak görmeye başladı.
Öyle bir küresel düşünün ki, dünyanın ileri teknoloji çağına girdiği bir dönemde en büyük iddiası, ‘yerli otomobil’ yapabilmek. 1900’lerin teknolojisini vizyon diye pazarlayan bir zihniyetin dış politikada gerçekleri görüp başarılı olabilmesi elbette mümkün değildi.
AKP’ninki ‘Cahil cesareti’ idi ve bunun bedelini Türkiye orta ve uzun vadede ağır biçimde ödeyecek.
Gelinen noktanın bir diğer nedeni, muhalefetin dış politikayı milli bir mesele olarak görüp farklı bakış açıları sunamaması oldu. Dış politikayı, ‘‘üniter devlet’’in kaçınılmaz bir uzantısı olarak görenler, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’yi izlemeye alması, Suriye’ye askeri harekat yapılması gibi sayısız konuda AKP’nin askeri gibi davrandı.
Üçüncüsü ise, Türkiye’nin içinin düzensizliği oldu. Kendi evini temizlemekten aciz bir ülkenin başta komşuları olmak üzere, bölgeye düzen vermesi imkansızdı.
Sonuçta da Türkiye’nin elinde sadece hayalleri kaldı…
Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar için yaptığı girişimleri zafer ve güç yansıması olarak yansıtacak bir çok medya kalemşoru çıkacaktır. Ama Katar sonuçta Türkiye’nin arzuladığı değil, Suudi Arabistan’ın istediği çizgiye gelecektir.
Erdoğan için Kabe’yi açtıran Suudi Kralı, bölgesel çekişme söz konusu olduğunda Türkiye ve Erdoğan’ı değil, Mısır ve Sisi’yi tercih etmiş, Ankara’yı bölgede iyice yalnızlaştıran bir adım atıverdi.
Cumhuriyet’in kurucu aklı, Ortadoğu gerçeğini iyi görmüş ve kendisini buranın dışında tutma kararı almıştı. Bugün tanıklık ettiğimiz olaylar, bunun ne kadar basiretli bir karar olduğunu gösteriyor. Osmanlı deneyimi yaşayan kadroların, cesaret ve aklı bugünkü yöneticilerden az olduğu için böyle bir karar almamıştı, yaşayıp gördüğü ve bildiği için almıştı bu kararı.
100 yıllık bir parantezi kapatıp Cumhuriyet’in yanlışlarını düzeltme iddiasındaki AKP ise cehaleti ve bağnazlığıyla, koca ülkeyi giderek içinden çıkılmaz bir noktaya getirdi. Bunlar daha iyi günler, geleceğe bakınca iyimser olmak ise mümkün değil.