İlker Demir
Anti Emperyalizm üzerine değinmeler
"Dünya sömürüye vuru vura dönüyor."
Bir zamanların konuşmaları böyle başlıyor, "Ezilen halkların devrimci şamarı başta ABD emperyalizmi olmak üzere.." diyerek devam ediyordu.
Yani önce sömürü, sonra emperyalizmdi.
Bu bilinçli bir tercihti.
Ama bu bilinçli tercih marjinaldi, genel tercih değildi, genel tercih, başta Abd emperyalizmi olmak üzere diye başlayıp devam ediyordu.
Genel tercih, daha çok da öğrenci gençliği sarıyordu.
ABD emperyalizmi, 68 gençliğinin adalet ve eşitlikle başlayan solculuk serüveninin önünde alt edilmesi gereken uluslararası bir haydut gibi duruyordu.
Abd'nin Vietnam, Kaboçya ve Laos'taki işgal ve zulümleri, mazlu Filistin halkına karşı İsrail'e destek vermesi karşı öfkeyi kabartıyor, ama ille de minicik ada ülkesi Küba'ya yaptıkları ve Küba'nın kafa tutuşu ve dünyada mitleşen CHE ve sözleri Türkiye'de de solun meydanlarda haykırdığı destan oluyordu:
"Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin.. Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi!"
Dağ taş, şehir, kır, yaşanan her yerde sanki ülke işgaldeymişcesine emperyalizm anlatılıyordu.
Halka, Mustafa Kemal, Kuvayi Milliye anlatılıyor, konuşmalar Mustafa Kemal'in dediği gibi ile başlıyor, dünyadan örneklerle bitiriliyordu.
Nazım'dan okunan Kuvayi Milliye destanı ABD'nin Türkiye'deki üslerini kuşatıyor, temsilcisi olduğu ABD şirketinden dolayı Morisson Süleyman (Demirel) da payına düşeni alıyordu.
Soldaki Atatürk'e hayranlığının TKP'ye, enternasyonale kadar uzanan bir tarihi vardı.
Ta 1920'de, Komünist Enternasyonal'in 2. kongresinde alınan kararlar doğrultusunda TKP, Sovyetler Birliği, işgale karşı ayaklanan Mustafa Kemal'in mücadelesini destekliyordu.
Ama TC solu hiç desteklemiyor, aksine hapislerde, sürgünlerde yaşatıyor, hele 1950'den sonra sol daha da ağır şartlara maruz kalıyordu.
1960 Anayasasından sonra Tip'te örgütlendi, sömürü nasırlı ellerle yine antiemperyalizmle başat oluyordu.
Emperyalizme karşı olmak kolaydı, hele Mustafa Kemal'in dediği gibi diye başladın mı konuşmaya, konuşma korumadaydı.
Daha emperyalizme karşı "Tam bağımsız demokratik Türkiye!" derken kazanılıyordu gönüller ve sermayenin zımni desteği.
Çünkü o bağımsızlık yerli malı kullanmaya, sermayeye yıllar boyu teneke kutuları değerinin çok çok üstüne satmaya, halkı devlet eliyle kazıklamaya fikri zemin hazırlıyordu.
Hemen her örgütlenme önce tam bağımsızlıkçıydı; en işçi sınıfı diyen bile sloganlarını sıralarken başa bağımsızlığı koyuyor devamını demokrasi ve sosyalizmle bitiriyordu.
Kıbrıs meselesinde bile ilk kıstas emperyalizme hizmet ediyor mu etmiyor mu diye irdeleniyor, sonra sıra esas ilkeye, karar vermesi gerekenlere, halka, örgütlerine geliyordu.
Tabi içi boş antiemperyalist mücadelede AB de ihmal edilmiyor, payını alıyordu:
"Onlar ortak biz pazar mı olacağız!"
Anti emperyalizm, Fiat, Renauld gibi küresel sermayenin Türkiye ortağının çıkarını savunmak sanılıyordu.
Sonra bu slogan Ecevit'e, oradan CHP ve emekli subayların diline geçti.
Şimdiyse Ak Parti'nin kılavuzluğunda devlet tekelinde ve sermayenin kanatları da top yekün destekliyor.
Yani kendi adresinde.
Devlet/Ak Parti, solun hazırladığı anti emperyalist mücadele kültürü potansiyelini pazarlayarak, sermaye sınıfına Ortadoğu'daki paylaşım denkleminde yer ve söz arıyor.
Evet işte, her baskıcı tutum faşist olmadığı gibi her anti emperyal, yayılmacılığa karşı duruş da anti emperyalist değil.
Sözlük bilgisiyle, devlet zaviyesinden analiz veya politik tespit eksik ve yanlış; emperyalizm nedir bilmek gerekiyor.
Özetle emperyalizm, Lenin'e göre dev tekellerin ekonomi üzerinde belirleyiciliği; küresel mali-sermayenin sermaye ihracı yoluyla tüm dünyaya yayılması; kapitalizmin en üst aşaması..
Lenin ile birlikte Rudolph Hilderfing, Nikolai Bukharin'e göre basit sömürgecilik yerine ekonomik nüfuzun pazar, arz kaynakları ve yatırım yollarının hakimiyet altına alması.
Paul Sweezy, dünya ekonomisinin bir basamağı, Michael Reich ve Thomas E Weisskopf ise "kapitalizmin uluslararasılaşmasıdır" diyor.
Yani kapitalizmsiz emperyalizm olmuyor, kapitalizme karşı olunmadan da emperyalizme karşı olunmuyor.
Emeğin özgür olmadığı dünyada tam bağımsızlık tam dikta oluyor.
Dünya sömürüye vurmazsa dönmüyor.