beka meselesi

patlıcanla soğanın fiyatının konuşulduğu dönemde devlet bahçeli, türkiye’nin beka sorununu gündeme getirmişti.

bizse sebze meyve fiyatlarına alıştık, şu aralar başta doğalgaz olmak üzere yakacak fiyatları karşısında infial eder olduk. (gerçi beni peynir de her kahvaltılık alışverişinde hayrete düşürüyor.) bu sefer de sanki hükümetin beka sorunu gündeme geldi. 

iddialar, tahminler, beklentiler muhtelif. hepsini dikkate alabiliriz, hiçbirini dikkate almayabiliriz. 

dikkate alabiliriz çünkü her gelişmenin muhakkak her birimizi ve toplu halde hepimizi etkileyecek sonuçları olacak. dikkate almayabiliriz çünkü sözü edilen her şey halkın herhangi bir araçla dahil olamayacağı, belki ancak araçsallaştırılabileceği süreçler.

unutmayalım, iktidara karşı halkın başrolde olduğu en belirleyici süreç gezi’ydi. gezi davasında, sadece simgesel isimlerin yargılanmasını hatta gezi’nin bazı isimleri yargılamak için vesile edilmesini bir meydan okumadan ziyade, o günlerde sokağa çıkanlarla barışma çabası olarak okumanın daha doğru olacağını düşünüyorum. evet, gezi dolayısıyla çok can yandı ama bu hukuk ortamında ve bu kadar fotoğraf, video kaydı varken pekala çok daha geniş bir tutuklama saldırısı olabilirdi. 

şunu da artık kabul edelim; akp kriz yönetme konusunda çok başarılı bir kurmay heyet tarafından yönetiliyor. bugün bu kurmayın yönetmesi gereken birden fazla kriz var. bunlardan bir tanesi tabii ki ekonomik kriz ve sonuçları. bu, türkiye’nin dört bir yanında, bazen yetkililer önünde yüksek sesle açlıktan söz edenlerin adlarını gizleyip seslerini kesmekle, rakamlarla oynamakla bitecek bir iş değil ama sendikalar başta olmak üzere demokratik kitle hareketlerinin ve muhalefetin, açlarla birlikte yükselmesi gereken sesinin zayıflığı düşünülünce iktidarın işinin zor olduğunu söylemek gerçekçi olmaz.

ikinci kriz alanı libya ve özellikle suriye’deki yayılmacılık siyaseti. bir ülkenin resmi ordusunun kendi topraklarındaki hamlelerini gayrimeşru sayan, oradaki, uluslararası hukuk açısından meşruiyeti son derece müphem olan kendi varlığını adil ve haklı gören söylem, belki osmanlı hayalleriyle efsunlanan türkiye cumhuriyeti vatandaşlarına -ama sadece onlara- makul gelebilir ama salim kafayla akıl alacak işler değil ve evet, sonunu düşünen kahraman olamaz ama bir hükümetten beklenen kahramanlık değil, ülke halkının, huzur da dahil olmak üzere refahıdır. ancak cambaz kelimesinin kökeninde canıyla oynamak olsa da, erdoğan’ın cumhurbaşkanlığındaki iktidarın bölgedeki çeşitli güçler arasındaki gidip gelmeleri en azından kendisi için bir tehlike arz etmeden sürecek gibi görünüyor. 

üçüncü kritik nokta akp’nin oylarında -son yıllarda güvenilirlikleri epeyce zedelense de- anketlere yansıyan düşüş tabii. bu bir dert mi? istanbul yerel seçimi bunun bir dert olduğunu, bu derde bulunan çarelerin etkili olmayabileceğini hatta tam tersi sonuç verebileceğini gösterdi ama genel seçimde işin daha sıkı tutulacağına şüphe yok. diğer yandan, erdoğan’ın, akp istanbul il başkanlığı’nda düzenlenen yeni üyelerin katılımı töreninde yaptığı konuşmada, partiyle ilgili vurguladığı üç nokta dikkate değer: bunlardan birincisi akp’nin uluslararası bir güç olması, ikincisi, istifa edenlere rağmen üye sayısının artması ve bu yöndeki beklentiler, üçüncüsü de seçmen sayısının yetersiz bulunması. erdoğan, bütün bölgeye tahakküm edecek, vatandaşların neredeyse hepsinin üye olduğu ve oyların çoğunu alan bir parti hayal ediyor. bu hayalin tarihte kimi hatırlattığını yazsam savcıları başıma sararım. ama bu tahayyülde seçimde yeterli oyu alamayıp hükümet kuramama gibi bir seçeneğin olmadığı aşikâr. ancak kriz yönetimi tahayyülle ilerlemez, bu ihtimali hesaba katan bir b planında, dış ya da iç güçlerin zoruyla iktidardan uzaklaşmanın onuru da değişkenlerden biri olabilir.

bütün bunlar, halkı temsil etme iddiasını yerine getirmeseler bile, halkın çıkarlarını hesaba katarak hareket etmeye çalışanlar için, tahmin etmenin ve yorumlamanın ötesinde ne anlama gelir? farklı etmenlerin hepsini bilmenin mümkün olmadığı, müdahale edecek gücünün bulunmadığı bir süreçte benim aklıma gelen iki şey var: halkın çıkarlarının yanı sıra kendi insanlarını korumak, kendi çaldığı mayanın başkasının sütünü yoğurt yapmasını engellemek. 
diğer yandan, türkiye eğitimden adalete, bankacılıktan barınmaya, medyaya kadar uzanan bir skalada, aklımıza gelecek gelmeyecek bütün kamusal alanların yeniden inşa edilmesinin gerektiği bir noktada. aslında büyük bir fırsat da olan bu inşanın demokrasiyle, demokratik haklarla sınırlı olduğunu varsaymak çok büyük bir hata, bence. devrilen çözüm masasının da, bu inşa süreci başlamadan, belli bir noktaya varmadan yeniden kurulması zor görünüyor.  çünkü bütün bu gelişmelerden bağımsız olarak siyasetin de yeniden biçimleneceği bir dönemin eşiğindeyiz. o biçimlenme başlamadan akışı değiştirecek adımlar beklemek gerçekçi değil, yakın geçmiş en azından bunu gösterdi.

ya biz? biz ayakta kalıp yürüyüşü sürdürmeye hazır mıyız?

 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi