Eser Karakaş
AYM kararı, öncesi ve sonrası: Durum çok vahim
Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz hafta Barış Bildirgesi olarak bilinen metni imzalayanların sıkıntılarını bir ölçüde azaltacak bir karar üretti ama kararın kendisi de, öncesi de, sonrası da çok açıdan çok sorumlu.
Mesela, sadece bir örnek, Prof. Füsun Üstel bu bildirge nedeniyle tam 76 gün hapis yattı, Füsun’un, kızının bu mağduriyeti nasıl giderilecek? (Giderilemeyecek doğal olarak).
Malum, karar 8’e 8 verilmiş, Başkan kararını bildirgenin içeriğinin ifade özgürlüğü olduğu yönünde kullandığı için karar hukuk devleti ilkeleri yönünde çıkmış oluyor.
Oy kullanan hâkimler arasında maalesef, bu gerçekten çok kötü, Gül’ün atamaları, Erdoğan’ın atamaları ayırımı var ve ağırlıklı olarak Gül’ün AYM’ye atadığı hâkimler bildirgenin ifade özgürlüğü olduğu yönünde, Erdoğan’ın atamalarının ise aksi yönde oy kullandıkları söyleniyor.
Bir hâkimin oyunun renginin onu oraya atayan kişi ile ilişkili olması aslında hakimlik mesleğinin bir anlamda sonu demek muhtemelen.
ABD Yüksek Mahkemesi (Anayasa Mahkemesi) için seneler önce yapılan bir araştırma vardı, hâkimlerin oylarının yönü ile onları oraya atayan başkanların siyasal çizgisi arasında en küçük bir korelasyon olmadığı tespit edilmiş idi.
Şayet bu oy rengi konusunda iddialar doğru ise bizim AYM’de kısa bir süre sonra mahkemenin bir Erdoğan Mahkemesine dönüşme ihtimali ortaya çıkıyor ki, gerçekten çok sevimsiz bir durum.
Mesela, Erdoğan neden Adalet Bakanı Müsteşarını AYM’ye atar da üniversiteden ve kendisi ile aynı çizgide olmayan ama konulara çok hâkim birini atamaz?
Cumhurbaşkanlığı makamına tanınan yüksek yargıya bu atama yetkileri böyle mi kullanılmalı?
Barış Bildirgesi'ne imza atan öğretim elemanları AYM kararı ile aklanmış (daha önce kara mı idiler sanki) oluyorlar ama hâlâ başlarında o saçma sapan, o absürt KHK meselesi var.
Bildirgenin içeriğinin bizim hukuk sistemimize göre bile suç teşkil edemeyeceği AYM tarafından tescil edildi ama bu öğretim elemanlarının aynı nedenden yani AYM’nin ifade özgürlüğü çerçevesindeolduğunu değerlendirdiği bir bildirge nedeniyle kamu hizmetinden atılmış oldukları, pasaportlarının iptal edildiği absürt gerçeği ortada duruyor.
Bir hukuk devletinde hemen bugün yapılması gereken bu öğretim elemanlarının tümünün AYM kararı ile birlikte KHK’larının iptali ve görevlerine iade edilmeleri.
Ancak, durum biraz daha karışık.
O absürd, hukuk dışı KHK’larla kamu hizmetinden ihraç edilen yüz binden fazla kamu görevlisinin, üniversitelerden çıkarılan yedi bini aşkın öğretim elemanının kahir ekseriyeti ile ilgili zaten bırakın bir davayı bir soruşturma bile açılmadı yani onlar işin başından beri, diyelim yaklaşık üç senedir AYM’nin tamamen akladığı Barış Bildirgesi'ne imza atan öğretim elemanları ile aynı hukuki statüdeler, imzacıların hukukla bir problemi kalmadı, diğerleri zaten işin başından beri aynı durumdalar.
Aslında ne yapılması gerektiği, çok gecikmeli olarak ortada.
Bu KHK denen absürtlüğü yasal, anayasal, yargısal yolları kullanarak hemen ortadan kaldırmak.
Bu süreç içinde haklarında başka konularda dava açılmış KHK’lılar varsa onların davaları devam eder ve dilerim onlar da en kısa sürede gerçek mahkemelerde beraat ederler.
Bu KHK’ların hemen, ivedilikle ortadan kaldırılması meselesinin iki yönü var.
Yargısal bir karara dayanmadan alınan bu kararların haksızlığı ortada, insanlar büyük sıkıntılar çektiler ve çekmeye devam ediyorlar.
Ama, bir de meselenin bu KHK’ları üreten, altlarına imza atanlar için de büyük sorunları var ve bu sorunlar her geçen gün büyüyor.
Burada bir hukuki müeyyideden falan bahsetmiyorum; muradım toplumsal, hatta ailevi müeyyideler.
Bu insanların çocukları, torunları seneler sonra bu yaşananları, bu süreçten etkilenenlerin acılarını öğrendikçe bu süreçte sorumluluk alanları yani belki de kendi annelerini, babalarını, dedelerini affetmeyecekler.
Aralarında muhtemelen utandıkları için soyadlarını değiştirenler olacak.
Bundan daha büyük müeyyide olur mu?
Belki de olur, aşağıda onu da hatırlatacağım.
Bu süreçte yargıya ama doğru dürüst çalışan yargıya büyük ihtiyaç var.
15 Temmuz sürecinde ve her siyasi-toplumsal süreçte şiddet kullananlar, şiddeti destekleyenler ile görüşlerini beğenmediğiniz, siyasal iktidarı şiddet ve nefret öğeleri içermeyen yöntemlerle yerden yere vuranları çok net ayrıştırmak gerekiyor ve bu iş de düzgün, evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda çalışacak yargının işi.
Yazıyı aklıma takılan başka bir müeyyide meselesi ile noktalayayım.
Anayasa Mahkemesi, Barış Bildirgesi için ifade özgürlüğü dedi ve meseleyi noktaladı ama daha önce aynı metin nedeni ile standart hapis cezaları alan öğretim elemanları ve bu kararları üreten hâkimler, bu cezaları talep eden savcılar var.
Onlarca karar var hapis cezası yönünde alınan, bu kararlara sadece bir hâkim itiraz etmiş.
Şimdi bu hâkimlere, savcılara AYM kararı sonrası evlerinde aile fertlerinin bazıları "Anne, Baba, Amca, Dayı, Hala; Anayasa Mahkemesi'nin ifade özgürlüğü dediği bir metin için sen bu kararları nasıl verdin, bu cezaları nasıl istedin, bir siyasal baskı mı vardı üzerinde, direnemedin mi yoksa sen durumdan vazife mi çıkardın?" diye sorabilirler.
Ağır müeyyidelerin en ağırı da bu herhalde.