Pelin Cengiz
Bartın'da Hattat zorbalığıyla zeytinlik kıyımı
Bartın Amasra halkı, 2009 yılından bu yana Hattat Holding'e kömürlü termik santral yaptırmamak için cansiperane mücadele ediyor. Onlar mücadele ederken, Hattat Holding'in de Hema Termik Santrali'ni inşa etmek için başvurmadığı hukuk dışılık kalmadı. Son rezillikleri ise Gömü Köyü'ndeki zeytinlikleri kesmek oldu.
Malum, bu doğa düşmanlarının benzer hareketlerine geçmiş yıllardan aşinayız. Tam üç yıl önce kasım aralık aylarında Soma'nın Yırca köyünde Kolin Grubu, yine termik santral için binlerce ağaç bulunan zeytinlikleri katletmişti. Doğaya yapılan her türlü kötülüğün yapanın yanına kar kaldığı bir ülkede, cezasızlık, hukuksuzluk, adaletin iş çevre meselesine gelince bir türlü tecelli edememesi arkadan gelenlere de cesaret veriyor.
Çünkü, 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılandırılması Hakkındaki Kanun'a göre zeytinlik sahalarının 3 kilometre yakınına değil kömürlü termik santral, bacası tüten herhangi bir üretim tesisi kurulması mümkün değil. Amasra'nın Gömü Köyü'ndeki zeytin ağaçları Hattat Holding'in kurmak istediği termik santrale sadece birkaç yüz metre mesafede.
'Yasayı takan mı var' diyeceksiniz, öyle maalesef takan yok. Üstelik bu yapılan, sadece basit bir usulsüzlükten ibaret de değil, bu Bartınlıların taleplerini hiçe sayıp, konunun takipçisi olan herkesin karşısına geçip alay etmek demek...
Burada iş sadece talancı özel şirketle de bitmiyor. İşin içindeki kamu kurumlarının, bürokrasinin, hatta zaman zaman para uğruna kendi yaşam alanından vazgeçenlerin dümeni nasıl bu şirketlerden yana çevirdiğinin net bir örneği yaşanıyor.
Zeytin ağaçlarının kurmak istediği termik santrallerin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu bilen Hattat Holding, önce arazi sahiplerine gerçek değerinin epey üzerinde para teklif ederek bu sahayı satın almış. Şimdi de sahayı satın alır almaz bu zeytin ağaçlarını sökerek sahadan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Bartın Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Atmış, süreci şöyle aktarıyor: "Bizim zeytin ağaçlarından yeni haberimiz oldu, çünkü şahsa ait özel bir alanmış. Arazi sahibi ve köyün muhtarı burayı zeytinlik olarak tescil ettirmek için çok uğraştı. İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü gönderdiği cevapta, 'Buranın zeytinlik olarak tescil edilebilmesi için dekarda 28 ağaç olması gerekiyor, burada dekar başına 23 ağaç var' dedi. Bu sırada Hattat Holding, ederinin üç katı fiyat teklif edince, arazi sahibi zeytinliği geçen hafta şirkete sattı. Ardından şirket, 'burada iyi zeytin yetişmiyor ağaçları İzmir'e taşıyacağız' gerekçesiyle pazartesi günü ağaçları kesmeye başladı. Biz gittiğimizde dört ağacı 1 metre boya kadar kesmişlerdi. '3573 sayılı kanunun 20. maddesinde geçen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın fenni gerekçeye dayalı iznini aldınız mı? Bu izinde Bakanlığa bağlı araştırma enstitülerinin ve mahalli ziraat odasının uygun görüşü var mı? Bu izni aldıysanız bu alana sahip olduğunuz sadece bir hafta içinde bunu nasıl becerdiniz?' diye sorduk. Hattat'ın adamları 'var' diyerek, bizim üzerimize yürüdüler, sahaya bir sürü insan getirdiler. Biz gittikten sonra kalan ağaçların hepsini sökmüşler."
Zeytin ağaçlarının taşıma izni için Bakanlığa 18 Aralık 2017 tarihinde başvuru yapılmış, 19 Aralık'ta ise taşıma izni çıkmış. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın, jet hızıyla bir günde böyle önemli bir kararı vermesi nasıl mümkün olabiliyor? Üstelik, Bartın ve Amasra halkının termik santral aleyhine açtığı ÇED iptal, Çevre Düzeni Plan Değişikliği iptal ve lisans iptal davaları henüz sonuçlanmamışken, Hattat Holding yöre halkını tahrik edecek işlere neden girişiyor?
Hattat'ın burada yıllardır süren kömürlü termik santral inadı varsa, karşısında topyekün Bartınlıların da termiksiz yaşam mücadelesi var. Aslında Bartın'da yıllardır olup bitenler, Türkiye'nin pek çok yerinde çevreyi ve yaşam alanlarını korumak isteyenlerin ortak hikayesi.
Mücadele, direniş ve dayanışma ekoloji adaletinin olmazsa olmazları...
Ancak, tam bu noktada son çıkan 696 sayılı KHK'nin 121. maddesine dikkat çekmek isterim. Kamuoyunda günlerdir üzerine çok konuşuldu, çok görüş beyan edildi. 'Darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması için hareket eden sivillere cezasızlık' içeren maddenin hangi tarihi içerdiği tartışması süredursun burada esas olan uygulamanın nasıl işleyeceğidir.
Ben size şimdiden ve açıkça söyleyeyim, bu işten en fazla zararlı çıkacak kesimlerden biri yine çevre ve yaşam alanları mücadelesi yürütenler olacaktır. Bu sadece kendinden olmayan herkesi terörist ilan etmenin ötesinde Türkiye'nin hemen her yerinden yükselen irili ufaklı çevre mücadelelerinin sesini kısmaya, direnişi tamamen söndürmeye imkan sağlayabilir.
Cerattepe'den Mersin'e, Bartın'dan Çanakkale'ye, Hasankeyf'ten İzmir'e zaten ajan, vatan haini, bölücü gibi nitelendirmelerle yaftalananlar daha çok hedefte olabilir. Çevre ve yaşam alanları mücadelesi verenler zaten OHAL şartlarından önce de kendi OHAL şartlarında mücadele veriyordu. Şimdi direnenleri karalama, sivil şiddetle bastırma, talan şirketlerinin çeteleriyle üzerine gitme durumuyla daha çok karşı karşıya kalınabilir. Umudu ve mücadeleyi kırmadan devam edelim ama bu gerçeği de aklımızın bir kenarına not olarak düşelim...