Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Antakya'nın üç kuşaklık kültür ocağı nasıl söndürüldü

'Antakya’da Barutçular, 1943’ten beri halen iki kitabeviyle faaliyetlerine devam ederken, Yenerler faaliyetlerine bir süre önce son vermişlerdir.' ... Ailecek halkların kardeşliğini aile düzeyinde hayata geçiren Yenerlere bunun bedeli ödetiliyor

Antakya’da 80 sonrasında soluk alınan yerlerden biri de Yener Kitabeviydi. 80’lı yılların sonlarında Yalçın Küçük ile birlikte, orada bir panele katıldığımı hatırlıyorum. Bir keresinde Erdoğan Yener arabası ile Ayşe ile ikimizi şair Ahmet Telli ile Adana’da uçağa yetiştirmeye çalışırken, önümüzdeki kamyondan düşen saman balyası altımıza girip alev alacaktı. Fark ederek hemen durmasak belki de havaya uçacak ve kimse bunun bir kaza olduğuna inanmayacaktı.

80’li yıllarda Kürtçe nasıl yasak ise Hatay ilinde de düğünlerde Arapça türkü söyleyip dansetmek yasaktı.  Cemil Meriç’lerin, Halit Çelenk’lerin, Veysi ve Ayşe Sarısözenlerin yetişme mekanı olan Antakya, 80 darbesinden sonra demokratikleşmenin en erken başladığı, insan hakları hareketinin ses getirdiği yerlerden biri oldu.

Ama RTE ve Davutoğlu ikilisinin balıklama daldığı Suriye macerasının bedelini en ağır ödeyen yerlerden biri oldu Antakya. Antakya eski bildiğimiz, sözde "hoşgörünün" egemen olduğu bir yer değil. Artık makyaja da gerek duymuyorlar. Hatay’ın yüzyıllardır yerli halklarından olan Kürtleri ve Nusayri Alevileri iyice hedef tahtası haline geldi.  Zaten Hristiyan olanlar zaman içinde çoktan eritilmişti.

Vilayet, cihatistlerin üssü ve transit merkezi haline getirildi. Vilayetin yerli halkı kendini işgal altında hissediyor.

Oldum olası Hatay valileri, ülkeye 39 yılında katılması nedeniyle olsa gerek, hep istihbaratçı valilerce yönetildi. Zaten ilk Hatay valisi de özel yetki ile Ankara’dan gelen o zamanın namlı emniyet genel müdürlerinden Şükrü Sökmen Süer olacaktı. Daha resmen Hatay ilhak olmadan, sözde bağımsız iken, oraya demir atacak, bu bir yıllık cumhuriyetin ilk siyasi tutuklusu,  Marksist eğilimleri ve çok kitabı olması nedeniyle Cemil Meriç olacaktı.

O sıralarda kısa bir süre serbest kalan ve Suriye’ye geçmeye çalışırken yakalanan Hikmet Kıvılcımlı’nın sorgusunu bizzat yapan da, en azılı anti komünistlerden biri olan,eski Teşkilatı Mahsusa elemanı Şükrü Sökmen Süer olacaktı. Bu zatın 15 kırımında ve onun faillerinden biri olan Diyarbakır valisi Dr. Reşit Beyin tutuklu olduğu Bekirağa Bölüğünden kaçırılmasında rolü olduğu bilinir.

İstihbaratçıların vali yapıldığı iki kritik yer de Edirne ve Kars’tır. Her halde bir süreliğine de kontrol dışına çıkmış olmalarından dolayı olsa gerek, Ankara bu üç kente hep kuşkuyla bakmıştır.

Böyle bir yörede, üç kuşak gazete dağıtıcılığı, sendikacılık, kitapçılık yapmak kolay iş değil.

Geçmişten gelen sol kültür geleneği ile Üç katlı Yener Kitabevi, İstanbul’daki Pandora Kitabevi, Ankara’daki Dost ve İmge Kitabevi ile eş değer yazar, aydın ve sanatçıların buluşma mekanı idi. Çeşitli Paneller ve imza günlerine ülkenin en seçkin yazarları katılır, Antakya’daki okurları ile buluşur, sıcak anlar yaşanırdı.

2002 yılında Murathan Mungan şöyle yazıyordu: "Bir şehre girer girmez bu kadar sevdiğim olmamıştı pek. Bir şehir olarak Antakya beni heyecanlandırdı. İlk fırsatta yeniden Antakya’ya gideceğimi biliyorum. Yener Kitabevi’nin bir dizi etkinliğinin ilk konuğuydum; benden sonra da sürdüreceklermiş. Fatoş ile Erdoğan, şehrin tek kitabevinin sahipleri. Erdoğan, İskenderun’dan bu yana üç kuşaktır kitapçı bir ailenin oğlu... Küçük şehirlerde kitapçılık yapmak ayrı bir sevgi, ilgi ve sadakat istiyor.Havanın aşırı sıcak olmasına karşın, salon hıncahınç dolu… Kapıdan dönenler oluyor. Bu sıcakta insanları bunaltmayayım, diye söyleşiyi kısa tutmaya çalışıyorum ama soruların ardı arkası kesilmiyor".

Adnan Satıcı 2005 yılında şöyle anlatıyor: "Antakya'daki etkinlik programımız Yener Kitabevi tarafından üstlenmişti. Güzel bir mekan. Üç katlı kocaman bir yer. Eşine Ankara'da, İstanbul'da rastlayabileceğiniz türden. Sahipleri Fatoş ve Erdoğan Yener'i tanımaktan büyük sevinç duydum. İnancına ve umuduna sahip çıkan insanlara derin bir saygı duyarım, onlar karşısında da aynı duygu içimi kapladı. En canlı etkinlik burada En canlı etkinlik burada gerçekleşendi, dinleyici sıralarında oturan insanların yüzlerindeki insanca sıcaklık, aydınlanmış bilinçlerden yansıyor olmalı düşündürüyor insanı. Şiiri, edebiyatı bilen insanlar karşısında konuşmak, hiçbirimizi yormadı".

2008 yılında Yener Kitapevi "Şairin Sözü Var" sloganıyla Antakya’lıları Şair Şükrü Erbaş, Neşe Yaşın, Metin Kaygalak ve Orhan Kahyaoğlu’la buluşturdu….

2010 yılında çıkan bir yazıda, " Mehmet DüzYayıncı değil, gizli şair ... İskenderun ve Antakya'da bir dizi söyleşi, imzagünü düzenlemiş. ... Bir de Antakya Arkeoloji Müzesinde…Antakya'daki etkinlik programımız Yener Kitabevi tarafından üstlenmişti" deniyor.

2005 yılında,  N i d a N e v r a S a v c ı l ı o ğ l u şunları yazıyor: "Antakya'dan mektup var! Yener Kitabevi ve Antakya'da yaşayan edebiyatseverlerin işbirliğiyle "Öykü Akşamları" projesi hayata geçmiş. 12 Ağustos tarihinde birincisi gerçekleştirilen "Öykü Akşamları"nda önce Fatoş Yener ve Sevim Salmanoğlu öykü üzerine aforizmalar okumuş, sonra Ferit Sürmeli ile Muhsin Boz kendi öykü serüvenini aktarmış ve öykülerini seslendirmişler. Ustalara saygı bölümünde E. Allen Poe'nun yaşamı ele alınmış ve yazarın bir öyküsü okunarak program sonlandırılmış. Mektubun sonunda önümüzdeki ay için ön hazırlıkların başladığı yazıyor!"

2011 yılında seçim izlenimlerini aktaran gazeteci Vecdi Erbay, "Antakya’da Fatoş Yener’le tanıştım, ki kocasıyla birlikte, insana dostlukların en sahicisini hatırlatıyorlar" diye yazıyor.

Antaklılı araştırmacı yazar Müslüm Kabadayı ise,.2016 yılında Antakya’daki kütüphanelerin tarihine ilişkin yazısında, "Antakya'da ilk ‘Umumi Kütüphane’ Kral Antiochus I döneminde kurulmuş (M.Ö. 195), ilk kütüphaneci olarak şair ve fikir adamı Euphorion atanmıştır…." diyor ve şöyle devam ediyor:

"Antakya’da Hatay Devleti’nin kurulması ve 10 ay 20 gün sonra Türkiye’ye ilhak edilmesi sonrasında Antakya ve İskenderun’da etkin olan iki kitapçı aileden de söz etmekte yarar var. Antakya’da Barutçular, İskenderun’da Yenerler. Bunlar kitapçılık yanında gazete ve dergilerin Hataylı okurlara ulaşmasında da uzun yıllar katkıda bulunmuşlardır. "

Fatoş Yener’in BDP’de siyasal çalışma yapmaya başlamasından sonra üzerlerinde başlayan ağır baskı, ilçe başkanı olmasıyla birlikte yoğunlaşıyor. Özellikle 2010 Newroz’undan Dörtyol’da Kürtlere yönelik ırkçı kıyım girişiminde bulunulmasından sonra. Buna rağmen Hatay Demokrasi Platformu olarak Dörtyol’a ulaşmayı başarıyorlar. Parti başkanı Demirtaş’ın ise il sınırından girmesine izin verilmiyor.

Müslüm Kabadayı, "Antakya’da Barutçular, 1943’ten beri halen iki kitabeviyle faaliyetlerine devam ederken, Yenerler faaliyetlerine bir süre önce son vermişlerdir" diye noktalıyor , Antakya Kütüphanelerinin tarihine ilişkin yazısını.

Peki, ne oluyor Yenerlere, başlarına ne geliyor? Ailecek halkların kardeşliğini aile düzeyinde hayata geçiren Yenerlere bunun bedeli ödetiliyor. 2011 yılı Gülen/RTE ikilisinin BDP’ye yönelik kitlesel tutuklama ile fiili cezalandırma operasyonları, elbette Yener çiftini de hedef haline getiriyor ve ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmaları ile üç kuşaklık bir geçmişi olan bir kültür ocağı kapanıyor. Diğer bazı örneklerde olduğu gibi. Onların hikayesini de bir başka sefere anlatalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi