Ragıp Duran
Bir kenti dövmek!
''Adalet Bakanı iken Sadullah Ergin, Antakya'nın demografik yapısını, kentin dokusunu değiştirmek için acaip işler yaptı. Bilinçli ve kasıtlı. Önce Devlet Hastanesi'ni merkezden kendi köyünün yakınlarına taşıdı. Arsuz yolunun oraya. Halbuki Devlet Hastanesi'nin eski yerinin çevresinde daha çok Araplar, Hristiyanlar yaşardı. Hastanenin civarında taksiciler, büfeler, lokantalar, eczaneler, çiçekçiler vardı, o mahallenin temel geçim kaynaklarıydı bu işyerleri. Onlar öldü. Kendi köyünün insanları Yeni Devlet Hastanesi'nin çevresinde o semtin insanları, yani Sünni Türkler bu işleri üstlendi şimdi. Yetmedi. Yine kendi köyüne yakın bölgede Ottoman Palace adında kocaman ve lüks bir otel yapıldı. Devlet ricali ve iş insanlarını oraya çekti. Çevresinde de lokantalar, eğlence yerleri açıldı. Bu şekilde Antakya'nın geleneksel gastronomi merkezi Harbiye de darbe yedi.''
Geçenlerde Antakyalı bir arkadaşım anlattı bunu. Nüfus kütüğü Antakya Şehitler Mahallesi'ne kayıtlı olan ben, galiba en son dört yıl önce baba memleketine gidip Uzun Çarşı'nın bomboş halini gördüğümde hüzünlenmiştim. Suriye savaşı başladığından bu yana Antakya'nın zenginleri de mallarını satıp şehri terketmeye başlamıştı. Aslında 80'lerden itibaren özellikle Hristiyanlar da ayrılıyordu doğum kentlerinden.
Kentsel dönüşüm, rant, istimlak, AVM'ler, yoksulların kent merkezinden kovulması neo-liberal politikaların en sık görülen uygulamaları.
70'li yılların başında Fransa'da üniversite öğrencisi iken bir seminerde Henri Lefebvre'in 1968'de yayınlanan ''Le droit à la ville'' (Türkçe'ye ''Şehir Hakkı'' diye çevrilmiş, ''Şehrin Hakları'', belki de ''Yurttaşların Şehir'deki Hakları'' diye çevirmek daha isabetli olurdu) kitabını tartıştığımızı hatırlıyorum.
Marksist kültürde, 1871 Paris Komününden sonra belki de ilk kentsel dönüşüm ustası olan Haussmann'ın (1809-1891) kenti, burjuvazinin ihtiyaçlarına ve Komüncülerin aleyhine bir şekilde nasıl yeniden tasarladığını da okumuştuk. İlginçtir öteden beri, son derece siyasi-ideolojik bir alan olan kent tasarımcılığı, hep ''yurttaşın refahı'' için ''trafiğin akıcı olması'' için gibi gerekçelerle reklam edilir. Oysa ki bir kentin tasarlanması artık neo-liberal toplum mühendisleri tarafından bilinçli, kasıtlı, planlı ve programlı bir şekilde yapılıyor. Kent sakinleri ve onların çıkarları tamamen devre dışı bırakıldı. Egemenlerin güvenliği, rant ve kârı başat faktör. Ayrıca ayaklanma ya da muhalefet etme ihtimali olan sınıf ve grupların (Öğrenciler, gençler, gazeteciler, akademisyenler, işçiler, işsizler, yoksullar...vs...) hapsedilmesi, tecrit edilmesi, pasifleştirilmesi tayin edici motivasyonlar kent tasarımında. Sınıf savaşı, kentlerin tasarım ve yaşamında ayan beyan gözümüzün içine sokuluyor.
Önceki gün Eneken Kültür Merkezi'nde Yorgo (Giannopulos) ile konuşuyoruz.
- Çanakkale'de yenilen Fransız Doğu Ordusu, 1916-17 yıllarında Selanik'e gelip konaklıyor. Orduda sadece askerler yok. Mimarlar, ressamlar, heykeltraşlar var. Askerî fetihin yanı sıra kültürel fetihin önemini biliyor Fransız sömürgecileri. Selanik'in Osmanlı egemenliğinden kurtarılmasının ardından, kentin yeniden tasarlanmasında aktif rol oynuyor Fransız mühendisler. Amaç, Selanik'in Musevi ve Osmanlı geçmişinin izlerini silmek. Bizans hatta Antik Grek motiflerini ön plana çıkarıp Selanik'i Yunanlılaştırmak. İşte mesela bu nedenle Müslüman mezarlığının üstüne bugünkü Uluslararası Fuar Alanı'nı kurmuşlar. Yahudi mezarlığının yerinde de bugün Üniversite var.
Yorgo kentine, kentinin geçmişine ve yarınına düşkün bir aydın. Olağanüstü değerli arşivinde nadide belgeler, fotoğraflar, resimler var.
Yıllar önce bir Elazığ gezisinde, Harput'u merak etmiştim. Götürdüler. Harput ki, 1915'e kadar önemli bir Ermeni eğitim ve kültür merkezi, Ermeni'nin E'si görünmesin diye elinden geleni ardına koymamış iktidarın mimar, mühendis ve kentbilimcileri. Selçuklu Sultanlarının devasa heykelleri vardı meydanlarda.
Sağcıların, faşistlerin, muhafazakârların genelde tüm neo-liberallerin geçmişle sorunları var. Bu sorun özellikle kent geçmişi mecrasında daha belirgin. Onlar siyasi ve iktisadi iktidara sahip olmalarına rağmen kültürel hegemonyalarını kuramadıklarını bizzat itiraf ediyor. İşte bu nedenle de Antakya'nın Arap ve/veya Hristiyan nüfusu, Selanik'in Musevi ve Osmanlı mirası, Harput'un Ermeni mühürü onları rahatsız ediyor. Bu ''olumsuz geçmişi'' de ancak yıkarak, yakarak ortadan kaldırdıklarını sanıyorlar.
Siyasi iktidarı, ekonomik gücü kullanarak, hastane taşıyarak, yeni otel ya da otoyol yaparak, heykel dikerek tahayyüllerindeki toplumu kurduklarını sanıyorlar. İnsan doğa ile nasıl baş edememişse, sağcılık da geçmişle, geçmiş kültürle başa çıkamıyor/çıkamaz.
Özeleştiri, yüzleşme, hesaplaşma, geçmişi ile barış içinde yaşamak gibi kavram ve eylemlerle haşır neşir olamayan toplumlar, modernleşme, çağdaşlaşma bazen de kendi özüne dönme gibi yapay ve yüzeysel gerekçelerle kalkındığını filan sanıyor ama aslında bağdaş kurmuş oturuyor oturduğu yerde, birileri sanki bir sini üzerinde onu arada sırada sağa sola götürüp gezdiriyor ya, kendini çok dinamik sanıyor...