bir performans olarak entelektüellik

yirmi birinci yüzyıl entelektüelinin şaşırtıcılığı fikirlerinde değil, belki ancak üslubunda. cesareti, okurunun, takipçisinin sevmediği kişilere hakaret edebilme maharetinde.

fransa’daki verité-liberté dergisinin 6 eylül 1960 tarihli sayısında yayınlanan "121 manifestosu" fransız hükümetinden cezayir savaşını bir bağımsızlık mücadelesi olarak tanımasını, fransız ordusunun cezayir’de işkence uygulamalarına son vermesini talep ediyordu. cezayirli gazeteci ve fransız komünist partisi üyesi henri alleg’in, cezayir’de gördüğü işkenceleri anlatan ve iki hafta içinde 600 bin sattıktan sonra yasaklanan kitabı sorgu’nun yayınlanmasının üzerinden iki koskoca yıl geçmişti; cezayir’in, 130 yıllık fransız sömürgeciliğinden, on yılı aşkın bir savaşla kurtulmasına iki yıl kalmıştı ve adından da tahmin edebileceğiniz gibi manifesto’yu imzalayanlar sadece 121 kişiydi.

kendi devletinin sömürgeciliğine karşı çıkmak, bu konuda yazmak kolay bir iş değil; nitekim bütün savaş boyunca cezayir’le ilgili yazan ve tutum alan en önemli üç entelektüel, türkiye’de de, özellikle kürtler arasında büyük ilgi gören martinikli franz fanon, henri alleg’in yukarıda andığım sorgu adlı kitabına önsöz de yazmış olan jean-paul sartre ve yazdıklarıyla hem fransa’da hem cezayir’de tepki çeken, dedikleri bugün bile tartışılan cezayir doğumlu albert camus oldu. ama zaten entelektüelin göğüslemesi gereken sadece yasal baskı değil. entelektüel düşündürmeyi, şaşırtmayı hatta irkiltmeyi başarabildiği ve sevilmemeyi göze alabildiği zaman iddiasının hakkını vermiş olur. nitekim, sartre, türkçeye gizli oturum adıyla çevrilen ünlü oyunu huis clos’nun (kapalı kapılar ardında) afişinde "cehennem başkalarıdır" diyerek, tepkileri sadece siyasal alanda göze almadığını gösterir.

yirminci yüzyıldan 21. yüzyıla geçerken değişen şeylerden biri entelektüelden beklenenler oldu. bugünün makbul entelektüeli yalnız kalmayı göze alarak fikrini söyleyen, başkalarının akıl etmediğini, aklından geçirse bile söylemediğini dillendiren, sadece yasalar önünde değil, toplum ve okurları karşısında risk alabilen biri değil.

amacı doğruya ulaşmak değil beğenilmek. yirminci yüzyılın entelektüelleri de büyük hayranlık uyandırmıştır ama bir şeyin insanın başına gelmesiyle hedeflenmesi çok farklı. yirmi birinci yüzyıl entelektüelinin şaşırtıcılığı fikirlerinde değil, belki ancak üslubunda. cesareti, okurunun, takipçisinin sevmediği kişilere hakaret edebilme maharetinde. günümüzün makbul entelektüeli çığır açmayacak, çağına damga falan vurmayacak. çoğu fikri, kelimenin olumsuz anlamıyla güncel, tarihin sağlamasından geçmemiş, soyutlamalarının bile başka bir zaman ve mekânda geçerli olacağı şüpheli. çünkü bugünün makbul entelektüeli, fikirlerini değil kendisini sunuyor; "sağlam" ve "doğru" bir duruşu, etkileyici bir üslubu, aforizmaları, yazısını ve konuşmasını çekici kılan şakaları var.

yeni bir fikir sunması değil, "hah, ben de tam böyle düşünüyorum!" dedirtmesi gerekiyor. takipçisindeki etkisi daha ziyade bir ferahlama; inandıklarını bir de ünlü birinin ağzından duymanın/okumanın verdiği güven.

makbul entelektüel performansıyla konferans salonlarını dolduran, gördüğü ilginin mahiyetiyle pop yıldızlarını andıran bir persona. ama burada magazin basınının ilgisini esirgemediği demet akalın’ın, hande yener’in değil, mabel matiz’in, kalben’in konserlerini dolduran pop müzik dinleyicisinin hakkını yemeyelim çünkü benzer bir seçicilik andığım yazarların takipçilerinde görülemeyebiliyor.

günümüzün entelektüeli genellikle o sade suya tirit "demokrat" tanımını tercih ediyor kendisi için. röportajlarında nasıl tutarlı bir demokrat olduğunu anlatıyor; belki 12 eylül’e yetişememiş ama 28 şubat’a karşı çıkmış, tabii. söyleminin nesnesi, toplum ya da ülke değil kendisi; okurlarını, takipçilerini müridi olarak görmeyi tercih ediyor; nezaketi bunu açıkça ifade etmesini engellese de. bugün, büyük şehirlerde, anadolu’nun birçok yerinde, kültür merkezlerinde, demokratik kitle örgütlerinde, sol partilerde ağırlanan isimler içinde, çok değil beş yıl sonra hepimizi şaşırtabilenler çıkacak. çünkü geçtiğimiz on yıl ağırlananlar arasında o kadar çok, "yok artık, daha neler!" dedirten oldu ki.

bizim kahramanca konuşanlara değil, merakı, titizliği ve çalışkanlığıyla okurunun ufkunu açan, ideolojik angajmanı olsa bile, devletten ve resmi görüşten bağımsız olabilen, fikrini değiştirse de sözünden dönmeye tenezzül etmeyecek yazarlara ihtiyacımız var. ve tabii esas olarak, eksiklikleri, korkuları, endişeleri bulunsa da, bir araya geldiklerinde dünyayı ve ülkeyi değiştirecek bir güç olan, doğru bir duruşu olmasa da haklı bir hareketi oluşturan isimsiz kitlelere.

hem şu kendi afili, sözü yakışıklı, duruşu havalı abilerden gerçekten bıkmadınız mı?

fransa ayşe düzkan Cezayir performans