Boğaziçili çocuklar

Öğrencileri cezaevine yollamak, gençleri kazanmaya değil, harcamaya yarar. Ama belli ki istenen şey, tam da bu: Dökülen betonda hiçbir çatlak kalmasın, hiçbir yerden ot yeşermesin...

Pek çok konuda ayrıştırılsak, ayrı kamplara düşsek, farklı düşünsek de bazı temel hayaller ve amaçlarımızda hala birleşiyoruz. Bunlardan biri de kaliteli, dünya standartlarında bir eğitim alabilmek.

Daha ilkokuldan başlayan büyük yarışta varını yoğunu veren anne babalara sorun, hepsi aynı cevabı verecektir: Çocuğunun Türkiye’nin en parlak, uluslararası alanda tanınan ve saygı duyulan nadir üniversitelerinden birine girdiğini görmek, en büyük hayalleri.

Şüphesiz Boğaziçi, bu üniversitelerin başta geleni. Muhafazakar aileler dahil, çocuğunu okutmak isteyen hilafsız herkesin gönlünde Boğaziçi vardır.  

Boğaziçi’ni bu kadar değerli kılan, salt akademik başarısı değil. Okul, kampus hayatıyla, eğitim diliyle ve sosyal-kültürel imkanlarıyla dünya standartlarında olan nadir kurumlardan.

Öte yandan Türkiye’de hiçbir üniversite, olması gerektiği gibi özerk değil. Hele bugün, hiç değil. Ama Boğaziçi, her daim bağımsız statüsünü koruyabildi. 90’larda başörtülü öğrenciler hiçbir okulun kapısından alınmazken Boğaziçi’ne gidebilenler oldu. Yukarıdan gelen müdahalelere nispeten direnildi.

Üniversiteler, dışarıdan ve içeriden karıştırılır, şiddet hadiseleri patlak verirken Boğaziçi hep bunlardan uzak durmayı başardı. Şiddete, nefret söylemine başvurulmadığı sürece her görüş ifade edilebildi. İsteyen dinledi, isteyen kafasını çevirip gitti.

DÖK BETONU OTLAR YEŞERMESİN

Rahatlıkla bunları söylüyorum, çünkü ben de Boğaziçi mezunuyum. Boğaziçi’ni en özel kılan tarafı, öğrencisini ailenin, devletin, sistemin bir kuklası olarak değil, birey olarak yetiştirmesi. En azından bugüne kadar, zorluklara rağmen, bu özelliğini koruyabildi.

Hayatın her alanında olduğu gibi üniversiteyi de tektipleştirmek isteyenlerin dayanamadığı, işte bu. Oysa vaazettikleri emellere –dünya standartlarına ulaşmak, hatta dünyaya meydan okumak, büyük ülke olmak, gelişmek, iddialı olmak vb, vb- ulaşmak için yegane yol, kaliteli eğitim kurumlarından geçiyor. Arzulanan seviyeye, ancak farklı fikirlerle temas ederek, kültürel olarak zenginleşerek, akademik standartları tutturarak ulaşılabiliyor...

Türkiye’deyse polisin Boğaziçili öğrencinin kafasına vurarak "vurayım daha az akıllı ol" cümlesiyle kristalize olan bir hal sözkonusu.

Biliyorsunuz Boğaziçi’nde, Afrin operasyonuna destek için lokum dağıtan öğrencileri protesto eden toplam 10 öğrenci tutuklandı. Şimdiye dek pek çok benzer protesto yapılır ve sorun yaşansa bile kendi içinde halledilirken meselenin bu boyuta ulaşmasında Cumhurbaşkanı’nın bizzat hedef göstermesinin payı var.

Neymiş suç? "İşgalin ve katliamın lokumu dağıtılmaz" yazılı pankart açmak... Öğrenci bunlar, henüz yirmili yaşlarının başında, pırıl pırıl insanlar! Bunu yazmanın teröre destek vermekle alakası ne?

İfade özgürlüğü çerçevesinde tartışılacak birşey dahi yok. Disiplin soruşturmasına bile gitmeyecek bir hadiseden kalkarak öğrencileri cezaevine yollamak, gençleri kazanmaya değil, kaybetmeye, harcamaya yarar. Ama belli ki istenen şey, tam da bu: Dökülen betonda hiçbir çatlak kalmasın, hiçbir yerden ot yeşermesin, hepsini yolalım...

İyi de ne yapsanız, doğanın önüne geçemezsiniz.

YENİ BİR KABATAŞ HADİSESİ Mİ?

Önceki gün Boğaziçili çocukların aileleri bir basın toplantısı düzenledi. Aileleri, çocuklarının nasıl bir insan olduğunu anlatmaya çalıştı. Kimi çocuğunun Atatürk sevdalısı olduğunu, kimi barınaklarda gönüllü çalıştığını, kimi barışa inanan, duyarlı çocuklar olduğunu aktardı.

Ailelerin, hem hukuksuzluğu ıspat etmeye, hem çocuklarını tanıtmak durumunda bırakılması, ne acı! Arkalarında hocalarının, üniversite yönetiminin duramaması, ne acı!

Boğaziçi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Faruk Birtek hariç, açıkça yapılan muameleyi eleştirebilen Boğaziçili akademisyen çıkmadı. Çıkamaz, çünkü Cumhurbaşkanı bu öğrenciler daha soruşturulmadan terörist ilan ettiği gibi "iltisakı olan" hocaları da tehdit etti.

Herşeye rağmen, Boğaziçi’nin mezunuyla öğretim üyesiyle tüm bu saldırıların karşısında, soğukkanlılıkla ve akılcılıkla direneceğine inanıyorum. Mesele Boğaziçi değil, yeni Kabataş hadiseleri yaratmak. Hepimiz biliyoruz ve yemiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi