ayşe düzkan
askeri vesayetin kalkması ne iyi oldu di mi?
yine birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz günler, o yüzden işi şakaya vuruyorum. derdim eski defterleri açmak, hesaplaşmak falan değil. ama askeri vesayetin kalkması adına "evet" demeye aklı yatanlar arasında, yaptıklarını halen makul bulanlar olduğu gibi, aynı kafada devam etmekte hiç sorun görmeyenler var. ve maalesef sağcılığa açılan kredi ve sunulan itibar sayesinde kanaat önderi sayılıyorlar. oysa bugün askeri vesayet ne kelime, asker bizzat iktidarın aracı. özgürlüğü bir yana bırakalım; demokrasi, tekil bir ihlal uygulamasının ortadan kaldırılmasıyla sağlanacak şey değil, "türkiye demokrasisinin birincil sorunu" falan diye bir şey yok. biri çözülünce diğerinin çözülmesinin önü açılacak bir sorunlar zinciri söz konusu değil. yönetim biçimi, bir bütün. nitekim gördük ki, sivilleştik derken dinselleşmek mümkünmüş.
eğer hdp ya da chp’nin neler yapması gerektiği konusunda önerilerde bulunmak isteseydim, bu partilerden gönlümün çektiğinde çalışırdım. yazı yazmanın kimseye bu konuda başka seçmenlerden daha fazla hak tanıdığına inanmıyorum. partiler tabii ki kararları kurullarında verecek, biz de seçmenler olarak, olsa olsa sosyal medyadan hayal kırıklığımızı ya da sevincimizi ifade edeceğiz. ama yani seçmenin partilere muhtaç ve mecbur olduğu fikriyle de demokrasi olmuyor.
önümüzde hangi değişkenler var?
abdullah gül gibi bir insan bile ‘işler pek yolunda değil’ minvalinde konuştuğuna göre, sıkışıklık sadece bizim gözümüze görünmüyor. halkın itirazı, yani zaman zaman bol keseden kullandığımız terimle, -en azından bu şekilde- yönetilmek istememesi krizin önemli bir parçası. öyleyse rejimi değiştirmeden adamı değiştirmek, bunu savuşturmanın iyi bir yöntemi olabilir. yani "gitmesi" başka, nöbet değişimi başka. ali gider veli gelir, her şey aynı şekilde devam eder, bu arada, bir değişiklik elde eden seçmenin/halkın konuya ilgisi azalır. buna krizi yönetimi diyorlar, yanılıyor muyum?
dikkate değer bir diğer nokta da şu bence; denize düşünce yılana sarılmak hepimizin hakkı. tabii bizi denize itenlerin gemisinin halatını yılan sanmamak koşuluyla. bugün partilerin verecekleri kararların çok fazla şeyi etkileyeceği, bunun da ağrı bir sorumluluk olduğu ortada. bu ağırlık bazen isabetsiz konuşmalara yol açabiliyor. yapacak bir şey yok. her şeyin çok karmaşık göründüğü, medyanın da özellikle her şeyi sise boğduğu şu dönemde, seçmene, tercih yaparken başvurabileceği araçları sağlamak belki isabetsiz, erken, yersiz olabilecek beyanatlardan daha önemli, en azından daha "demokratik". bazılarının iddia ettiği gibi, ilk turda fazla sayıda aday olması daha mı iyi? sanıldığından, en azından gündeme getirildiğinden daha güçlü bir eğilim olan boykotçular, sandığı gidip boş oy atsa mı iyi olur yoksa hiç sandığa gitmese mi? (sağ partilerle bile ittifakı, haklı olarak düşünenler, boykotçulara el uzatsa, bir açık kapı bıraksa iyi olmaz mı?)
oy vermeye niyetli olan birinci turda en yüksek oyu almış muhalif adaya ikinci turda oy vermeyi akıl eder. ama bu eğilimle, muhalif bir partinin yetkililerinin o adaya oy istemesi arasında büyük fark var; biri çaresizlerin "sağduyu"su, diğeri o adaya kefil olmak anlamına geliyor. çünkü seçimin sonrası da var ve kendi adıma, sayın cumhurbaşkanımızın, olağan koşullarda, seçimi kaybetmemenin bütün gereklerini yerine getireceğine inanıyorum.
malum, çok kısa bir süre önce meclis’ten geçen ve akp ile mhp’nin ittifak yapmasına imkân veren düzenleme, seçimlerle ilgili birçok madde içeriyor. seçilme yaşının 18’e düşürülmesi mesela; bunun gençlerin siyasete dahil olmasıyla falan ilgisi yok, kolay manipüle edilecek milletvekili ihtiyacıyla ilgisi var. ama bu işin önemsiz kısmı. biliyorsunuz ama özetleyeyim. sandıklar açısından önemli olacak noktalar, mühürsüz oyların geçerli sayılması, kolluk güçlerinin sandıkların kurulduğu alanların kapısına kadar girebilmesi, seçim süresince çok kritik görevleri olan sandık kurulu başkanlarının ilçe seçim kurulu tarafından kamu görevlileri arasından belirlenmesi. ayrıca sandıkların yeri değiştirilebiliyor, aynı apartmanda yaşayanlara farklı sandıklarda oy kullandırılıyor. hasta ve engellilerin oy kullanabilmesi için seyyar sandık uygulamasına başvurulabiliyor. sezai temelli’nin çok veciz biçimde ifade ettiği gibi, sadece karşı takımı değil, hakemi de yenmek gereken bir maç söz konusu. bunların nasıl sonuçları olabileceğini o sırada çok tartıştık, itiraz ettik. fakat neden şimdi böyle bir konu yokmuş gibi yapıyoruz? ki bu işin daha sandık kısmı… diye yazarken hdp’nin istanbul il yönetimi toplantısını polis basıp ikisi gazeteci 39 kişiyi gözaltına aldı.
başka hiçbir senaryo yok mu? var tabii. yeni bir hükümet için farklı bir mutabakat oluşmuş ve bu geçişin sarsıntısız, patırtısız, "hayatın olağan akışı içinde" (erken seçim ne kadar olağan olabilirse artık) olması yönünde bir ortaklaşma, bir mecburiyet söz konusu olmuş olabilir mesela. demokrasinin, bütün bunların olmadığı bir ülke ve dünya olduğunu hatırlatmaya gerek yok, bu tür pek çok senaryonun gerçekçi olabileceğini hatırlatmaya gerek yok… bir de tabii, 16 nisan’ı unutmaya gerek yok.