'Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın' kafası

Ergen yaştaki çocukların kafayı ‘hayatı en iyi şekilde yaşamaya’ yormaya hakkı var. Ama tarih bilgisine, biraz akla ve bir gıdım vicdana sahip yetişkinlerin artık yok.

İncecik bir kitap. Başlığı, kapağından da vurucu: Kavuşmak... Yazar, şair, ressam Fred Uhlman’ın uzun öyküsü, Kolektif Kitap’tan yeni çıktı. Nazi karşıtı Uhlman da 1933’te Hitler’in iktidara gelmesiyle ülkesini terk etmiş.

1997’deki kitabın ilk baskısının önsözünü yazan Jean d’Ormesson’a göre kitabın en takdire şayan yanı, "ağırlıkları farklı olsa da aynı duyguya sahip iki macerayı, iki ergenin dostluğunu ve Nazizmin yükselişini bir araya getirmesi."

Tahmin edeceğiniz gibi iki gencin arkadaşlıkları, Yahudi karşıtı fikirlerin yükselişiyle gölgeleniyor. Fikir ayrılıkları, çatışmalar bir günde oluşmuyor, ilişkiler bir günde bozulmuyor. Ama faşizmin işaretleri yavaş yavaş kendini gösteriyor, bir bakıyorsunuz ki en yakınlarınızla ayrı düşmüşsünüz...

Türkiye’de OHAL yönetimi anayasa değişikliği tartışılırken en sık yapılan benzetmelerden biri, Almanya’nın Weimar Cumhuriyet tecrübesiydi. 20. Yüzyılın en faşist, en ırkçı yönetim biçimi –ve devamında gelen korkunç savaş, holokost- deneyimine gönderme yapan bu karşılaştırmayı kim, ne kadar içine sindirebiliyor, bilemiyorum.

Hızla otoriterleşen bir iklimde yaşadığımızın farkındayız da, sonuçlarını görebiliyor muyuz?

 

BİR GÜNDE BİR YILA SIĞACAK KADAR ÇOK HAK İHLALİ

Toplumun büyük çoğunluğu, OHAL kapanının içinde yaşamaya alışmış görünüyor. Öte yandan referandum sonucu, sadece anayasal değişikliğe dair değil, ağır hukuk ve insan hakkı ihlallerine de bir cevap. Mesaj alındı amma velakin, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ deniyor, alay edercesine. Fiiliyatta zaten öyleydi, artık resmen ‘partili cumhurbaşkanı’ kendisi.

Yardımcısı ‘Alışırlar, alışacaklar’ demekle yetiniyor.

Resmi tatil günü ilan edilen 1 Mayıs’ta, bırakın ‘yasaklı’ Taksim’e gidebilmeyi, ‘izinli’ alana ulaşmak neredeyse imkansızdı. Önceki gün yandaş radyodan Taksim’deki olası ‘korsan gösteri’ye karşı müthiş önlemler alındığı muştulanıyor. Koca şehir deniz ve kara trafiğine kapatılmış, toplu taşıma araçları çalışmıyor. Kurtuluş akşamın geç saatlerine kadar TOMA’larla, çevik güçlerle kapatılmış. Gelip geçen omzunun üzerinden bir bakış atıp adımlarını hızlandırıyor.

Bir gün içinde, bir yıla sığacak kadar çok hak ihlali, acayiplik, zulüm yaşanıyor. İstihap haddi çoktan aşılmış, ama hala şaşırmaca sürüyor:

Demirtaş’ın şiirine yasak mı gelmiş? Bir gazeteci tahliye edilecekken savcılık talimatıyla tekrar mı tutuklanmış? Wikipedia mı sansürlenmiş? Allah’ın sevmediği yatış pozisyonu mu varmış? Bir çocuk işçi, 1 Mayıs’ta asansöre sıkışarak can mı vermiş? Suriye’ye kara harekatı hazırlığı mı yapılıyormuş? CHP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke mi verilmiş?

Eh, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ kafasıyla gelinen yer bu işte...

 

‘OHAL’DE HAYATI EN İYİ ŞEKİLDE YAŞAMAK

Uhlman’ın öyküsüyle başladık, araya 21. Yüzyıl OHAL Türkiyesi’ni kattık. Kitabı okurken zaman zaman bugünleri yaşar gibi oldum. ‘Yeter ki ben paçayı kurtarayım, bana birşey olmaz’ demenin ne kadar yanıltıcı olduğunu anlamak açısından, kitabın yedinci bölümünün girişinden alıntılayalım:

"Ve böylece, arkadaşlığımızı bozacak hiçbir şey olmadan günler, aylar geçti. Büyülü dünyamızın dışından, politik çalkantılara dair söylentiler geliyordu. Gerçi kasırganın merkezi bizden uzaktaydı; gelen haberlere göre Berlin’de Nazilerle Komünistler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Stuttgart, her zamanki sessiz sakin havasını muhafaza ediyordu.

Zaman zaman duvarlarda görünen gamalı haçlar, birkaç Yahudinin taciz edilmesi, bazı komünistlerin dövülmesi gibi küçük çaplı olaylar yaşansa da hayat, genel olarak alışıldık biçimiyle devam ediyordu. Restoranlar, operalar, kafeler tıklım tıklımdı. Hava sıcak, üzüm bağları salkım salkım üzüm doluydu; elma ağaçları olgunlaşan meyvelerinin ağırlığıyla eğrilmeye başlamıştı. İnsanlar yaz tatillerini nerede geçireceklerini konuşuyorlardı.

 

BİRAZ AKLA, BİLGİYE VE VİCDANA SAHİP OLAN...

Endişelenecek bir şey yok gibiydi. Siyaset büyüklerin işiydi, bizim çözmemiz gereken sorunlarımız vardı. Ve en acili de bu ürkütücü ve ölçülemez evrenin içinde insanın ahvalinin veya hayatının amacının, varsa eğer, ne olacağını keşfetmek değil, hayatı en iyi şekilde yaşamaktı. Bu sorular, Hitler veya Mussolini gibi geçici ve anlamsız kişilerin varlığından çok daha önemli, gerçek ve ebedi anlamı olan sorular gibi geliyordu bize."

Sonra... Sonrası malum. Faşist rejim ‘sakin, sessiz’ Stuttgart’ı da pençesine alırken aile içinde, arkadaşlar arasında oluşan düşmanlıklar... Ve ülkeyi terk edenler...

Ergen yaştaki çocukların kafayı ‘hayatı en iyi şekilde yaşamaya’ yormaya hakkı var. Ama tarih bilgisine, biraz akla ve bir gıdım vicdana sahip yetişkinlerin artık yok. 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi