Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Bir Türk şairinin Ermeni bağlantıları

Müzisyen, ressam ve araştırmacı Khatchatur I. Pilikian’ı yitireli 3 yıl olmuş, salgının izolasyon günlerinde. Londra’da Sosyalist Tarih Cemiyeti vermişti ölüm ilanını. 2006 Şubat’ında “Bir Türk Şairinin Ermeni Bağlantıları” adlı bir konferans vermişti.

Müzisyen, ressam ve araştırmacı Khatchatur I. Pilikian’ı yitireli 3 yıl olmuş, salgının izolasyon günlerinde. Londra’da Sosyalist Tarih Cemiyeti vermişti ölüm ilanını. 17 Ağustos 2017 tarihinde Mortlake Krimatoryumu’nda yakıldı bedeni. 2006 Şubat’ında Marx House’da “Bir Türk Şairinin Ermeni Bağlantıları” adlı bir konferans vermişti.

Sema Vural sağolsun, Pilikian’ın makalelerini tercüme etmişti. Şöyle anlatıyor Nazım’ı Pilikian:

Tam bir yıl önce, Şubat 2005'te, sonradan ünlü bir romancı olan bir Türk sanat öğrencisi, kendisiyle yapılan bir röportajda birkaç kelime konuştu ve kendi ülkesinde bir cehennem patlak verdi. Orhan Pamuk İsviçre’li bir gazeteciye şunları söyledi: "Bu topraklarda otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü ve benden başka kimse bu konuda konuşmaya cesaret edemiyor".

Şaşkınlık ve hayret içindeyim. Evet, hiç kimse, hatta bizzat Orhan Pamuk bile, yarım yüzyıldan fazla bir zaman önce bir Türk yazar, dünyaca ünlü devrimci bir şairin, kendi ülkesinde yıllarca hapis yattıktan sonra serbest kalır kalmaz, kısmen şiirsel ve içeriksel de olsa, "bu konuda konuşmaya cesaret etmiş olduğunu" hatırlamaya cüret edemedi.

Bu kişi, onurlu komünist şair Nazım Hikmet idi. SSCB’nin dağılmasına ve Soğuk Savaş'ın, küreselleşme döneminin küstah sıcağıyla erimiş gibi görünmesine rağmen, Thomas Mann’ın kesin bir şekilde “20. yüzyılın asıl aptallığı” olarak nitelendirdiği "anti-komünizm"in hâlâ, bırakın neo-con ve neo-emek yanlılarını, sağ ve sol neo-liberal politikaların katı savunucularının gündeminde olduğuna tanıklık etmek hiç de zor değil…

Stepanian, Erivan'da yayınlanan 1983 tarihli, Türk Kaynaklarına Göre Türk Tiyatrosunun Gelişiminde Ermenilerin Rolü başlıklı monografisinde Nazım Hikmet'in yakın arkadaşı ve çalışma ortağı Türkolog Ekber Babayev’den bahsetmektedir. Babayev, Hikmet’in şunları söylediğini kaydediyor:

Türk Tiyatro tarihi Mnakian, Papazian ve Elize Binemejian’ın adlarını gururla belirtmektedir. Elize’yi ilk kez Darülbedayi’de hangi oyunda görmüş olduğumu hatırlamıyorum. Ama ona hemen ilk görüşte aşık olduğumu iyi hatırlıyorum. Türkçeyi, İstanbul’un çağdaş, zarif hanımları gibi kolayca anlaşılır bir şekilde konuşuyordu…Kendi kendime, “bir oyun yazmalıyım” dedim. Ona yaklaşmanın başka hiçbir yolu yoktu. Belki de elimi bile sıkar… Oyunu, manzum olarak yazmalıyım, fakat konusu ne olacak ?

Elbette aşk. İlk oyunum “ Ocak Başında” böyle doğdu. Ne yazık ki Elize ile aramızda hiçbir ilişki olmadı. Onun yanında ben kim oluyordum ?”

Evreka ! Nazım’ın gençliğindeki Türk tiyatrosunun “prima donna”sı Eliza Binemeciyan, hiç şüphem yok ki, şairin Göksu ve Timms tarafından yazılan biyografisinde adı belirsiz olarak yer alan gizemli Ermeni oyuncu idi.

Nazım’ın Moskova Senfonisi’nde övdüğü, Nazi-faşist işgalcileri yenen gerçek direniş kahramanları, silah arkadaşları Türkistanlı Ahmet ve Ukraynalı Yarchenko’yla birlikte Ermeni Sagamaian gibi 'küçük insanlar'dır.

Türkiye'den her ikisi de siyasi mülteci olarak ayrılan Hayk Açıkgöz ve eşi Anjel, 1950’lerde, Lübnan – Beyrut’ta çalıştılar. Hayk tıp doktoruydu ve eşi Anjel de hemşireydi. Sonunda Leipzig’e yerleşmeden önce Varşova’ya göç ettiler. Ünlü Lübnanlı avukat Kaspar Derderian’ın imzasıyla ( Ermenice haftalık Ganch [ Çağrı] dergisinde 2 Kasım 2002’de) yayınlanan " Nazım ve Cesur Ermeni Mücadele Arkadaşları” başlıklı bir makale, Nazım’ın sürgündeki bu arkadaşlarının bireysel katkılarını aydınlatmaktadır. Böylece, Anjel Açıkgözyan, Aram Pehlivanyan’ın baş editörlüğünü yaptığı Bizim Radyo’da sekreter ve editör olarak çalıştı; bu sırada (daha sonra, 1973’de Türkiye Komünist Partisi’nin Genel Sekreterliği’ne getirilecek olan) İsmail Bilen de, radyodan sorumlu genel yönetmendi. Bizim Radyo’ya yaptığı katkılarla eş zamanlı olarak zamanda Dr Hayk Açıkgözyan, Leipzig’deki Karl Marx Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde cerrahlık da yapmakta idi ve sonunda buraya başhekim oldu. Şimdi 78 yaşında olan Anjel, belki de, Nazım Hikmet’in parlayan yıldızı olduğu Bizim Radyo çevresindeki entelektüellerin oluşturduğu çekirdeğin belki de sağ kalan tek üyesidir.

ragip.jpg

Hayk Açıkgöz, Gün Benderli, Anjel Açıkgöz, Necil Togay, Nâzım Hikmet, Klara Korolowzsky, Yıldız Sertel (Ağustos 1955, Budapeşte)

Bizim Radyo takımı Nazım Hikmet ile

Nazım, diğer Ermeni yoldaşı Vartan İhmalyan’la birlikte 11 Mayıs 1957’de Moskova Tiyatrosu’ndaki prömiyerinin hemen ardından Prag’da İvan İvanoviç adlı oyununun sahnelenmesine katıldı…

Kırk yıl önce 1962’de Nazım Hikmet Roma’ya gelmişti. Şairi karşılayan çeşitli uluslardan öğrenciler arasında ben de vardım. O zamanki Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde arkadaşım olan sanat öğrencisi, şimdi Suriye’nin önde gelen ressamlarından Faysal, Nazım’a şaka yollu benim resim yapan bir şarkıcı olduğumu söyledi. Nazım Hikmet "Mario Cavaradossi!” diye bağırdı. Benim de yakın zamanda aynı “Cavaradossi” gibi opera tenoru olarak ilk kez sahneye çıktığımı öğrenince gerçekten heyecanlandı ve bize, kendi vatanında hapiste iken “Tosca” operasının librettosunun tamamını Türkçeye çevirmiş olduğunu anlattı ve “tıpkı Cavaradossi gibi” diyerek espri yaptı. Büyük şair hemen orada şarkı söylememi isteyince ben utandım ve aptalca reddettim. Bundan dolayı öyle bir pişmanlık duydum ki, bir sure sonra Latin Amerikalı meslektaşlarım beni, Latin Amerika’nın Nazım Hikmet’i olan Pablo Neruda’yı karşılamaya çağırdıklarında, şarkı söylemek için davet beklemedim. Neruda’nın eşi, opera şarkıcısı idi. Ve ben, arya söyledim. Neruda hemen beğenisini yazarak, partisyonumu imzaladı.

2002’de (TC Kültür Bakanlığı Nazım Hikmet’e sansür uyguladı) – UNESCO’nun Nazım Hikmet Yılı’nda- bir tartışma Brüksel, Info-Turk’ten Doğan Özgüden’in kalemini ateşledi (1 Haziran, 2002 tarihli e-mail), Yeni Şafak Gazetesi’nde Koray Düzgören tarafından yansıtıldı ( 10 Haziran, 2002) ve Londra’da çıkan haftalık, Toplum Postası dergisi tarafından büyütüldü.( 27 Haziran,2002, s. 50 ve 53) “Nazım Hikmet’e Saygısızlık”, “Nazım Hikmet’e Büyük Hakaret ” gibi tüm başlıklar, uygulanan sansürü, özünde saygısızlık olarak vurguluyor.

Türkiye, Ermeni soykırımını takıntılı bir şekilde inkâr etmeyi sürdürürken, insan, “resmi olarak” kullanıldıkları zamanlarda, Nazım Hikmet’in orijinal şiirlerinden ne kadarının bozulmadan kalmış olduğunu merak ediyor…

eliza.jpg

Eliza Binemeciyan

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi