Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Bir başka geri dönüş öyküsü

Nabi Yağcı, ne zaman tutuklanacağına da, bir sivil itaatsizlik eylemi ile kendisi karar verdi ve siyasal sistemi değişime zorladı. TKP onun döneminde Türkiyelileşti.

Hüseyin Çakır’ın Nabi Yağcı ile yaşamına ilişkin yapmış olduğu nehir söyleşi, Türkiye sosyalist/komünist hareketi tarihine ilişkin önemli bir katkı. (Nabi Yağcı/Hüseyin Çakır, Elele Özgürlüğe/ Zarlar Atıldı Geri Dönüş Yok, Şubat 2018, Belge Yayınları) Öte yandan bir çeşit siyasal itaatsizlik eylemi ile devletin iznini beklemeden ülkeye dönüş, 141-142 kaldırılışına katkısı ile, bir yandan TKP’nin yasallaşmasını getirirken, TKP geleneğinden olmayan hareketlerin de partileşip yasallaşmalarını sağladı.

İlk geri dönüş 1921 Ocağında Karadeniz sularında son bulan ilk solkırımla son bulmuştu.

Nabi Yağcı’nın sosyalist gençlik hareketi içindeki, siyasal ve sendikal alandaki çalışmalarını gençliğinden itibaren tanık oldum.

Bir yandan sendikalarda çalışırken, bir yandan TİP ve FKF içinde aktifti. Çoğu üniversite öğrencisi ailelerinin yanında ya da yurtlarda kalırken o, arkadaşları ile daire kiraladığı için daha bağımsızdı. Nabi’nin evi aynı zamanda başı sıkışan öğrenciler için bir çeşit "sığınma evi" idi. O yılların havasını Muzaffer Oruçoğlu çok iyi anlatır. Yalnız siyaset değil, edebiyat ile iç içe büyümüş bir kuşaktı bu. İlk ev üniversiteye yakındı, sonra Kadıköy yakasında Ziverbey F.K.Gökay Caddesindeki evinde 1969 yazında MDD’nin FKF yönetimini ele geçirmesinden sonra seminerler yapmıştık.

12 Mart darbesinden sonra bu seminerlere katılanlar, torba bir dava olarak açılan Şadi Alkılıç  davasında sanık olacaktı. Bu torba dava içine dahil edilen farklı çevreler TKP ile ilişkilendirilmeye çalışılmış, bu nedenle dava TKP Davası olarak da anılmıştı.

Bu seminerlere katılanlar daha sonra Ant ve Partizan dergilerinin yayın kurullarında ve çevresinde yer alırken, Aydınlık dergisi çevresine yönelenler de olacaktı.

Ortak noktaları ise, TKP’nin iki hasım kanadının, yani hem Baştımar hem Belli kanadının savunduğu (*) MDD yaklaşımını desteklememeleri, işçi sınıfına yönelmeleri ve Marksist dünya görüşü üzerinde yoğunlaşmak istemeleri, o bağlamda siyasal analiz yapmağa çalışmaları idi. Nitekim bu içinde yer aldıkları Cephe hareketindeki 71 darbesi sonrası yaşanan bölünmenin de temelini oluşturacaktı.

Bir yandan da fabrika gazeteleri çıkarmaya başlayan Partizan dergisi 15-16 Haziran İşçi sınıfı başkaldırısı öncesi ve sırasında aktif bir rol üstlendi. Partizan dergisi çevresi, sosyalist kitlesel örgütlenmenin fabrika gazeteleri çevresinde gerçekleşmesini savunuyor, tek tek büyük fabrikalar özelinde işçi gazeteleri çıkarmayı hedefliyor ve bunun ilk örneklerini de veriyordu. Bu bağlamda 1971 yılı başında bir Emekçi Basın Birliği de oluşturulmuştu. Bunun yanında yerel basına yönelik bir Anadolu Basın Birliği de kurulmuştu. 12 Mart darbesi ile bu projeler de rafa kalkacaktı.

Şadi Alkılıç davasının sanıklarından biri de ben oldum. 1971 sonbaharında tahliye olduktan sonra, Nabi Yağcı ile Bebek’te gerçekleşen bir buluşmadan sonra Partizan dergisi çevresinden çekildim.

12 Mart darbesi sonrası Veysi Sarısözen, Nabi Yağcı, Sıtkı Coşkun ve Partizan dergisi çevresinin çoğunluğu yakalanmamayı başardı ve çalışmalarını sürdürdü. Ama daha 12 Mart olmadan "işçi sınıfının temel partisi olan" TKP arayışı başlamıştı. Bu 1971 başlarında çıkan "TİP’in 10. Yılı" başlıklı broşürde açıkça ifade edilmişti.

Bu aslında fiilen olmayan TKP’yi arayış ruh halini Nabi Yağcı, nehir söyleşi de çok iyi dile getiriyor. Ama bu ruh hali Türkiye solu içinde yer alan diğer çevrelerde de yaşanacaktı. Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya hareketleri de 12 Mart darbe sürecinde devlet tarafından fiilen ezildikleri ve tasfiye edildikleri halde, birkaç yıl içinde bu hareketlerin külleri üzerinde, yığınsal hareketler yükselecekti. Bu dönemde TKP ve onun legal uzantıları büyük bir kitleselleşme yaşayacaktı.

12 Mart sürecinde Nabi Yağcı iki davadan dolayı arandı. Biri Şadi Alkılıç ve aydınlar davası iken, diğeri Tersane İşçileri Sendikası davası idi. İkinci dava da bir torba dava idi. Devlet aklı, bu sendikaya gelenler, buraya uğrayan sendikacılar yanında sosyalist öğrenciler hakkında bir sabotaj davası üretmeye karar vermişti. AKM’de, tersanede yapılan bir gemide çıkan bir yangın sendikanın üstüne yıkılmaya çalışılmış, bu nedenle sıkıyönetim tarafından gözaltına alınan sendikacılar ve sosyalist gençler ünlü Ziverbey Köşkü'nde korkunç işkencelerden geçirilmişlerdi. Daha sonra hukuken çöken bu davanın sanıkları açtıkları tazminat davalarını kazanacaklardı. 6-7 Eylül olayları nasıl tutuklanan sosyalistlerin üstüne yıkılmaya çalışıldı ise.

Bu zor günlerde Partizan dergisi çevresinin çoğunluğunun yakalanmamayı başarması, bir anlamda saygınlık da yarattı. Bu ardından 1971 sonrası dönemde meydana gelen TKP canlanmasında önemli roller üstlenmelerini de getirdi. Bence en anlamlı eylemlerinden biri de, fabrika önlerinde, hemen ardından Kızıldere kıyımını protesto eden bir bildiriyi dağıtmaları idi. Bu belki sembolik bir eylemdi ama bence ilerdeki sosyalist birlik arayışlarında bu anlayışın da yeşertici etkileri olacaktı. Partizan dergisi, gerek TİP içinde, gerek FKF içinde, taraflardan birine dahil olmayıp sosyalistlerin birliğini savunmuştu.

Nabi Yağcı, 1971 darbesi sırasında da, 1980 darbesi sırasında da sınıf temelli ilişkiler sayesinde hem çalışmalarını sürdürmeyi hem de tutuklanmamayı başardı. Ne zaman tutuklanacağına da, bir sivil itaatsizlik eylemi ile kendisi karar verdi ve siyasal sistemi değişime zorladı. TKP onun döneminde Türkiyelileşti.

Eski TKP, TC devletinin dinmek bilmeyen baskıları, tutuklama kampanyaları sonucu hayalet bir sürgün örgütüne dönüşmüştü. Bu tarihi partinin Türkiyelileşmesinde Bilen’in parti sekreteri olmasından sonra aktif bir politikayı tercih etmesi ve 68 kuşağı genç sosyalistleri partiye duhul etmesinin büyük rolü oldu. Nabi Yağcı da hep Türkiye alanında kalmayı, orada çalışmayı tercih etti. Yeni kuşağın temsilcisi olarak Bilen’den tarihi bir partinin yönetimini devraldı. Bu tercihin yapılmasında Veysi Sarısözen’in önemli katkısı olduğunu biliyorum. Tutuklanma sonrası dünyadaki sosyalist/komünist hareketin güçlü dayanışmasının yürütülmesinde de önemli çabası oldu.

Hayatı boyunca TCK’nın sadece TKP’ye değil tüm sosyalist hareketlere karşı yönelen ünlü 141/142 maddesinden dolayı arandı, TKP/TİP birleşmesinin sağlanmasından sonra ülkeye dönerek bu maddelerin nihayet kalkmasında Nihat Sargın ile birlikte kilit bir rol oynadı. (**)

TCK 141/142. Maddelerinin kalkmasının nedeni Turgut Özal sözde liberalizminin ürünü değil, bu sivil itaatsizlik eyleminin ve bunun uluslararası ve ülke çapında etkili dayanışma eylemleri sayesinde sağlandı.

1974 yılında af kanunu kapsamına 141/142. Maddenin girmesini sabote eden MSP bile, TKP’nin yasallaşması mücadelesi karşısında olumlu bir tavır alarak, bir yandan da kendi alanını yasallaştırmaya çalıştı. Keşke bu açılım Kürt siyasal hareketinin yasallaşmasını da beraberinde getirebilse, belki siyasal sistemde bugünkü kilitlenmeleri yaşamayacaktık.

Tam tersine, Kürt sorununa ilkeli yaklaşımı TBKP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına neden olacaktı.

Bugün artık TBKP yok, ne yazık ki sosyalist parti ve grupların birliğine yönelik SBP ve ÖDP gibi projeler de çöktü. Bunda 1989 Doğu Avrupa dönüşümü ve izleyen SSCB çöküşünün yansıması göz ardı edilmemeli. Burada fatura biraz da 12 Eylül darbesinde ağır darbe alan ve yeni yeni toparlanmaya başlayan Türkiye solunun bütününe çıktı, sadece Türkiye komünist hareketine değil.

Nabi Yağcı’nın en önemli katkılarından biri de, TKP arşivinin ve Komintern arşivinin, Hollanda’daki Sosyal Tarih Enstitüsü'nde emin ellere teslimi ve kopyalarının Türkiye’ye aktarılması oldu. Yine ortak çaba ile oluşan TÜSTAV, Türkiye solunun tarihinin yeni kuşaklara aktarılması bakımından son derece önemli bir kurum. Geçmişte Türkiye solu tarihinin akademik incelemesi ile sadece tek bir bilim adamı, Mete Tunçay uğraşırken, bugün TÜSTAV’ın peşpeşe çıkardığı derleme ve incelemelerle bu tarihe çok daha vakıfız. Bu alanın öncüsü olan Mete Tunçay ile komünist hareket geleneğinin genç temsilcilerinden Erden Akbulut’un ortak ürünleri de bence çok anlamlı. Keşke bu bağlamda, solun tarihine yönelecek genç araştırmacıların eğitildiği sosyal tarih incelemeleri enstitüsü de oluşsaydı.

Kendi tarihlerini Mustafa Suphi ile, Komintern ile başlatan Türkiye Solu içinde TKP tarihine karşı yeteri kadar ilgi yok ne yazık ki. Belki, 1921 Ocağı'nda TKP önderliğini daha en baştan yok eden Kemalizmin, ulusalcılık olarak hala devam eden bilinçaltı etkisi bunun nedeni.

(*) Aradaki fark, Baştımar grubunun Ulusal Demokratik Devrim diye adlandırmasıydı.

(**) Bu birleşme sürecinde Sargın ve Boran’ın TİP’liden çok TKP’li gibi davrandıkları söylenebilir. TKP ayağının ise daha çok TİP’li gibi davrandığı da söylenebilir. Tarihin garip tecellisi! Bir tarafıı gençlik dönemi TKP ise, öteki ayağınki TİP’di. O dönemin TİP yönetiminin bütününün iradesi, özellikle yurtdışı örgütünün görüşü alınmadan, yeteri kadar bilgilendirme yapılmadan birleşme kararı Boran/Sargın ikilisi tarafından, tabanın görüşü yeterince alınmadan verildi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi