ayşe düzkan
bir diktatörlük nasıl kurulur?
olup biten her şeyi, en azından çok şeyi kötülükle açıklamaya başladık. kendi adıma, kötülük gibi, esasen insan tabiatına has bir kavramla siyasal durumu açıklamayı apolitikleşme alameti olarak görüyorum. çünkü kimse kötü doğmuyor, kendi kararıyla kötü olmuyor. politik bakış açısı bunun sebeplerini görmek anlamına geliyor, bence.
iyilik yani başkalarını da gözeterek hareket etmek, paylaşmacılık, dayanışmacılık eskiden bir tür "resmi ideoloji"ydi, bencil olmak ayıptı. oysa 21. yüzyılla birlikte şekillenmesini tamamlamış olan yeni dünyada bencillik ayıplanmıyor. o yüzden dayanışmanın, paylaşmanın ve başkalarını hesaba katmanın bir tercih değil de çaremiz olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
her baskı rejimi faşizm değil, faşizm diktatörlükle tıpatıp aynı şey değil, bugün yaşananların, 20. yüzyıl tarihinin hangi aşamasıyla örtüştüğüne dayandırılarak adlandırılması çok önemli değil. ama bir diktatörlüğün nasıl oluştuğunu bilmek önemli bence.
diktatörlük kötülüğün yaygınlaşmasıyla ortaya çıkmıyor. öncelikle bunu gerektiren koşulların olması gerekiyor. siyasal demokrasi için refah gerekir, dünya bu dönemi geride bıraktı. dünyanın her yerinde çok ucuza çalışmaya razı göçmenler ve kendi ücretlerindeki düşüşün, onları buralara atan koşullar değil, onlar olduğuna inanan emekçiler var. servet git gide daha az sayıda insanın elinde toplanıyor. bu evrensel durum.
ama diktatörlük için başka koşullar gerekiyor. en başta, sermayenin, iktidarın temsil ettiği belli bir kesiminin sıkışıklık içinde bulunması ve halkın, gidişata itiraz edecek bir durumda olması, iki temel mesele.
diktatörlükler, içeride baskıcı, dışarıda yayılmacıdır. böyle bir siyasetin yürütülmesi için, cahil bırakılmış, her duyduğuna inanacak, millet, cinsiyet, ırk gibi doğuştan gelen ve dini inanç gibi doğumda atfedilen özellikleri pohpohlanarak yönetilebilen kitlelere ihtiyaç olur. emekçiyi bir üretim aracı olarak gören neoliberal sistemde, yaygın eğitim kişiye çalışmasını mümkün kılan bilgiler yüklüyor ve ama onu, kendisi ve ülkesiyle ilgili kararları verecek donanımdan yoksun bırakıyor.
ama tabii bunlar diktatörlük için temel koşullar. diktatör, tek başına olmuyor. onu oraya sadece seçmenler taşımıyor. bir de siyasal kadro gerekiyor; kendi ikbali için, o ne yapsa destekleyecek bir ekip. işler çığrından çıktığında, baskı, olağan devlet uygulamalarının esnetilmesini aştığında, örneğin toplama kamplarında insanlar yakılmaya başladığında, o noktaya kadar gelmişse bile, "ben bu işte yokum" demeye cesareti olmayanlar, orada bulunmayı vicdanı ve midesi kaldıranlar…
ama suça ortak olma karşılığında güç, para, mevki, mülk sahibi olanlar yetmez tabii. fırınları çalıştıracak, çığlıklara, sıçrayan kana aldırmadan işkenceye devam edecek insanlar da gerekir; çarkın ufak dişlileri. ve yoksulluk yükseldikçe, "benim çocuklarım aç kalacağına başkalarının çocukları can çekişsin" diyenler çıkar mutlaka.
tabii bir de diktatör olmaya razı olacak kişi lazım. kendisine, her şeyi bildiği söylendiğinde inanabilecek biri, tanıdığı tanımadığı herkesin hayatını iğneden ipliğe belirlemenin hakkı olabileceğini sanabilecek bir insan, cezalandırılabileceğini hiç aklına getirmeden suç uçurumunda yuvarlanırken sağa sola ceza yağdıran, emir vermeyi, emir verebilmeyi, dediklerini yaptırabilmeyi marifet sayan biri. kendini herkesin babası sanan, çocuklarının evden kaçmak için fırsat kolladığı bir baba olmayı dert etmeyen bir adam. yakasını bırakmayan yönetme zaafı dur durak bilmeyen bir insan. ülkesini, ülkesindeki her haneyi yönetmekle yetinmeyip, komşuları da yönetmek isteyen, bunun için yurdunu savaşa sokmaktan çekinmeyecek bir kişi. yorulduğunda, hastalandığında, "bu kadar yeter, artık torunlarımla zaman geçireyim" diyemeyecek bir ruh hali. her zaaf gibi, insana olmadık şeyler yaptırır, insanı olmadık hallere düşürür. önemsiz değil ama mesele o değil.
diktatörlük kolay kurulmaz, kolay da yıkılmaz. çok uzun süreni var ama ebedi olanı yok.
bir yandan da şu var tabii; tarih çok diktatör gördü, adını bildiklerimizin, ismi diktatöre çıkmışların bin katı sayıda diktatör adayı evlerimizde, işyerlerimizde, partilerimizde, demokratik kitle örgütlerimizde karşımıza çıkıyor. diktatörlükle mücadele, başka otoriterliklerle mücadelenin de önünü açmış tarihte. ne devlet babaya, ne baba otoritesine ihtiyacımız var ve unutmayalım ki "bu daha başlangıç" diyenler de bizdik.