Bir iktidar mücadelesi olarak eleştirel düşünme

Türkiye’de öğrencilere eleştirel düşünmenin öğretilmemesi artık hiçbir biçimde kabul edilemez. Bunu hemen şimdi talep etmek ve gerçekleşmesi için ortaklaşa emek harcamamız lazım. Ben bunun sağ ve solu da aşacağına inanıyorum

Geçen hafta yazı sorularla bitti.

“Neden editörler var? Kandırılıp, tuzağa düşürülüp mü bu çok zor işe sürülüyor bu insanlar? Kendi istekleriyle, bile isteye bu yolu seçiyorlarsa, bunun nedeni ne? Bunun iktidarla, seçimlerle, siyasetle ilişkisi ne? Buna gelecek hafta bakalım.”

Geçen hafta da söyledim, editör öncelikle bir okur. Tabii ki bir süper okur. Fakat burada el büyütebilir ve yazarın da temelde ve/veya öncelikle bir okur olduğunu söyleyebilirim. Yazarlar çok iyi okurlardır. Okudukları metnin ne yaptığını, neyi neden seçtiğini, nasıl bir etkiye yöneldiğini bilirler. İyi bir okur iyi bir yazar haline gelmeyebilir. Fakat iyi, nitelikli, kendini okutan bir yazarın iyi bir okur olmaması mümkün değildir.

OKUR…İYİ Kİ!

Tabii burada “iyi okur” lafının size belirsiz geldiğinin farkındayım. Ancak ben bu köşede okurluk üzerine pek çok yazı yazdım. Bunlardaki en önemli iddialarımdan biri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ortaöğretimde etkili ve derinlemesine, çözümleyici ve eleştirel okumanın üretilmediği yönündeydi. Geçen yüzyılda okur üretmeyi başaramadık. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bunu başarabileceğimize dair henüz bir emare de belirmedi.

Nasrettin Hoca fıkrası vardır hani, afacan despot Timur, Hoca’ya eşeğe okumayı öğretmesini söylemiş. Hoca da bunu başarmış, eşek sayfaya bir süre bakıp sonra yaprağı diliyle çeviriyormuş. Sonunda anlaşılmış ki, Hoca sayfalara yem koyarak eşeğin onları yemesini ve bir sonraki sayfadakilere ulaşmak için diliyle yaprağı çevirmesini öğretmiş.

İyi okur, Nasrettin Hoca’nın eşeği gibi sayfaları çevirmekle yetinen değildir. Ne okuduğunu, okumakta olduğu içeriğin nasıl inşa edildiğini, nasıl bir yapıya oturtulduğunu, hangi uğraklardan geçerek menzile ilerlediğini bilir. Her söylenenin bir yapılanı olduğunu, her cümlenin, her paragrafın, her kitabın aynı zamanda bir eylemde bulunduğunu, okur üzerinde bir etki oluşturmak ve onu belirli bir biçimde düşünüp hareket etmesi için ikna etmeye çalıştığını bilir.

BANA İYİ OKUR OLMAYI ÖĞRETEBİLİR MİSİN, ÖĞRETMENİM?

Tabii ki, nitelikli bir eğitim alamadığı ya da hiç okula gitmediği halde etkili bir okur olmayı başaran insanlar vardır. Aklıma Jacques Ranciere’in Cahil Hoca’sı geliyor. Bugün klasik olarak kabul ettiğimiz ya da önemsediğimiz pek çok eski romancı, romanlarını yaratıcı yazarlık kursları icat edilmeden, hatta anlatıbilim ortaya çıkmadan önce yazmışlardı. Zaten aslında pek çok anlatı tekniğini, onların kendilerinden öncekileri okuyarak ürettikleri romanlar üzerinden öğrendik.

Ancak Amerika her an yeniden keşfedilmek zorunda kalınmamalı, değil mi? Okuduğunu doğru anlayan ve değerlendirebilen, eleştirel süzgeçten geçirebilen bir okur kazara veya rastlantı sonucu ortaya çıkıyor olmamalı. Bunun nasıl mümkün olduğu biliniyor, nelere dikkat edilirse iyi bir okur olunacağı görülüyorsa, bunu öğretmek de mümkün olmalıdır.

O zaman şu soruya geliyoruz: Bu konuda yeterince birikimi olan, eleştirel okurluk eğitimi vermek için güçlü bir edebiyat ve edebiyat dışı düşünsel üretime, gelişmiş bir dile sahip olan bir kültür neden bu birikimin genel nüfusa yayılması için yeterince emek harcamaz?

Harcamaz çünkü hem üretmenin önemine inanmayan hem de ortak değerlere sahip insanlarla aynı toplumda yaşadığını düşünmeyen ya da düşünmemeyi seçen bir toplum halindedir. Toplumsal olan her şeyin, bir güç oyunu olduğuna inanıyordur. Siyaset yapıyordur ama bunu yapmanın en iyi yolunun diğerlerini, kendisi gibi düşünmeyenleri ikna değil, icbar, yani onları hemencecik kaba kuvvete gidiverecek zorlama olduğuna inanır.

SAHİCİ İKTİDAR

Sihaların, dihaların, tankların, tüfeklerin, nükleer ve daha bilmem kaç çeşit ölümcül silahın olduğu, soykırımların bile göz göre göre, herkesin gözü önünde gerçekleştirildiği bir dünyada ikna etmeye neden gerek kalsın? Bizim gibi düşünmeyeni döveriz, lekeleriz, işinden atar ve bir daha hiçbir iş bulamamasını sağlarız, bir iftirayla tutuklanıp yıllarca yargılanan ve dışarı çıkabilmesinin yolu olarak tıpkı ona yapıldığı gibi yeni yargılanacak birilerinin isimlerini jurnallemesi istenen bireyler üretiriz, insanların ve özellikle gençlerin memlekette kendilerine bir gelecek görememesine ve çarnaçar başka memleketlere göçmesine yol açarız.

Kim kazanıyor? Kazanan var mı? Elde edilen büyük güç ve itibar ya da akıl almaz miktarlardaki maddi zenginlik bir kazanç mıdır? Ortak değerin, toplumun kazanmadığı bir durumda, deveyi hamuduyla götüren gerçekten kazanmış mıdır? Bir kere, hepimiz öleceğiz, bunu hatırlatmaya bile gerek yok. Fakat geriye ne kalacak? Benimle aynı genleri taşıyacak yedi ceddimin çok zengin yaşaması bir kazanç mı? Yoksa topluma; benimle aynı dili, tarihi, kültürü paylaşanlara bir şeyler kazandırmam ölümden sonra adımın hatırlanması için daha iyi bir fikir midir?

Burada harika ve çok özgün, yepyeni şeyler söylemediğimin farkındayım. Fakat toplumu dikkate alacak bir siyasetin takip etmesi gereken yönden söz ediyorum. Türkiye’de bir klişe olarak söyleniyor, kültürel iktidar sola aittir, sağ bunu kıramadı deniyor. Ben meselenin böyle olduğunu sanmıyorum. Kültürel iktidarın bir dogmaya teslim olmayanlara ait olduğuna inanıyorum. Onlar muktedir değiller, siyasi partilerde de temsil edilmiyorlar. Fakat kültür alanında bir editör, yazar ve en temelde mütevazı bir okur olarak göz nuru dökenler, yaptıkları kültürün muktedirleri haline de geliyorlar.

Burada etkiden, etkili olmaktan, sözünü dinletmekten söz etmediğim açık. Ne var ki, iyi bir romanı daha da güçlü kılacak bir okumadan geçiren bir yayınevi editörü, kendisi gibi iyi yazarları ikna ederek belirli bir konuda aylarca çalışıp yazdıklarını derleme bir kitap haline getiren yayına hazırlayıcı, Osmanlıca, Ermeni harfli Türkçe, Yunan harfli Türkçe bir metni en doğru biçimde yayına hazırlamak için yıllarını harcayan bir araştırmacı kültürel iktidarın çıpasını ele geçirmiştir. Uyduruk işlerle siyasi iktidarlara dayanan, televizyonlarda zart zart öten ve bir şey sanılan sahtekârlar değil, onlardır kültürel iktidarı belirleyen.

FARKLI BİR KÜLTÜREL İKTİDAR SİYASETİ

Eğer bir siyasal iktidar kültürel iktidarı isteyecekse, dikkate alması gereken muktedirler işinin ehli o süper okurlar olacaktır. Ayrıca zaten bir siyasal iktidar kültürel iktidarı ele geçirmeye de kalkmasın be kardeşim! AKP de kalkmasın, CHP de kalkmasın, DEM parti de kalkmasın. Kimse kalkmasın. Çünkü bu tamamen ortaklığımızla ilgili. En iyilerimizin gerçekleştirebildiklerinin tüm topluma yayılabilmesi, ortak bilgimiz, görgümüz, birikimimiz haline getirilebilmesi bizleri topluca ileri götürecek.

Elbette her zaman her alanda seçkinler olacak. Her zaman bazı süper okurlar bizden daha süper olacak. Bu daha ileri gidebilmek için gerekli. Fakat öbürlerine, hepimize, çocuklarımıza neden artık eleştirel düşünme becerisi kazandırılmıyor?

Şu yıllardır içine düştüğümüz ekonomik krizin nerelerden kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Göz göre göre fakirleştik, geriledik. KHK’larla, ayak kaydırmalarla gözümüz korkutulduğu için her şeylere sustuk oturduk. Sonunda ne oluyor? Hep birlikte kaybediyoruz. Ay ay, hafta hafta, belki saat saat fakirleşiyoruz. Kitlelerin medya ve sosyal medya tarafından nasıl aptallaştırıldığını, bir dogmadan diğer dogmaya sürüklenip durduklarını da biliyoruz. Neden engel olamıyoruz?

Kültür ve eğitim üst yapı, evet, ama çok önemli. Bu toplumun ortak üst yapıyla ilgili bir vizyonu ve gelecek planı yok. Saçma sapan ideolojik kaygılarla savrulup duruyoruz. Yarın için farklı bir toplum tahayyülü olanların, bu konuya öncelik vermesi gerektiğine inanıyorum.

Türkiye’de öğrencilere eleştirel düşünmenin öğretilmemesi artık hiçbir biçimde kabul edilemez. Bunu hemen şimdi talep etmek ve gerçekleşmesi için ortaklaşa emek harcamamız lazım. Ben bunun sağ ve solu da aşacağına inanıyorum. Aklıselim sahibi olmak, sağduyu sahibi olmak öncelikle ihtiyaç duyduğumuz şey. Sonra da dogmatik düşünmeye karşı mücadeleye girişmek…

Siz hayatınızda kaç kişiye ortaya koyduğu argümanın neden yanlış olduğunu açıkladınız? Kaçını ikna edebildiniz? Bunun için ne kadar emek harcadınız?

Bence hâlâ geç değil.


Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Erol Köroğlu Arşivi