Metin Yeğin
Bir kırık kürek, karnından saplı
Fas’ın küçük bir kasabasıydı. Okyanusun büyük dalgalarla parçaladığı kayalıkların arkasına sığınmıştı kasaba. Gücü kuvveti kırılıyordu okyanusun, kasabanın önünde, süt liman oluyordu. Sadece ay yükselip, içine çektiğinde, hızla yükseliyordu deniz -sanki derin bir soluk alır gibi ay- sonra yine ayla beraber, geriye çekiliyor, pürüzsüz bir kumsal bırakıyordu geride. Bazen kıyıdan vurmuş, birkaç şişe kalıyordu ortasında bu kumsalın, bir kırık kürek -dikine karnına saplı- zamanında okyanusa açılamamış bir balıkçı kayığı -içinde balık ağı bazen ve üstünde birkaç ayıklanmamış deniz yıldızı- geride bırakıp, adeta koşarak uzaklaşıyordu deniz…
Oldukça çok zamanım vardı. Dalgaları seyredebiliyordum mesela -belki dalga geçmek budur diye düşünüyordum- Koşarak kaçan denize yetişmeye çalıştığım da oluyordu. Okyanus çekildiğinde geride kalan küçük gölcükler içinde Ahtapot avlamaya çıkıyorduk bazen Mehdi ile -orada tanışmıştım, bana ahtapot avlamayı öğretiyordu- Ayrıca bir kayıkla anlaşmıştım. Sabahları 2 Euroya bizi ortadaki adaya bırakıyor, akşamüstü geri alıyordu.
Bizden başka pek kimse olmuyordu adada. Bir gün bir büyük tekne yanaştı. İçinde gençler çıktılar ve bizim denize girdiğimiz koya koşarak geldiler. İçinde küçük okyanuslar bırakan küçük kayaları vardı koyun, harika bir mavisi, kendisinden daha parlak bir derinliği ve kayalarda parçalanmış dalgaların düşüşünü bile duyabildiğimiz bir sessizliği. Bunların hepsinin ortasına koştular. Ellerinde hazırdı telefonları, hızla ve büyük bir telaşla fotoğraflar çektiler. Sonra, gittiler…
Onlar fotoğraf çekip gittiklerinde, her şey normale döndü yine. Kırlangıçlar hakkında konuştuk biraz, alçak yüksekliklerde uçuyorlardı, çok hızlı uçuyorlar dedik ikimiz de, dalga seyrettik ve inanın her seferinde başka çarptılar kayalara ve her seferinde güneş bazılarını havada yakalayıp, küçük küçük güneşler haline soktu okyanusu.
Gençleri gördük bir kez daha. İlerde bir koya daha yanaşınca tekneleri, hep beraber bir kıyıya koştular yine. Göremiyorduk ama ellerinde telefonları vardı kesin. Şöyle yan yan bakıp veya biraz büzüp dudaklarını, kendilerine poz verdiler. Sonra ellerinde henüz çektikleri fotoğraflara baka baka geri döndüler.
O sırada ay yükselmeye başladı, cebinde okyanus ile birlikte, kırlangıçlar, yine hızla uçtu filan ve fotoğraflara henüz hapsolmadı çok şükür dünya…