Avrupalıya ‘zorunlu gönüllü’ olmayı anlatmak

Birilerimiz Türkiye’de, diğerlerimiz Kürdistan’da doğmamış ve hedeflerimize özgürlük mücadelesi diye bir kavramı yerleştirmemiş olsaydık, belki biz de aynı gönüllülerden olabilirdik…

Artı Gerçek, 8 Şubat günü yayına başladı. Artı TV’nin yayına başlama tarihi ise 17 Mart. Her iki basın organının fiili kuruluş çalışmasının başladığı tarih ise Ocak ayının ortaları. Yani fiilen yer bulup çalışmaya başladıktan sonra 1 ay içinde internet sitesi, 2 ay içinde televizyon yayına başladı.

Bu durum Alman basınının da ilgisini çekti. Türkiye’den birkaç gazeteci gelmiş, Almanya Köln’de kısa zamanda bir basın mecrası kurmuş ve eksiği gediğiyle de olsa yayıncılığa başlamışlardı. Çok da hazırlık yapamadığımız, birkaç gün içinde alel acele, ne yazık ki bazı dostların kırgınlığına da neden olarak ilk tv yayınını yaptığımız açılış resepsiyonunun yankılarının Avrupa medyasında da karşılığını bulması, konjonktürün sunduğu olanaklar kadar esasen bu kadar kısa sürede böyle bir çalışmanın yaşama geçirilmesinden de kaynaklanıyordu. Gün geçmiyordu ki bir basın organı gelip Artı Gerçek veya Artı TV ile ilgili bir haber, bir yayın yapmasın.

Kimse bu kadar kısa zamanda az sayıda gazeteci ve bir o kadar cüzi bir bütçeyle bu işlerin yapılacağına inanmıyor olacak ki her mikrofonunu uzatan Yayın Yönetmeni Celal Başlangıç’tan da, Artı Gerçek’in Yazı İşleri Müdürlüğü görevini üstlenen benden de bunun ‘sırrını’ soruyorlardı.

Daha yola çıkarken Celal Başlangıç Artı Gerçek’te Almanya Köln’deki bu medya platformunun öyküsünü, kaynaklarını şüpheye yer bırakmayacak biçimde yazdı. Tekrara girmeye gerek yok. Ancak bir konuya da değinmekte yarar var ki bu da daha çok birkaç aydır Almanya’da yaşamak zorunda olan beni ilgilendiren bir etken. Başkalarını bilmem ama en azından ben, Avrupalılara ‘gönüllülük’ nedir, anlatamıyorum.

Sözünü ettiğim ‘gönüllülük’ belki daha doğru tanımıyla ‘zorunlu gönüllülük’ meselesi 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bir kez daha karşıma çıktı. Benim açımdan da ilginç olan bu deneyimi paylaşmam gerek.

Orta Almanya’da her yıl 3 Mayıs günü Medya Günleri düzenleniyor. Leipzig kentinde gün boyunca birçok oturumun, resepsiyonun, dayanışma etkinliklerinin yapıldığı panellerden birinde konuşmacıydım. Panelin diğer konukları Polonya devlet televizyonu ile Alman devlet televizyonundan meslektaşlarımızdı. Moderatörlüğü ise Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünden bir başka meslektaşımız üstlenmişti.

Öncelikle merak ettikleri Artı Gerçek ve Artı TV’nin maddi kaynaklarıydı. Bir de Almanya’dan Türkiye’ye yönelik yayıncılığı nasıl sürdürdüğümüzü, haber kaynaklarımıza nasıl ulaştığımızı, yayınlarımızın Türkiye’de nasıl izlendiğini sorguluyorlardı.

Elbet kendimi polisin bir sorgu odasında hissetmedim ama bir yanımda yıllık bütçesi 300 milyon Euro olan WDR’den bir televizyoncu, diğer yanımda yıllık bütçesi 135 milyon Euro olan TVP’den bir televizyoncu varken onların bir tek programının bütçesine bile ulaşmayan bir bütçeyle yayıncılık yapmayı izah etmekte zorlanmadım desem, yalan olur. Panel de bunun üzerine kurgulanmıştı. Kendilerini hükümet değil devlet medyası olarak tanımlayan, benden de her ay aldıkları 17 Euro tv vergisi ile bütçelerini habire büyüten bu tv’ler ile karşılaştırmalı bir ortamda, insanlara bu sürecin bir birikim neticesinde ortaya çıktığını, Türkiye’nin gerçek habere ve doğru yoruma olan ihtiyacının parayı tali planda bıraktığını anlatmak, kolay olmadı. Hele bizim izah ettiğimiz tarzdaki gönüllülük onlar açısından hiç anlaşılmaz bir olguydu?

İzleyicilerden biri arada kendince bir hesap yapmış, aylık bütçemizin sadece çalışanların ücretine yetmeyeceğini ‘ispat’ etmişti. Ona, ama bizim ücret standartlarımız Almanya’ya göre değil. Biz, sizin yaptığınız hesaplamanın 3’te biri oranında ücretlerle üstelik haftanın en az 6 günü günde 10-12 saat çalışıyoruz. Yani normalin üçte biri oranında bir ücretle, sizin iki kat insanla yaptığınız işi yapıyoruz, diye yanıtladım. Sonuçta karnımızın doyması yetiyor, ekstra bir kazanç peşinde değiliz çünkü bu aynı zamanda bir özgürlük mücadelesidir, diye de ekledim.

Anladı mı? Sanmıyorum? Başka bir şey demem, mümkün mü? Değil. Çünkü işin doğrusu bu!..

Ve bu gönüllülük… Daha doğru bir tanımlamayla ‘zorunlu gönüllülük.’ Biliyoruz ki o ‘zorunluluk’ özgürlük mücadelesidir…

Gönüllülüğü, sadece Artı Gerçek ve Artı TV’ye ‘yurttaş haberciliği’ ile katkı sunanlar açısından değil mesleki dayanışma inisiyatifleri ile kurumları kapatılınca haberciliği kendi gönüllü mecralarında sürdürmeye çalışan platformlar açısından da anlamakta zorlanıyorlardı. "Nasıl yani? Hem işsiz, hem de hiçbir ücret almadan gönüllü olarak habercik yapıyor?" sorusunun yanıtını vermek gerekiyordu.

Oysa bu yanıtı olmayan bir soru. Çünkü bu gönüllülük hobi değil zorunluluk; mücadelenin bir parçası olmak istendiği için zorunluluk…

Ben Gazeteciyim gönüllü, 1 Haber Var gönüllü, Webİz gönüllü, HaberSizsiniz gönüllü…

Ve daha çokça gönüllü var...

Duyduğu her gelişmeyi, yakaladığı her görüntüyü Dihaber’e, Artı Gerçek’e, Evrensel’e, Birgün’e, Özgürlükçü Demokrasi’ye, Artı TV’ye gönderenler var; onlar da gönüllü…

Bu gönüllülerin birçoğu da işsiz…

Bende merakımı gidermek istedim; peki, sizde gönüllülük nasıl oluyor, diye sordum…

Avrupalılarda gönüllülük çoğunlukla hobiymiş. İşi gücü olan insanlar, ağırlıkla da yaşını başını almış emekliler günlerinden arta kalan zamanlarında kendilerince tespit ettikleri sivil toplum çalışmalarına katılıp akşamda huşu içinde, "iyi bir çalışma yaptım" diyerek evine dönüyormuş.

Ne yapalım, aramızda bu kadar da fark olsun.

Birilerimiz Türkiye’de, diğerlerimiz Kürdistan’da doğmamış ve hedeflerimize özgürlük mücadelesi diye bir kavramı yerleştirmemiş olsaydık, belki biz de aynı gönüllülerden olabilirdik…

Ama şu da var: Belki biz 50 yaş üstü kuşak o treni kaçırdık ama çocuklarımızın, torunlarımızın gönüllülükleri onlara benzesin diye hala mücadelenin bir köşesinden tutmaya çalıştığımızdan da, emin olabilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi