bu devirde kimse sultan değil!

boğaziçi dayanışma sosyal medya hesaplarından paylaşılan bu mektup son yıllarda önümüze gelen en iyi siyasi metinlerden biri de değil, son yıllarda kaleme alınmış en iyi siyasi metin.

tetris’i bilirsiniz, şekiller birbirinin ardına düştükçe, olmaları gereken yere yerleştikçe alınan puanlar, atlanan seviyeler bir türlü tatmin etmez insanı. o yüzden döner döner bir daha oynarsınız çünkü başarının sonucunda ortaya çıkan bir şey yoktur. ve sonunda sadece uykunuzdan olmuş olursunuz.

twitter bazen tetris duygusu veriyor bana, bir diğerini yalanlayan, doğrulayan cümleler bazen hiçbir sonuç vermeden birbirinin üstüne düşüyor gibi geliyor, yine bazen.

sadece twitler değil; siyasal bildiriler de git gide ateşini kaybediyor, ne söyleneceğini, nasıl başlayıp nasıl biteceğini bildiğimiz, kimisi inandırıcılığını çoktandır kaybetmiş retoriklerin bir toplamından oluşan, muarızların hatta zaman zaman dostların hata aradığı, heyecan yaratmayan, yeni bir şey söylemeyen metinler. işte bu ortamda, boğaziçi dayanışma’nın 12. cumhurbaşkanına açık mektubu bir kutup yıldızı gibi parlıyor.

boğaziçi dayanışma sosyal medya hesaplarından paylaşılan bu mektup son yıllarda önümüze gelen en iyi siyasi metinlerden biri de değil, son yıllarda kaleme alınmış en iyi siyasi metin. bundan hepimizin öğreneceği çok şey olduğuna inanıyorum.

öncelikle, metni kaleme alanlar kapalı kapıların ardına prim vermemiş, türgev aracılığıyla el altından görüşme taleplerini ifşa etmiş. içi epeyce boşaltılmış bir kavram halini alan demokrasinin hakkını veren, gereğini yerine getiren bir tutum bu.

ayrıca kayyum atamasının yasal ama meşru olmaması fikri ve bunun izah edilişi, adaleti mevcut yasalarla sınırlamaya en meraklı olanların dahi kafasını açabilir. metin, kendi direnişleriyle ülkenin yakın geçmişi ve bugünü arasında sarih bağlar kuruyor. kendi sınırlarını tanıyor, sınırları dışında olup bitenin farkında.

hakaret etmiyor, hatta suçlamıyor bile, siyasette erkek tarzının alameti olan kabadayılık taslama, böbürlenme yok! günlerdir işkenceyle gözaltına alınmalarından, dövülmelerinden, sıkı sıkıya ve ters kelepçelenerek yaralanan bileklerinden, dağıtılan yüzlerinden söz etmemeleri, bunlara değinmeme olgunluğu, büyüklüğü, nice abiye, ablaya, teyzeye, amcaya örnek olsun.

ama en önemlisi şu, bu metin bütünüyle gerçeklerden bahsediyor, yapamayacağı şeyler vaat etmiyor, hesaplaşma gününden falan söz etmiyor! temiz, açık, inandırıcı ve bütün bu sebeplerle iç açıcı.

uzun zamandır, sol metinlerin sağlaması gerçeklikle karşılaştırarak yapılmıyor. tartışmaların odağı, kavram diyalektiği diyebileceğimiz bir noktada yoğunlaşıyor. bir metin bütünüyle gerçekleri ifade etse de kimlikçi, ulusalcı, milliyetçi vb. sıfatlardan herhangi biriyle damgalanıp eleştirilebiliyor. hayattan, mücadeleden koptukça kavramlara sarılıyor, kavramları yarıştırıyoruz desem, haksızlık olmaz sanırım. bu metne yönelik de bu tür yaftalamalar var, dahası da olacaktır. o yaftalamalardan öğrenecek, o yaftalamaların değiştireceği bir şey yok, önümüzü açan bir yanları da yok.

kaldı ki boğaziçi direnişi’nden öğrenilecekler bu metnin içeriğiyle sınırlı değil. birlik, birleşme konusunda da bir örnek ortaya çıktı. bu direnişi örgütleyen insanların farklı düşüncelere sahip olduğunu, hatta farklı fikir akımlarının mensubu olduğunu biliyoruz. ama bir arada durmayı, bir arada hareket edebilmeyi başarıyorlar ve daha önemlisi birlikte yürüyebilecekleri bir yol açıyorlar. bildiğimiz bir şeyi bir kere daha hatırlıyoruz; birlik mücadele içinde, yürürken kuruluyor, açık forumlarda örülüyor, diplomatik görüşmelerin yapıldığı masalarda değil! bir kere daha görüyoruz; halkın birliğe değil, mücadeleye ihtiyacı var, o arada bir araya da geliyor.

boğaziçi kayyumu, hafta sonu, yeni açılan fakültelerle yeni bir aşamaya evrildi. direnişin vazgeçmeye niyeti yok, karşısındaki dayatmanınsa güç gösterisinin ötesinde bir anlamı da olabilir. okulun kurulu olduğu alanın türkiye’nin belki de en değerli arazisi olması, ülkeye müteahhit gözüyle bakan, her yeri arsa olarak gören kafanın farklı planları olması ihtimalini de güçlendiriyor. açıkçası melih bulu’nun istifa etmek istese bile bunu yapabileceğinden kuşkuluyum. en azından bir sonraki aşamada, iktidarla teması olabilen partilere ve kurumlara düşen, emekçisinden öğrencisine, hocasına kadar tüm boğaziçililerin temsil edildiği bir müzakere masasının kurulmasına aracı olmak, bence.

parlamentonun yeniden şekillenmesi talebinin yükseldiği, partilerin birbirini ziyaret ettiği, basına yansıyan bilgilerden fazla bir şey anlaşılmayan bir dönemde olup bitiyor bütün bunlar. (yan yana görünmekten çekinilen) hdp hariç bütün partiler, boğaziçi için ağızlarını açtıklarında, kapılınacak tahriklerden söz etmeden yapamıyorlar, chp teşkilatları, chp seçmeni direnişe sahip çıksa da, kemal kılıçdaroğlu bu insanları yol arkadaşları olarak göremiyor, ebeveynlerine sesleniyor. bu partiler bir süre sonra bu insanlardan oy istemeye kalkacak! gülüyoruz ama acı acı.

bu devirde kimse şah değil, padişah değil. onu biliyoruz zaten. ama kimse teba, kitle, oy deposu da değil, görmesi gereken herkes bunu da görecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi