Doğan Özgüden
Bu seçim sürgünü de tarihe gömmelidir...
İki hafta önceki "Siyasal sürgünün nar taneleri" başlıklı yazımda değerli iki dostumuz, Doğan Akhanlı ve Ali Ertem'in en yaratıcı ve mücadeleci dönemlerinde art arda yaşama veda edişlerinin acısını paylaşmıştım... Avrupa Sürgünler Meclisi de, 12 Aralık 2021 pazar günü gerçekleştireceği 6. Kongresi'ni "Sürgün yaşamında kaybettiklerimizin anısına" hasretmiş bulunuyordu.
Tam da kongrenin yapılacağı günün erken saatlerinde ekranlara düşen bir başka acı haber, toplantının bir hafta sonraya, 19 Aralık'a ertelenmesini zorunlu kıldı. Avrupa Sürgünler Meclisi'nin tüm faaliyetlerinde olduğu gibi, bu toplantının hazırlığında da büyük sorumluluk üstlenen devrimci dostumuz Mahmut Özkan, 2000 ölüm oruçlarında kardeşini, geçen yıl da annesini kaybettikten sonra, bu kez de çok sevdiği babasının yaşama veda ettiği haberini almıştı.
WhatsApp'ta paylaştığı mesajında Mahmut Özkan şöyle diyordu: "Ölüsüne gidememe ve son süreçlerinde ana, babasına sarılamamanın yarattığı duygu... Sürgün olarak ülkesine gidemeyen hepimizin acısı... Gerici, faşist, diktatör sistemlerin yarattığı politik iklim, baskı, takibatların en hissedilir etkisi, ölümüzü uğurlamaya gidemediğimizde, acılarımızı sevdiklerimize sarılarak yaşayamadığımızda daha bir katmerli hissediliyor. Her canlının yaşamının sonu olduğu gerçeğini bilerek, acımızı yaşayacağız, mücadelemize devam edeceğiz!"
Ardından iki acı haber daha... 12 Eylül darbesinden sonra sürgünde Devrimci İşçi ve Demokrat Türkiye gazetelerinin yayınına katkıda bulunan Faruk Yüksel'i ve Dersim'in yetiştirdiği değerli yazar ve özgürlük savaşçısı dostumuz Haydar Işık'ı kaybettik.
Özellikle sürgün yıllarında değerli çalışmalarını takdirle izlediğimiz Haydar Işık'ın örgütleyici yanına, bundan 13 yıl önce, Dersim Kırımı'nın 70. yıldönümü dolayısıyla 13 Kasım 2008 tarihinde Avrupa Parlamentosu'nda yapılan uluslararası konferansın hazırlıkları sırasındaki işbirliğimizde çok yakından tanık olmuştuk.
Dersim'i Yeniden İnşa Cemiyeti başkanı olarak bu ilk konferansın gerçekleştirilmesinde büyük emeği geçen Haydar Işık, toplantıda yaptığı konuşmayla da üstü örtülmeye çalışılmış olan birçok gerçekleri ortaya koymuştu.
Brüksel'deki beş sürgün örgütü, Avrupa Ermeni Federasyonu, Belçika Asuri Dernekleri, Belçika Demokrat Ermeniler Derneği, Brüksel Kürt Enstitüsü ve İnfo-Türk konferansın organizasyonuna yardımcı olmuştu, bir de ortak destek bildirisi yayınlamıştık. Türk hariciyesi ve onun güdümündeki faşizan medya bu nedenle bizi hedef gösterdiğinde sevgili Haydar Işık'tan da büyük dayanışma görmüştük.
Sürgündeki bu kayıplarımıza ek, 12 Mart darbesi sonrasında Avrupa'da birlikte mücadele verdiğimiz, 11 yıl önce Köln'de "Darbecileri yargılamaya çağırıyoruz" konulu toplantıda konuşmacı olarak bir araya geldiğimiz sevgili dostumuz Yücel Sayman'ın İstanbul'da yaşama veda edişi...
Avrupa Sürgünler Meclisi'nin ertelenen 6. Kongresi bu acılar içinde bugün toplanıyor.
18 yıldır Kürdistan'ın tüm coğrafyalarında sürdürdüğü cankırımı ve 2016 çakma darbesinden sonra Türkiye'de başlattığı terörle onbinlerce muhalifi sürgüne zorlayan, sürgünde de kırmızı bültenlerle ve tetikçilerle peşlerini bırakmayıp özgürlüklerini ve yaşamlarını tehdit eden islamo-faşist AKP'nin önümüzdeki ilk genel seçimde alaşağı edilmesi sürecinde Avrupa Sürgünler Meclisi'nin de mutlaka sözü ve katkısı olacaktır.
ASM'nin yayın organı Sürgün dergisinin 3. sayısı da, 6. Kongre'nin toplanmasından bir gün önce, tam da 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü'nde, sürgünlüğün sorunlarını ve çözüm önerilerini ortaya koyan dolgun bir içerikle yayınlanmış bulunuyor.
Yayın Kurulu "Sürgünden merhaba..." başlıklı başyazısında sürgün sorununu sınıfsal açıdan şöyle irdeliyor:
"Açıktır ki yaşamı ve toplumu ilgilendiren her konunun alt yapısını oluşturan temel faktör egemen sınıflar ile sömürülen ezilen emekçi sınıflar arası çatışmadan kaynaklanmaktadır. Ülkeler arası çatışmalar, aynı ülke sınırları içerisinde halklar arasında ulusal, dinsel, mezhepsel ya da daha başka ayrılıklar arası özellikle yaratılmak istenen, kışkırtılan iç savaşlar, çatışmalar, mahalle baskıları ve hepsinin sonucu olarak yaşam alanlarının kitlesel olarak terki, yani zorunlu göç, yani sürgünlük.
"Günümüzde yoksullar ve açları oluşturan alt sınıflar ya da emekçi sınıflar dünyanın çok büyük kısmını oluştururken, kâr amaçlı üretim nedeniyle küresel iklimi de bir felaket haline dönüştüren bu sömürü sistemi, büyük yıkımı görmesine rağmen 'kâr, daha fazla kâr' ihtirasından kendini koparamamaktadır. Dünyada toplamı 2000 civarında olan büyük sermaye grubunun dünyadaki endüstriyel üretimin neredeyse yüzde 90’ına sahip olması nedeniyle savaşların, işgallerin ve daha iyi yaşam koşulları için yapılan gönüllü ya da zoraki göçlerin, yani sürgünlüğün giderek katlanarak arttığı bir süreçteyiz.
"İşgal, savaş, çatışma, ekonomik zorluklar, politik baskılar, tutuklama, işkence, katliam, insan hakları ihlalleri, açlığın sayısal olarak hızla artması milyonların göçünün temel nedenini oluşturmaktadır. Sürgün, mültecilik ve göç sorunları özelikle II. Dünya Savaşı sonrasında daha bir hukuksal tabanına oturtulmuş, daha sonraki süreçte ise bu haklar insan hakları mücadelesi içerisinde geliştirilerek yönünü belirlemiştir.
"Adı nasıl konulursa konulsun, mültecilerin, yani sürgünlerin uluslararası alanda birçok sözleşme ile hukuken korunmaya alınmış olan hakları, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk dört temel maddesine dayandırılır.
"Oysa yaşadığımız yıllarda bu hakkın gaspı üstelik devlet şiddeti uygulanarak sürdürülmekte; bu hak arayışı içerisinde olan yoksul halkların çaresiz insanları, çok sayıda ölümlerle, istismar ya da taciz-tecavüz olaylarıyla yüz yüze kalmaktadır. Savaş, baskı, takip, işkence ve ekonomik nedenlerle yaşam alanlarını terkederek zorlu ve tehlikeli bir belirsiz yolculuğa çıkan ezilenler, mültecilik hakkını kullanmak için Avrupa sınırlarına geldiklerinde engellenmekte ve kurtulmak için kaçtıkları insanlık dışı uygulamalarla yeniden karşı karşıya kalmaktadırlar."
Sürgün dergisinde, siyasal sürgünlerin mücadelesinde her daim ön planda sorumluluk üstlenmiş bulunan İ. Metin Ayçiçek, Engin Erkiner, Mahmut Özkan, Banu Büyükavcı, Alaattin Çelik ve Ganime Gülmez'in göç ve sürgün üzerine değerli yazıları, Enver Toksoy'la bir söyleşi ve Cemal Süreya, Yılmaz Güney, Erol Arslan'ın şiirleri yer alıyor. *
Avrupa Sürgünler Meclisi'nin 6. Kongresi, Türkiye'de AKP-MHP diktasını halkoyuyla alaşağı etme formüllerinin tartışıldığı bir dönemde toplandığı için, Sürgün dergisinin bu sayısına ben de Bu seçim sürgünü de tarihe gömmelidir başlıklı bir yazıyla katkıda bulundum.
Yazımın seçimle ilgili bölümlerini paylaşıyorum:
"2023'te mi olur, yoksa gittikçe vahimleşen ekonomik ve sosyal sorunların da dayatmasıyla daha erken mi olur, farketmez... Türkiye artık kelimenin tam anlamıyla seçim sath-ı mailine, yani eğik düzeyine girmiş bulunuyor.
"AKP-MHP diktası, devlet terörünü giderek daha da gaddarlaştırdığı ve halkın yaşam koşullarını dayanılmaz hale getirdiği için sadece Türkiye'deki ve göçteki kitle desteğini değil, Türk-İslam fütuhatı adına üç kıtada ve üç denizdeki saldırganlıkları nedeniyle uluslararası planda da kredisini çoktan yitirdi.
"Yapılacak seçimde muhalefetin bu islamo-faşist yönetime son darbeyi indirmesi için tüm nesnel koşullar hazır... Bunun içindir ki muhalefet partileri arasında 'ittifak' arayışları yoğunlaşırken, seçim sonrası oluşacak yeni iktidarın işe 'hesaplaşma'yla mı, yoksa 'helalleşme'yle mi başlaması gerektiği tartışılıyor.
"Çok partili ilk seçimin yapıldığı 1946'den itibaren tam 75 yıldır, 7 genel seçimin heyecanını Türkiye toprağında şahsen yaşamış, 13 genel seçimin heyecanını da 3 bin kilometre uzaktan paylaşmış bir gazeteci olarak, ileri yaşımda belki de son kez tanık olacağım için, bu 21. genel seçim büyük bir duygusallıkla beni her zamankinden daha fazla heyecanlandırıyor. Tıpkı, Türkiye İşçi Partisi'nin ülke siyasal yaşamına solun damgasını vurmak üzere ilk kez ülke çapında katıldığı, benim de Akşam gazetesi yöneticisi olarak sonuna dek desteklediğim 1965 seçimleri öncesi yaşadığım heyecan gibi...
"Vatandaşlıktan atıldığım için oy kullanma hakkım olmasa da, muhalefet partilerinin demokratikleşme ve barışçıl yaşama yönelik arayış ve önerilerini dikkatle izliyor, bunlar içinde en tutarlı olanlarını yurt dışındaki seçmen kitlesine yansıtmayı, uluslararası kuruluşlara ve medyaya duyurmayı bir görev biliyorum.
"Kuşkusuz bugün, 56 yıl önceki seçimlerde olduğu gibi demokrasi, barış ve sosyal adaletten yana tüm yurttaşların umut bağladığı tek parti yok...
"CHP ve İyi Parti'nin başını çektiği Millet İttifakı bir yandan AKP artığı yeni yetme partilerin katılımıyla, öte yandan mütedeyyin ve aşırı milliyetçi çevrelerle helalleşerek güç kazanmaya çalışırken, 9 yıl önce kurulup şimdiye kadar katıldığı üç genel seçimde büyük bir performans gösteren, son iki seçimden de TBMM'nin üçüncü büyük partisi olarak çıkmayı başaran HDP tüm sol güçleri 'Demokratik Cumhuriyeti gerçekleştirme' görevini yerine getirmek için yeni bir ittifakta bir araya getirmeye çağırıyor.
"Son yerel seçimlerde CHP adaylarını destekleyerek AKP'nin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Batı metropollerinde hezimete uğramasını sağlayan HDP'nin bu girişiminin dışında bazı sol partilerin de kendi aralarında bir 'Üçüncü İttifak' oluşturmak için ayrı ayrı görüşmeler sürdürdükleri haberleri geliyor.
"Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın verilerine göre Türkiye'de halen aktif 20'den fazla sol parti bulunuyor... Bu yasal partilerin yanısıra, farklı nedenlerle yasallaşamamış, ama kitle içinde önemli temsil gücüne sahip bulunan sol partilerin ve örgütlenmelerin de muhalefet mevzilenmelerinde yer almaları yaşamsal önem taşıyor.
"Bu yazım Sürgün'ün 3. sayısında yayınlandığında seçimin ne zaman yapılacağı, özellikle sol muhalefetteki partilerin nasıl bir seçim ittifakı oluşturacakları belki bir açıklık kazanmış olur.
"Olmasa da, HDP'ye ve seçime onunla ittifak halinde ya da farklı biçimlerde katılacak olan tüm sol partilere şimdiden bir hatırlatmada bulunmayı 50 yıllık sürgün olarak bir görev biliyorum.
"Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi için belirlenecek öncelikli hedefler arasında genel olarak göçün, özel olarak da siyasal sürgünün sorunlarının kesin çözüme bağlanması mutlak surette yer almalıdır.
"Evet, tekrar yaklaşan seçimlere geliyorum...
"Türkiye’deki son siyasal gelişmelerin en geç 2023’te, belki de erken bir seçimle 2022 yılında, HDP’nin çağrısında belirtilen 'bütün kimliklerin ve farklılıkların özgürce, bir arada, eşit ve ortak bir şekilde yaşadıkları demokratik bir Cumhuriyet'le taçlanması hepimizin beklentisi.
"Ancak o gerçekleştiği takdirdedir ki, Türkiye'de olduğu gibi göç alan ülkelerde de Türk ırkının ve İslamın yüceliğine koşullandırılanların Türkiye’nin diğer halklarının, yani Asurilerin, Ermenilerin, Ezidilerin, Greklerin ve Kürtlerin kültürlerine mesafeli, hattâ düşmanca davranmaları son bulacak, göçmenliğimizin Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek, Kürt ve Türk tüm bireyleri bulundukları ülkelerde haince saldırıların acısını yaşamadan kardeşçe yaşayacak ve yaratacaktır.
"Demokratik Cumhuriyet iktidarının en önde gelen görevlerinden biri, yurt dışındaki 7,6 milyon Türkiyeli göçmenin islamo-faşist koşullandırmalardan kurtarılması olmalıdır.
"Bir diğer ivedi görevi de, siyasal sürgünler üzerindeki tüm baskılara, hayatlarına kasdetmeye kadar varan tehditlere, rengarenk arama bültenlerine son vermek, tıpkı 1974'te Yunanistan'da faşist cuntanın devrilmesinden sonra yapıldığı gibi, tüm siyasal sürgünlere vatandaşlık haklarını eksiksiz tanımak, ülkelerine özgürce dönmelerinin, mesleklerini ve de siyasal çalışmalarını Türkiye'de sürdürmelerinin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaktır.
"Bunun için de yıllardır bu konularda mücadele yürüten Avrupa Sürgünler Meclisi başta olmak üzere demokratik göçmen örgütleri, Asuri, Ermeni, Ezidi, Grek ve Kürt diyasporalarını temsil eden kuruluşlar, Demokratik Cumhuriyet iktidarını oluşturmaya aday partiler tarafından şimdiden muhatap alınmalıdır."
Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesi isteniyorsa, sandığa onların iradesi de mutlaka yansımalı, sürgün tarihe gömülmelidir.
* http://avrupasurgunleri.com/wp-content/uploads/2021/12/3.pdf