Ragıp Zarakolu
Batı neden korkuyor şimdi anladım!
İlkokulda çok okuyan bir çocuktum. Michel Zevoko’nun 10 ciltlik "Pardayanlar"ı başucu kitabım olmuştu. İlk toplu kıyım hakkında bilgim, bu romanda anlatılan, Fransa’da 16.yy. da Protestanlara yönelik Saint Barthelameus katliamı idi. Daha o yaşımda tiksinmiştim insanların kimlikleri ve inançları nedeniyle, kadın, erkek, çocuk, genç yaşlı ayrımı yapılmadan kıyıma uğratılmalarından. Belki çocuk yaşta 6-7 Eylül pogromunu dinlemek de çok etkileyecekti beni.
50’li yıllarda Güven Yayınlarından Fred imzası ile çıkmış, "Bir Cellatın Anıları" adlı bir kitapta da, anarşistler diye bir akımın olduğunu öğrenmiştim. ( Meraklısı Simurg Sahafdan alabilir. Şimdi baktım). Birtek o asılmaktan kurtuluyordu. Yoldaşları hapishane duvarını uçurup onu kurtarıyorlardı. Ama hikayenin şaşırtıcı sonu ise, cellatın onunla karşılaştığında artık bir polis memuru olduğunu görmesiydi. Artık baştan mı öyleydi, "sızmıştı", yoksa sonra mı hidayete ermişti, bilmem!
"Baltimore’lu Fred bu hatıraları yazarken şundan şikayet ediyordu: ‘Cellat deyince, herkes benden kaçıyor ve herkes bana soğuk muamele ediyor. New York’ta yerleşmek istediğim zaman birkaç tane ev sahibi, cellat olduğumu öğrenince kapılarını yüzüme kapadılar. Birçok kimseler, mesleğimi öğrenince bana el vermek istemediler. Hayatımın 30 senesi ıstırap dinlemekle, facialı sahneler yaşamakla geçti. Şimdi de adeta cemiyet tarafından aforoz edilmiş bulunuyorum".
Ve 21. Yy. Türkiye’sinde idam cezası yeniden gündemleştirilmeye çalışılıyor.
Siyasal entrikalar Makyavelizm konusunda, Borgiaların, Kardinal Rişliyö’lerin IV. Louis’lerin taktikleri hakkında , Zeveco’nun anlatıları sayesinde hayli fikir sahibi olmuştum. Elbette 50’lerin dünyasında Nihat Atsız’ların "Bozkurtlar Diriliyor"unu, Feridun Fazıl Tülbentçi’nin "Yavuz Sultan Selim Ağlıyor"unu da okumamak olmazdı. Tarihe merakımı görünce, bunları da oku demiş anlaşılan birileri. Hatta mevcudu olmadığı için Tülbentçi’nin kitabını, Ihlamur Yokuşunda ikinci el kitap satan bir dükkandan, kiralayarak almıştım. Ondan sonra gelsin, elbette, "Cem Sultan", "Barbaros Hayrettin Geliyor"!
Mehmet Akif’in Canakkale Şehitlerini ezbere okuduğum için "Safahat"tan, 23 Nisan’da Taksim’deki 23 Nisan töreninde, Selim Sırrı Tarcan okulunu temsilen kitleye hitaben bunu okumam istenmişti. "Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rukü olmasa ... Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer."
Tam sıra bana geldiğinde, sunucu "zamanımız bitti", deyip önümü kesmez mi? Çok bozulmuştum, Taksim’de kitleye ilk hitap fırsatını kaçırdığım için.
Bu yıl Taksim 1 Mayıs’a yine kapalı! 2010 yılında "demokratik makyaj" için gerekli iken, açıktı ama!
Atatürk öldüğünde, Feridun Fazıl 26 yaşındaymış. Demek ki Cumhuriyet ilan edildiğinde 15 yaşında. İlginç. Demek, daha 40’larda Osmanlının parlak diye nitelenen dönemleri yeniden moda olmaya başlamış. Daha sonra Türkiye siyasetinde yükselenlerin çoğu bu ve benzeri kitapları okuyarak geldi zirveye. Çok azı bu hamaset edebiyatını entelektüel olarak aşabildi.
Aslında Davutoğlu’nun ilan ettiği Restorasyonun daha İnönü döneminde başladığı söylenebilir. İttihatçılara yönelik affı ile. Ama Nazım Hikmetleri, Hikmet Kıvılcımlı’ları, Kemal Tahir’leri süründürüyordu.
Büyüklerin ben çocukken, aralarında İnönü "mütedeyyin" diye konuştuklarını, hatta eşinin daha da inançlı olduğunu söylediklerini hatırlarım. Zaten, Köy Enstitülerini kapatıp, 1949 yılında ilk İmam Hatip Okulunu açan da İnönü değil miydi?
Ayıptır söylemesi, müderris oğlu, şeyh yeğeni olan babam da "mütedeyyindi! Ama aynı zamanda Alevi, Ermeni, Rumseverdi.
Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka gibi, DP de ehl-i müslim’in oyunu kapınca, 1950 seçimleri öncesi artık CHP’nin eline tarikatlerden kala kala Ticaniler kalmıştı. Onlar da hemen 50 sonrası Atatürk heykellerini kırmaya başlamaz mı? Teşkilatı Mahususacı Celal Bey de hemen Atatürk’ü koruma Yasasını çıkarmışlardı. "Yahu yapmayın etmeyin böyle saçma yasa olmaz" diyen, Mim Kemal sürgünü Halide Edip’e de hakaretler yağacak, 54 seçimlerinde mebus seçtirilmeyecekti. Zaten A ve B takımlarının sidik yarışı sırasında, Kemalizm yerine "Atatürkçülüğü" yükselten de DP olacaktı. 1953 yılında Anıtkabir’i sanki dün ölmüş gibi alayü vala ile açanlar da sözde Demokratlar olacaktı.
Bütün bunları bana Akit köşe yazarı, Yavuz Bahadıroğlu’nun "Fatih ve Yavuz Türbelerini Ziyaretin Anlamı Ne?" başlıklı yazısı oldu. Meğer çok popüler bir tarihi roman ve çocuk kitapları yazarıymış. Ben Feridun Fazıl’larda kaldığım için dikkatimi çekmemiş.
RTE’nin şaibeli refarandum kılpayı zaferinden sonra, Menderes, Özal ve Erbakan’dan sonra, hemen iki Sultan’ın mezarını ziyaret etmesi dikkatimi çekmişti. Sağ olsun Bahadıroğlu aydınlattı beni:
"Suikast, cinayet ve her türlü katliam, Batı’nın siyaset aracıdır!"…"Zira Sultan Abdülzaziz’i öldürerek, Sultan II. Abdülhamid’i indirerek durdurmuşlardı"… Halkoylamasından hemen sonra, Sayın Erdoğan’ın Fatih Sultan Mehmed’le Yavuz Sultan Selim türbelerini ziyaret etmesi.. Kanaatimce Batı’ya itidalini kaybettiren simgesel ziyaretlerdir. Çünkü bu türbeler sıradan padişah türbeleri değildir. Fatih, Doğu Roma’yı fethederek Hıristiyanlığın kalbine girmiş, Yavuz ise "Halife" olarak İslâm dünyasını birleştirmiştir: İkisi birden, Doğu ve Batı hâkimiyetini temsil eder… Kısacası, bu türbe ziyaretiyle birlikte Batı’nın beynine kocaman bir ‘Acaba’ saplanmış bulunuyor: ‘Acaba Türkler yeniden?"
Breh, breh…
"Yeni Türkiye"nin böyle olması valla şaşırtmıyor beni. Millet, siyasal kariyerini, böylesi kitaplarla, hamasi şiirler okuyarak yapıyor: "Orduyu düzgün eyle Yarabbi! / Sancağı üstün eyle Yarabbi! / Minareler süngü,kubbeler miğfer, / Camilerkışlamız, müminler asker, / Bu ilahi ordu dinimi bekler!"
Neyse, Ziya Gökalp’in düşü gerçekleşti, ordu dinini buldu sonunda!
Bence çok derin söylem, kod analizlerine gerek yok. Şiiri RTE’nin kendi sesinden dinleyebilirsiniz:https://www.youtube.com/watch?v=I0nMLGs5mtc
Hele, yanında, Baskın Hoca’nın "RTE’nin Yazılmamış Anıları" kitabını okursanız… mmm…tadına doyum olmaz.