Anayasa ve namus

Anayasayı yok sayan her davranış, aynı zamanda toplumun bütüncül namusu/nomos’u olarak anayasayı anlamsızlaştırmak anlamını taşımaktadır. Buradan hareketle, “anayasasızlaşma”nın “nomossuzlaşma”, yâni “namussuzlaşma” demek olduğuna dikkat çekilmelidir.

Türkiye’de hâlâ bir anayasadan söz etmenin anlamı kaldı mı, bilmiyorum. Anayasa’nın kâğıt üzerinde kaldığı, uygulamada herhangi bir etkisinin olmadığı her gün, idarenin ve yargının çeşitli kararlarıyla sürekli kanıtlanıyor. Böyle bir ortamda anayasa konusu da kuşkusuz anlamsızlaşıyor. Haklı olarak “anayasasızlaşma” veya “anayasasızlaştırma” diye de adlandırılan ve geçmişi en az on yıl öncesine uzanan bir dizi gelişmeyi içinde barındıran bu durum, pat diye ve bâzen ileri sürüldüğü gibi devlet gücünü kendi elinde toplamayı beceren bir kişinin ve partisinin tek başına gerçekleştirdiği bir şey değil. Bu gelişmenin ardında, toplum olarak sâhip çıkmayı değerli saydığımız bir temel yasa vücûda getirememiş olmamızın büyük payı var.

Bir diğer deyişle, Türkiye’deki insanlar kendilerini toplum olarak birarada tutabilecek temel ilke ve normlar üzerinde, kendi irâdelerini de işin içine kattıkları bir anlaşmaya varabilmiş değiller. O yüzden de, birbiri ardına yapılan ve adına anayasa denilen metinler, her kriz ortamında darmadağın oluyor, anlamlarını ve bağlayıcılıklarını yitiriveriyorlar. 1924 Anayasası’nın 1945 sonrası başına gelenler, 1961 Anayasası’nın 12 Mart 1971 sonrası geçirdiği değişiklikler ve sonrası, 12 Eylül 1980 cuntasının yazdığı ifâdeyle “Türk milleti tarafından demokrasiye âşık Türk evlâtlarının vatan ve millet sevgisine emânet ve tevdi ettiği” 1982 Anayasası’nın hâl-i pürmelâli ortada.

Anayasa’nın, “demokrasiye âşık Türk evlâtlarının vatan ve millet sevgisine emânet ve tevdi” edilmiş olması havalı bir söz gibi dursa da öyle değil. Cumhuriyet’in temel kuruluşunun ana sorunlarından biri olan etnik milliyetçiliği yansıtması bir problem. Bir diğer problem, emâneti verenin “Türk milleti” olarak yazılmış olması. Nihâyetinde, Anayasa halk oylaması ile kabûl edildiği için, böyle yazmak uygun görülmüş olmalı. Yoksa Anayasa’yı yapan bir askerî cunta ve onun atadığı meclis, milletin buradaki rolü sâdece seçmenler olarak evet oyu vermek.

Benim asıl dikkat edilmesini istediğim husus ise “emânet” ifâdesi. Bu sözcüğü duyunca, ilk çağrışım, “hıyanet” veyâ “ihânet”, daha doğrusu “emânete hıyânet edilmez!” kuralı olmuyor mu? Bu bir kural, hem bir ahlâk, hem de bir hukuk kuralı. Ahlâk kuralları ile hukuk kurallarının böyle içiçe geçtiği bunun dışında da pek çok örnek bulabiliriz. Bu nedenle olsa gerek, bâzen “hukuk asgarî ahlâktır” da denilmektedir. Ancak, ahlâk ile hukuk arasındaki en önemli farklardan biri, ahlâkın kişiyi “vicdânen” bağlarken, hukukun bağlayıcılığının ise kişiye dışardan yöneltilen müeyyideler, yâni zor kullanma tehdidi ile sağlanması biçiminde ifâde edilmesi de çok yanlış değildir.

Tabiî, ahlâkî kuralları tümüyle yok sayan bir bireyin toplumsal hayat içinde rahatça yaşayabilmesi de zorlaşacağını düşünerek, “toplum baskısı”nın ahlâk kurallarının bağlayıcılığı bakımından bir “dışsal unsur” gibi devreye girebildiğini ileri sürebiliriz. Bu durumda, bir toplumda geçerli olan ahlâk kurallarına bireylerin uyması, sâdece vicdânî bağlayıcılıkla açıklanamayacaktır.

Toplumsal olarak geçerli kabûl edilen ahlâk kuralları deyince, herhâlde çoğumuzun aklına “namus” kavramı gelecektir. Namus deyince de, iffet kavramı başta olmak üzere, ataerkil âile değerlerine has, temelinde kadının erkek tarafından kontrol altında tutulmasına varan hayli iptidâî bir kavramın popüler olduğunu belirtirsek çok yanlış yapmayız sanıyorum. Buna ek olarak, örneğin dürüstlükten ayrılmanın muhtelif tezâhürlerinin “namussuzluk” sayılarak kötülenmesi, devirden devire değişiyor. Türkiye’de, “benim memurum işini bilir!”den bugünlere bu konuda epeyce yol alınmış vaziyette.

NAMUS

Oysa “namus”, bugün yaygın olarak kullanılan anlamının ötesinde anlamları olan bir kavram. Kamusal mevkilerde yetki kullanan pek çok kişinin görevine başlarken ettiği yemin metinlerinde geçen bir sözcük. “Namusum ve şerefim üzerine and içerim!” Burada namus, herhâlde bir insandan beklenen normal, olması gereken davranışları anlatıyor. İnsan olmanın gereği olarak yapılması gereken davranışlar, yâni meselâ yalan söylememek, sahtekârlık, hırsızlık yapmamak, çalıp çırpmamak, kimsenin hakkını yememek, hepsi “namus” kavramının içinde.

Namus kavramı ile ilgili ilginç bir nokta, Türkçe’ye Arapça’dan geçmiş olan bu kavramın kökeninin Eski Yunanca (Grekçe) olması. Bu nokta ilginç olduğu kadar önemli de. Zîra Arapça’ya namus olarak geçmiş olan Yunanca “nomos”, yasa anlamına geliyor. Burada yasa teriminin Eski Yunan dünyasındaki özgür anlamını kavraman için, bir iki noktayı hatırlamalıyız.

Eski Yunan dünyâsı, bilindiği gibi, aynı zamanda felsefenin, yâni hakîkatin bilgisinin insanın aklî uğraşlarıyla elde edilebileceğini kabûl eden bir arayışın doğduğu dünyâ. Buradaki hareket noktası, doğa ile toplum arasında bir ayrımın fark edilmesiyle belirleniyor. Bugün de geçerli olan bu ayrıma göre, doğa olaylarını düzenleyen, yöneten ve yönlendiren kurallar, yâni “doğa yasaları” olduğu gibi, toplumsal hayatı düzenleyen “toplum yasaları” var. Bu iki yasa türünün de yapıcı insanüstü veyâ insan ötesi, ilâhî, tanrısal bir irâde ise, böyle bir kabûl geçerli olursa, bu durumda yapabileceğimiz tek şey doğanın ve toplumun yasalarına itaattir, zîrâ bunlar bizim irâdemizle değiştirilemez kurallardır.

Eski Yunan dünyâsında “nomos” kavramının “yasa” anlamında kullanılması, doğa yasaları anlamındaki “physis” (fizik!) kavramından apayrı bir nitelik taşıyan kuralları anlatmak amacıyla olmuştur. Bir diğer deyişle nomos, physis’ten farklı olarak, insanın irâdî olarak yaptığı, koyduğu, benimsediği kurallar anlamında “yasa”yı ifâde etmektedir. Eski Yunan düşüncesini siyâsî düşüncenin başlangıç noktası olarak alan en ünlü klâsik eserlerden biri olan George Sabine’in eserinde “physis-nomos” ayrımı “doğa-konvansiyon” ayrımı olarak anlatılır. Burada konvansiyondan, yeni Türkçe karşılığıyla “uylaşım”dan kasıt, toplumsal hayat içindeki davranışları düzenleyen kuralların, doğayı düzenleyen kurallardan farklı olarak, toplum tarafından üzerinde anlaşma sağlanmış kurallar olmasıdır.

Bu tarz bir îzah, nomos ile toplumsal ahlâk kuralları anlamında “namus” kavramı arasında da bir bağ kurmamıza imkân vermektedir. Bununla birlikte, bir diğer ilginç nokta, Eski Yunan dünyâsında nomos kavramının M.Ö. 5. yüzyıldan îtibâren yasa anlamında kullanılmaya başlandığıdır. Bu kullanımda nomos, “toplumsal anlaşma” ürünü kurallar tanımının ve buna bağlı “nasum” kavramının çağrıştırdığı türden “yazısız kurallar” gibi değil de, bir yasa koyucu tarafından vâz edilmiş yazılı yasa olarak anlaşılmaktadır. Konuyu daha da ilginç kılan bir diğer bilgi ise, M.Ö. 5. yüzyıldaki bu değişimin Eski Yunan dünyâsında bilinçli bir tercih olarak, yâni ilâhî yasalardan insan yapımı yasalara geçişe karar verilmesiyle gerçekleştiği, bir anlamda devrimci bir dönüşüm niteliğinde olduğudur.

“NOMOS” YA DA NAMUS OLARAK ANAYASA

Bu kısa târihî gezinti bize, nomos-nâmus çiftinin, Yunanca ve Arapça’da, farklı dönemlerde de olsa, toplumsal hayâtı düzenleyen kurallar anlamında kullanıldığını gösteriyor. Buna ek olarak belirtmemiz gereken bir diğer nokta ise, Eski Yunan’ın en önemli filozoflarından Plâton’un nomos’un çoğulu olan “Nomoi” adını verdiği bir eserinin varlığıdır. Türkçe’de “Yasalar” adıyla tercümesini bulabileceğimiz bu eserin konumuz bakımından en çarpıcı özelliği, ideal devlet düzeninde hakikâtin bilgisine sâhip bir kişi olarak filozofun “yasasız yönetimi”ni savunmuş olan Plâton’un, bu eserinde yeryüzünde kurulabilecek ve bozulması en zor devlet biçimi olarak, “yasalar”ın hâkimiyetinde bir devlet düzenini öngörmüş olmasıdır.

Plâton’un burada çoğul biçimini kullandığı “nomos” kavramı, aslında, sıradan herhangi bir yasayı değil, “temel yasalar”ı ifâde eden bir kavramdır. Bu anlamıyla kavram, bu yazının başında değindiğim, insan yaradılışının gereği olan temel davranış kurallarını anlatan ve bizdeki namus kavramıyla da bu açıdan örtüşen kavramla da yakınlaşarak, insana ve topluma en yaraşır temel kuralları anlatmaktadır.

Böyle baktığımızda, ilginç bir biçimde nomos (ya da çoğul olarak nomoi) kavramı ile bir devletin anayasal düzenini sağlayan kurallar arasında doğrudan bir bağlantı kurabilmekteyiz. Bu anlamda nomos (nomoi) eşittir anayasa (anayasal normlar) dersek, yanlış bir şey söylemiş olmayız. Aksine, her şeyden önce temel yasa anlamında nomos ile anayasa arasındaki özdeşliği dile getirmiş ve bu anlamda anayasanın üstünlüğü ilkesini bir kere daha vurgulamış oluruz. Bu, boşlukta yankılanan bir vurgu da değildir zîra, düşünce târihinde ve çağdaş araştırmalarda, bâzen anayasanın (hukukun) üstünlüğü anlamında “nomokrasi” (yasalara-hukuka bağlı yönetim) teriminin kullanıldığını biliyoruz.

Buna ek olarak, devlet yönetiminin anayasaya bağlılık içinde gerçekleştirilmesi ile “namuslu yönetim” arasında da doğrudan bir bağ olduğunu söyleyebilme imkânımız bulunmaktadır. Bu sonuncuyu tersinden ifâde edersek, anayasayı yok sayan her davranış, sâdece namus üzerine edilmiş yeminlerin veyâ namuslu olmanın ihlâli anlamına gelmeyip, aynı zamanda toplumun bütüncül namusu/nomos’u olarak anayasayı anlamsızlaştırmak anlamını taşımaktadır. Buradan hareketle, “anayasasızlaşma”nın aynı zamanda “nomossuzlaşma”, yâni “namussuzlaşma” demek olduğuna dikkat çekilmelidir.


Levent Köker: Ankara Hukuk Fakültesi mezunu (1980). Yine Ankara'da, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yaptı (1987). Gazi Üniversitesi'nde, Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. ODTÜ, Bilkent, Atılım ve Yakın Doğu üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1997'de Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Kurucu Dekanlığını üstlendi. Oxford , Princeton, New School for Social Research ve Northwestern (2017-18) üniversitelerinde konuk araştırmacı olarak çalıştı. Barış İçin Akademisyenler'le birlikte "Bu Suça Ortak Olmayacağız" beyanında bulunduğu için, Yakın Doğu Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı (2016). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İki Farklı Siyaset, Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye adlı kitapların yazarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Levent Köker Arşivi