Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Bozkurtlar: Erdoğan'ın Avrupa'daki askerleri...

Bozkurtlar, sadece Bahçeli'nin değil, Belçika'ya gönderdiği son mesajda görüldüğü gibi, Erdoğan'ın da Avrupa'daki askerleridir. Avrupa ülkeleri liderlerinin, Bozkurt'ların kimlere hizmet ettiğini anlamaları için istihbarat raporlarına bakmaları yeterli.

Brüksel'deki son olaylarda Bozkurt'ların tahrik ve saldırılarını görmezden gelen Türkiye ve Belçika yöneticilerine son derece gerekli bir hatırlatma

Dün yapılan yerel seçimin sonuçları üzerine düşüncelerimi ifade etmek için bu haftaki yazımı yarına ertelemeyi düşünüyordum, ancak geçtiğimiz hafta Belçika'da ırkçı ve İslamcıların Leuven'deki Newroz kutlamasından dönmekte olanlara Heusden-Zolder'de saldırmasının tetiklediği olaylar üzerine hem Türkiye'deki Tayyip iktidarının hem de Belçika'yı yönetenlerin gerçekleri hiçe sayarak diasporadaki Kürt'leri hedef alması karşısında bu satırları yazmayı görev bildim.

24 Mart’taki Newroz kutlamasından dönen araçlar üzerindeki bayrakları bahane eden bir grup faşist, Rojavalı bir ailenin evinin önünde toplanarak ırkçı sloganlar atmış, evin önündeki araçları tahrip ederek evi yakma girişiminde bulunmuş, biri ağır olmak üzere çok sayıda Kürt’ü yaralamıştı.

Bu saldırıya tepki olarak ertesi gün Brüksel'deki Avrupa Parlamentosu önünde düzenlenen protesto mitingi sırasında ve bazı kentlerde yaşanan gerilim ve çatışmalar üzerine Belçika Demokratik Kürdistan Toplulukları Konseyi (NAV-BEL) şu açıklamada bulunmuştu: "Irkçı/vahşi saldırının yaşandığı günden bu yana ne yazık ki pek çok provakatif ve talihsiz olaylar yaşandı. Bunu kesinlikle tasvip etmiyoruz. Toplumsal bir kuruluş olarak sürekli yasal çerçevede hareket edilmesi yönünde çağrılarda bulunduk. Toplumsal bir kuruluş olarak, herkesi hukuki, insani ve barışçıl çerçeve de hareket etmeye çağırıyoruz. Bunun dışındaki eylemleri kesinlikle kabul etmiyoruz ve reddediyoruz. Herkesi Belçika devletin yasalarına saygı göstermeye tekrar davet ediyoruz."

Kürt konseyi böylesi barışçıl bir yaklaşımdayken, Belçika'daki Türk diplomatik misyonlarının, AKP ve MHP'nin hizmetindeki kuruluşların ve medyanın, gerçekleri hasıraltı ederek Kürt'leri suçlaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sadece olaylarda yaralanan bir Türk gencini telefonla arayıp "geçmiş olsun" dileklerini ilettikten sonra "Bunlar ahlaksız, bunlar adi, bunlar alçak... Oradaki resmi makamlar da, Büyükelçiliğimiz de takip ediyorlar, biz de kovalıyoruz" mesajını vermiş olması hiç şaşırtıcı değil.

Şaşırtıcı olan, bizzat Belçika Başbakanı Alexander De Croo'nun olaylar üzerine yaptığı açıklamada, "PKK, Avrupa'da terörist bir örgüt olarak kabul edilmektedir... Bu terörist organizasyonu desteklemek için yapılan her çeşit açıklamanın sona erdirilmesi için çağrı yapıyorum" diyerek tüm sorumluluğu Kürtlerin üstüne yıkması, buna karşılık Türkiye'deki AKP-MHP diktasının yurt dışındaki destekçisi ve terör uygulayıcısı, Belçika'daki son şiddet olaylarının asıl başlatıcısı olan da aşırı sağcı örgütlerin sorumluluğu konusunda tamamen sessiz kalmış olmasıdır.

BOZKURT’LARIN MARFETLERİNİ ÖRTBAS ETME ÇABALARI

Flaman liberal partisi Open VLD'nin üyesi De Croo'nun bu tarafgir tavrında, hiç kuşkusuz, Belçika'da bu yıl art arda yapılacak olan parlamento ve belediye seçimlerinde, geçen yıl yapılan Türkiye cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 70'i Recep Tayyip Erdoğan'a oy vermiş olan Türk seçmenlerin desteğini kazanma kaygısı ağır basıyor.

Ancak bu tavırda daha bir kaç hafta önce Ankara'yı çileden çıkartan bir davranışını unutturma kaygısının da etkin olduğunda kuşku yok...

Evet, bugün PKK'nin bir terörist örgüt olduğunu vurgulayan De Croo, Ramazan ayının başlarında, beraberinde Adalet Bakanı Paul Van Tichgelt olduğu halde, Tayyip iktidarı tarafından "terörist örgüt" ilan edilen Gülen hareketine yakın Fedactio adlı kuruluşun Anvers'teki Hilton Oteli'nde üzenlediği iftar yemeğine katılması ve üstelik bir de konuşma yapması üzerine kıyamet kopmuştu. Belçika'nın Türkiye Büyükelçisi de, De Croo'nun Fedactio tarafından düzenlenen bir yemeğe neden katıldığını açıklaması için Ankara'da Dışişleri Bakanlığı'na çağrılmıştı.

Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) de, bir açıklama yayınlayarak bu tutuma karşı tepkisini şöyle ifade etti:

"Avrupa devletlerinin yaklaşımları gerçekleri ortaya çıkarmaktan uzaktır. Daha önce gerçekleşen bütün Kürt katliamlarında da yaklaşımları böyle olmuştur. Bu yaklaşım gerçekleri ortaya çıkarmadığı gibi her seferinde yeni saldırı ve katliamların gelişmesine de zemin sunuyor. AKP-MHP iktidarı Avrupa'nın her yerinde dinci, faşist, ırkçı düşüncelerle insanları örgütlüyor, silahlandırıyor, saldırıya geçiriyor. Ancak bu iş bu kadar aleni yapılıyorken bunlara karşı hiçbir şey yapılmıyor, adeta serbest bırakılıyorlar. Başta Belçika devleti olmak üzere Avrupalı devletlere bu yaklaşımlarını artık değiştirmeleri çağrısında bulunuyoruz. Şu bilinmelidir ki bu faşist, ırkçı, dinci DAİŞ'çi çetelerin hedefinde sadece Kürtler yoktur, Avrupa'nın halkı da vardır. Halkımıza da çağrımız; provokasyonlara gelmemeleri, demokratik eylem ve etkinlikler dışında başka yol ve yöntemlere başvurmamalarıdır. "

Kaldı ki, De Croo'nun PKK'ya yönelik açıklaması, Belçika adaletinin verdiği kararlarla da uyuşmamaktadır.

Belçika İstinaf Mahkemesi 8 Mart 2019’da PKK’nın terör örgütü olarak nitelendirilemeyeceği ve bu çerçevede yargılamanın sözkonusu olamayacağına hükmetmiş, ancak Türk devletinin avukatları ve savcı bu karara 20 Mart 2019’da Yargıtay nezdinde itirazda bulunmuştu.

Adli süreç iniş çıkışlarla devam ede dursun, Tayyip iktidarının sürgündeki siyasal muhaliflerini jurnalleme görevini üstlenen SETA da devreye girerek Temmuz 2019’da yayımladığı "Avrupa’da PKK yapılanması" adlı kitapta Kürt diyasporasının tüm örgütlerini ve şahsiyetlerini “terörist”, onlarla dayanışma gösteren tüm kuruluşları ve kişileri de, İnfo-Türk de dahil, “terörizm destekçisi” diye karalayarak Belçika adaletini etkilemeye çalışmıştı.

Tüm bunlara rağmen 28 Ocak 2020’de davayı yeniden ele alan Belçika Yargıtayı, Kürdistan özgürlük mücadelesinin teröristlikle suçlanamayacağı, yaşananın bir savaş olduğu, PKK’nin de savaşın bir tarafı olduğu, yürüttüğü mücadelenin Anti-terör Kanunu çerçevesinde değil uluslararası savaş hukuku kapsamında ele alınması gerektiğine hükmeden alt mahkeme kararını onaylamıştı.

Bu sürecin yakın tanığı olduğum için, olaylar üzerine Belçika'nın en büyük Fransızca gazetesi Le Soir'da yayımlanan demecimde Kürt ulusuna karşı işlenen haksızlık ve adaletsizlikleri şöyle ifade ettim:

"Newroz kutlamaları, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kimliği, ulusal hakları ve ifade özgürlüğü sürekli ihlal edilen Kürt halkının sesini duyurabildiği nadir olanaklardan biridir. Bu halk seçim kampanyalarında bile baskıya maruz kalmaya devam eder, seçilmiş belediye başkanları görevlerinden alınıp hapse atılır, Kürt partisinin milletvekilleri ve liderleri hâlâ cezaevinde tutulur, Türk ordusu sadece Türkiye'nin Kürt illerinde değil, Irak ve Suriye'de de askeri operasyonlarına devam ederken, sadece Türkiye'de değil, yurt dışındaki diasporalarında da sesini yükseltmek bu Kürt halkının en meşru hakkıdır.

"Avrupa ülkeleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Kürt halkına yönelik baskı ve zulüm karşısında sessiz kalırken, diasporadaki Kürtlerin tıpkı soykırım mağduru Ermeni ve Asuriler gibi tepki göstermeleri son derece anlaşılır bir durumdur.

"Türkiye'de Bozkurt'lar tarafından desteklenen Erdoğan'ın İslamcı hükümetinin, hem yurt dışında hem de yurt içinde Kürt direnişini susturmak için kontrolü altındaki ırkçı ve İslamcı örgütleri ve medyayı sürekli kullanmakta olduğu unutulmamalıdır.

"Son olaylar da bunun bir uzantısıdır.

"Limburg'da Newroz kutlamalarından dönen Kürtler saldırıya uğramış, bunun üzerine ertesi gün Avrupa Parlamentosu önünde tepkilerini dile getirmişlerdir.

"Adaletsizliğe ve istemlerinin dikkate alınmamasına karşı bir isyan ruhu içinde, aşırı sağcı çevrelerden gelen provokasyon ve saldırılara tepki olarak bazen istenmeyen taşkınlıklar meydana gelebiliyor.

"Ancak Kürt diasporasını temsil eden kuruluşların bunları önlemek ve engellemek için ellerinden geleni yaptıklarını biliyorum. Bence tek çözüm bu örgütlerin liderleriyle yapıcı bir diyalogun geliştirilmesidir."

BOZKURT’LARIN AVRUPA’DAKİ KRİMİNAL TARİHÇESİNE BİR BAKIŞ

Bu vesileyle, bugün Türkiye'de despotik iktidarın ortağı olan, Avrupa ülkelerinde işlediği bütün cürümlere rağmen el bebek gül bebek tutulan Bozkurt'ların, benim de 50 yılı aşan sürgünümde tanığı olduğum karanlık geçmişi üzerine bir anımsatma yapmayı gerekli görüyorum.

MHP, 1960'larda silahlı teröre başlayan ve o zamandan beri birçok katliamdan sorumlu olan bir örgüttür: İstanbul'daki Kanlı Pazar (1969), Ankara (1978), Kahramanmaraş (1978), Çorum (1980) ve Sivas (1993) katliamları.

70’li yılların ilk yarısında Türkiye’nin yanı sıra İspanya, Portekiz ve Yunanistan’ın da faşist diktatörlükler altında bulunması nedeniyle Belçika’da göçmen örgütlenmelerinde sol eğilimli siyasal sürgünler etkin rol oynuyor, göçmen işçilerin üye olduğu sendikalar da göçmen kitlesi içinde faşizan örgütlenmelere gidilmesine olanak tanımıyordu.

1975’ten sonra MHP’nin Demirel başbakanlığındaki Milliyetçi Cephe hükümetlerinde yer alması, Türkeş’in başbakan yardımcısı olmasından sonra MHP, yurt dışındaki göçmen işçiler arasında milliyetçi duyguları tahrik ederek hızla örgütlenmeye başladı.

Belçika’daki gelişmeleri İnfo-Türk’ün Nisan 1978 tarihli aylık bülteninde "Faşist komandolar Belçika’da da örgütleniyor" başlığı altında şöyle duyurmuştuk:

Faşist komandoların Türkiye’deki kanlı provokasyonları, bir savcının, ardından "NATO’ya hayır" afişi asan TİP’li bir militanın kurşunlanarak öldürülmesine, üniversite öğretim üyesi Server Tanilli’nin vurularak felç edilmesine ve bilinçsiz kitlelerin kışkırtılıp bir içsavaş ortamı yaratılmasına varırken, yurt dışındaki faşist örgütlenme çalışmaları Almanya ve Hollanda’dan sonra Belçika’ya da sıçramıştır.

Özellikle MC Hükümeti zamanında Belçika’ya tayin edilen din hocaları ve diğer görevliler genellikle MSP sempatizanı veya AP’li oldukları için MHP’lilerin örgütsel bir çalışması görülememişti.

1978'de ilk olarak bir sinemada Belçika’daki MHP sempatizanları bir araya getirilerek kendilerine örgütlenme gereği anlatılmış, bunun hemen ardından da Brüksel’de, Schaerbeek’teki Rue Verte, N°30’da Brüksel Türk Kültür Derneği Ülkü Ocağı adı altında bir dernek faaliyete geçirilmişti.

Ülkü Ocağı’nın 19 Nisan 1978’de Belçika’daki Türkiyeli işçilere hitaben yayımlanan ilk duyurusu "Değerli Müslüman Türk işçisi" hitabıyla başlamakta, daha sonra "Malumunuz olduğu gibi memleketimiz komünizm rejimi tehlikesiyle karşı karşıyadır"denilerek "Sizlere düşen vazife, Brüksel’de bulunan Leninci ve Maocu komünistlerin gazetelerini okumamak, fikirlerini benimsememek, imkanlar dahilinde bunlarla sohbet etmemektir" çağrısında bulunulmaktaydı.

Başlığında bir ay-yıldız ve ay-yıldızın iki yanında da birer hilalli Bozkurt bulunan bildirinin dağıtımından hemen sonra, Türkiyeli işçilerin yoğun bulunduğu Schaerbeek semtindeki Türk kahvelerine silahlı, sopalı, demir çubuklu topluluklar halinde giderek terör havası yaratmaya başlamışlardı.

22 Nisan 1978 Cumartesi günü aynı bildiri dağıtmak isteyen bir siyasi grubun elemanlarıyla önce sözlü, daha sonra sopalı çatışmaya girmişler, birisini hastanelik olacak kadar ağır şekilde dövmüşlerdi.

1978’de başlayan bu örgütlenme, 12 Eylül sonrasındaki kısa bir duraklama döneminden sonra, Türk Federasyon çatısı altında daha da yaygınlaşarak, sadece Türkiyeli ilerici kuruluş ve kişileri değil, Belçika’nın çoğulcu siyasal ve sosyal yapısını da tehdit eden bir tehlikeye dönüştü.

Almanya’dan özgürlük yürüyüşüne çıkan bir Kürt grubu 1993’ün son günü Brüksel’e vardığında MHP’lilerin kışkırttığı Türk gençleri yürüyüşçü Kürtlere saldırarak Türk toplumunda körüklenen aşırı milliyetçiliğin ne tehlikeli boyutlara ulaştığını ortaya koyacaktı. Yüzlerce genç Bozkurt işareti yaparak, “Saint-Josse Türk mahallesidir!”, “Burada Kürtlere yer yok!”, “Kahrolsun PKK!” diyerek Kürt lokallerine ve Kürt işyerlerine saldırdılar.

Abdullah Öcalan’ın İtalya’da bulunduğu dönemde de, 7 Kasım 1998 gecesi Bozkurtlar ellerinde, göğüslerinde, sırtlarında üç hilalli bayraklar olduğu halde Saint-Josse mahallesindeki Brüksel Kürt Enstitüsü’ne, Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu üyesi Kürdistan Kültür Derneği’ne ve bir Asuri işyerine saldırdılar, Belçika polisinin gözleri önünde iki dernek lokalini ateşe verdiler.

Kürt lokallerine ve işyerlerine bu vahşi saldırıların ardı arkası daha sonraki yıllarda da kesilmedi. 17 Kasım 2016’da da Türk bayraklarıyla donatılmış onlarca arabayla faşist sloganlar atarak Saint-Josse’a gelen Bozkurtlar Brüksel Kürt Enstitüsü’ne yine yangın bombalı saldırıda bulundular.

2 Şubat 2020 tarihinde Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya, İsviçre, İngiltere, İskandinavya ve Belçika'dan Ülkü Ocakları liderleri Ankara'da MHP Genel Merkezi'nde bir araya geldi. Toplantıda uzun bir konuşma yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Avrupa Türklüğünün, büyük Türk milletinin Batı Avrupa coğrafyasındaki temsilcileri olarak sizlere de önemli sorumluluklar düşmektedir. Bu görevde kendinizi yalnız hissetmeyin. Tüm çalışmalarınızda sizlere destek olacağımızı bilin. Aynı zamanda fitnecilere, Türk milleti ve Türk devleti düşmanlarına da fırsat vermeyeceğinize yürekten inanıyorum."

Çok değil, iki yıl önce Avrupa'nın başkenti Brüksel'de, 24 Nisan Ermeni Soykırımı'nı anma töreninin yapıldığı Henri Michaux meydanındaki anıt hemen ardından Bozkurt'ların saldırısına uğramış, üzerine kırmızı boyayla ırkçı faşist MHP'nin bayrağındaki üç hilali çizen saldırganlar, ayrıca "Fuck Paylan" şeklinde bir küfür yazarak HDP 'nin Ermeni milletvekili Garo Paylan'ı hedef göstermişlerdi.

Bozkurtlar, sadece MHP şefi Bahçeli'nin değil, Belçika'ya gönderdiği son mesajda görüldüğü gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın da Avrupa'daki askerleridir.

Gerek Belçika, gerekse diğer Avrupa ülkeleri liderlerinin Bozkurt'ların neyin nesi olduğu, kimlere hizmet ettiği konusunda kendi istihbarat örgütlerinin topladığı bilgilere kısaca bir göz atmaları yeterlidir.

Bu yeterli değilse, Türkiye konusunda uzman Fransız meslektaşımız Guillaume Perrier'nin 24 Haziran 2021 tarihli Le Point Dergisi'nde yayınlanan Bozkurt'lar örgütü üzerine "Erdoğan'ın Avrupa'daki Askerleri" başlıklı incelemesi ile Belçika'da Pierre Yves Lambert yönetimindeki Suffrage Universel'de yayınlanan Belçika Politikası ve Bozkurtlar adlı dosyada Bozkurt'ların gerçek yüzü hakkında yeterli bilgiye ulaşabilirler.


Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Direniş Belgeleri, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci, altı ciltlik Sürgün Yazıları ve Vatansızlığı Vatan Eylemek adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi