Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Bu şehr-i Brüksel ki 'fahişe' midir?

Avrupa'nın başkentinde dinozorların beceriksizlik ve yolsuzlukları, AB ve NATO gibi uluslararası kurumların gözü doymaz kaprisleri bitip tükenmiyor.

Divan edebiyatının unutulmaz güzellemelerindendir Nedim'in 18 yüzyılda İstanbul için yazdığı o beyit:

Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır

Bir sengine yek pare Acem mülkü fedâdır

Ne ki, üzerinden iki yüzyıl geçtikten sonra modern Türk şiirinin ustalarından İlhan Berk bir başka İstanbul anlatır dizelerinde:

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın

Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada

Genç orospular ölü padişahlar hastalar şehri

Rezil İstanbul

Bir sürgünün özlemidir… Tek taşı tüm acem mülküne ağır basan İstanbul da, acıların, sömürünün, ihanetin kenti İstanbul da onyıllardır rüyalarıma en fazla giren megapoldür…

Onunla ilk tanışmam, 2. Dünya Savaşı yıllarında demiryolcu çocuğu olarak Kayseri'nin bir köyünden okumak için Eyüp Sultan'da bir ilkokula gönderildiğim 1943 yılına denk gelir… Kıtlık, yoksulluk, açlık ve de her an Nazi işgaline uğrama tehdidi altında yaşayan acılı kent İstanbul…

Sonra uzun bir ara… 1953 yılından sonra gazeteci ve sendikacı olarak toplantılara katılmak için sık sık giderek kaldırımlarını çiğnediğim, 1963'ten sonra da sürgüne gidinceye kadar TİP'te sosyalist örgütlenme, işçi grevleri, gençlik direnişleri, Akşam Gazetesi ve Ant Dergisi'nde solun sesini kitlelere duyurma mücadelesiyle yaşamıma damga vuran İstanbul…

Çoğunca yalan kusan Bâbıâli yokuşu, lüks tüketim taşan İstiklal ve Bağdat caddeleri bir yanda, Gaziosmanpaşa, Zeytinburnu, Taşlıtarla'sıyla ermekçi yoğunluklu gecekondu mahalleleri öte yanda…

Ve de haftanın en az iki günü, dizimde portatif bir yazı makinesi, ucu görünmez koridorlarında yargılanma sıramı beklediğim Adalet Sarayı, ardında Sultanahmet Cezaevi… Sık sık tutuklu arkadaşları ziyaret ettiğimiz Paşakapısı ve Sağmalcılar hapishaneleri…

Evet, Nedim'in baha biçilmez şehri İstanbul aynı zamanda Berk'in rezil İstanbul'udur…

O, İstanbul için "genç orospular şehri" demiş … Geçen hafta Avrupa'nın başkenti Brüksel için de birisi kalkıp "prostituée" (fahişe) dedi ve de kıyametler koptu.

Böyle bir yakıştırmayı Avrupa Birliği'nin eleştirilerini duydukça kızgın boğaya dönen Erdoğan ve şürekası pek âlâ yapmış olabilir!

Hayır… Kente "fahişe" damgasını vuran dıştan kimse değil, Brüksel Bölge Hükümeti'nin seyrüseferden sorumlu bakanı Pascal Smet… Ona göre kent yaşamını cehenneme çeviren yönetim anarşisi yüzünden Brüksel adeta bir fuhuş objesine dönüşmüş.

Flaman Sosyalist Partisi'nin üyesi olan Pascal Smet'i ilk kez bakanlık sorumluluğu üstlendiği 2003 yılından beri tanırım. Bir ara Flaman Topluluğu'nun kültür işlerinden sorumlu bakanı da olan Smet özellikle göçmenler ve siyasal sürgünler konusundaki demokratik ve dayanışmacı tavrıyla hep takdir toplamıştır.

Ama yönetimini paylaştığı kente "fahişe" diyecek kadar kantarın topunu kaçırınca kendi partisi de dahil tüm partilerden çok ağır eleştirilere uğraması kaçınılmazdı. Bu sözler sadece Brüksel'i değil aynızamanda kadınlığı da aşağıladığı için haklı olarak derhal özür dilemesi istendi. O da yaptığı densizliğin farkına çabuk vararak sözlerinden dolayı derhal alenen özür diledi. Özür dilemesini de yeterli bulmayan Brüksel partisi Défi kendisinin bakanlıktan da istifa etmesi için hâlâ dayatıyor.

Bu ölçüsüz ifade bardağı taşıran damla oldu ama Brüksel'i bakımsız bir taşra kasabası durumuna düşüren yönetim anarşisi zaten bardağı adamakıllı doldurmuştu. Bir yandan kenti "7 kocalı Hürmüz" durumuna düşüren bilcümle Belçika partileri, öte yandan gözü bir türlü doymayan Avrupa Birliği ve NATO gibi uluslararası kurumların milyarlara mal olan kaprisleri…

Pencereden baktığımda tam karşımda duran kaplumbağa görünüşlü yeni NATO Genel Merkezi şimdiden 1,23 Milyar Euro'ya mal olmuş durumda…

Ya Avrupa Parlamentosu'nun daha 25 yıl önce inşa edilen devasa binası… Şimdiden ıskartaya çıkartılıp yerine yarım milyar Euro'ya yeni bir saray inşa edilmesi gündemde… Hemen her gün yerle bir edilen geleneksel Brüksel evlerinin yerine sırf AB patronlarının kaprisini tatmin etmek için kurulan yeni şantiyeler…

Yarım yüzyıla yakındır bu kentte yaşayan biri olarak Brüksel'in hali pür melalinin canlı tanığıyım.

İzmir ve İstanbul'dan sonra en uzun yaşadığım kentlerin başında gelir Brüksel… Sahte pasaportla tam iki yıl Anvers, Paris, Berlin, Kopenhag, Stockholm… Ardından siyasal mülteci olarak Amsterdam, Roma, Londra, Viyana…

Ve de 1973 sonunda İnci'yle birlikte İnfo-Türk'ü kurmak üzere demir attığımız, Birleşmiş Milletler tarafından siyasal mülteci olarak tanındığımız halde Türk Devleti'nin engelleyici müdahaleleri nedeniyle yine de dört yıl daha kaçak yaşamak zorunda kaldığımız Brüksel…

İnci de ben de, 45 yıl var ki bu efsanevi başkentin medya, kültür ve siyaset yaşamının sürekli gözlemcileri, eleştiricileri, çoğunca da aktif katılımcıları, özellikle de yabancı kökenli sürgün, mülteci, göçmen işçilerin eşit haklar mücadelesinin militanlarıyız.

161 Km2'lik bir alan üzerinde 1.180.500 kişinin yaşadığı özerk bir bölge Brüksel… Kuzeyinde nüfus ve ekonomik güç olarak ağır basan Flaman Bölgesi, güneyinde de Fransızca konuşanların yaşadığı Valon Bölgesi.

Her birinin seçimle gelmiş ayrı parlamentosu, ayrı hükümeti ve de yönetim birimleri mevcut.

Son istatistiklere göre Brüksel nüfusunun yüzde 35'ini oluşturan 411.075 kişi tamamen yabancı kökenli… Bu nedenle de Brüksel, dünya megapolleri arasında Dubai'den sonra nüfusu en kozmopolit olan ikinci kent…

Benim hemen her gün arşınladığım Schaerbeek ya da Saint-Josse gibi belediyelerde bakallarıyla, manavlarıyla, helal kasapları ve dürümcüleriyle müslüman nüfus daha göze görünür durumdaysa da, Brüksel genelinde bu yabancı kökenli nüfusun yüzde 70'ini Avrupa Birliği kurumlarında ya da çok uluslu şirketlerde çalışan Fransa, Hollanda, Almanya vatandaşları oluşturmakta…

Ama demografik tahminler Türkler ve Faslılar başta olmak üzere müslüman göçmenlerin hızlı artış gösterdiklerini ortaya koymakta…

Halen Belçika nüfusunun yüzde 7'sinin müslüman olduğu, bu oranın Flaman bölgesinde yüzde 5.1, Valon bölgesinde yüzde 4.9 iken Brüksel'de yüzde 23.6'ya ulaştığı açıklandı.

Brüksel bölgesinin içindeki belediyeler açısından Müslüman nüfus ise bir Türk belediye başkanının yönetimindeki Saint-Josse'ta yüzde 45'e, Molenbeek'te yüzde 41,2'ye, Schaerbeek'te yüzde 37,3'e kadar yükseliyor.

Son yıllardaki mülteci akını, aile birleşimleri ve müslüman ailelerin çok çocuk sahibi olması nedeniyle 2030'da Belçika genelinde müslüman nüfus oranının yüzde 10'u aşabileceği, Brüksel nüfusunun ise yarıya yakınının müslüman olabileceği de tahminler arasında…

Müslümanların demografik ağırlığı sadece istatistiklerde değil, sosyal ve kültürel yaşamda, hatta seçim pazarlıklarında da kendini ciddi şekilde hissettirmekte.

Oy kullanmanın mecburi olduğu Belçika'da 2018 yılının Ekim ayında tüm vatandaşlar belediye meclislerini seçmek üzere sandık başına gitmek zorunda.

Müslümanların sayısal ağırlık taşıdığı belediyelerde partiler şimdiden müslüman oyu getirebilecek aday arayışı içinde… Demokrasiymiş, özgürlükmüş, laiklikmiş,  kimsenin umurunda değil…

Aşağı yukarı yirmi yıldır çoğu çifte vatandaşlık sahibi Türk kökenli seçmenlerin oylarını alabilmek için en ilerici görünenleri de dahil tüm  partiler Ankara'daki iktidarlara yalakalık, Kürt özgürlük hareketine düşmanlık  ve 1915 Soykırım inkarcılığı yapanları aday gösterdiler…

Belçika Federal Meclisi'nde, Brüksel, Valonya ve Felemenk bölge meclislerinde, belediye meclislerinde Türk lobisinin sözcülüğünü ve fedailiğini yapanlar büyük olasılıkla 2018 belediye, 2019 bölgesel ve federal meclis seçimlerinde de "el bebek gül bebek" tüm partilerin aday listelerinde yer alacaklar.

İyi de, Avrupa başkenti böylesi bir islami tırmanış içindeyken, şehr-i Brüksel'in "fahişeliği" de nereden çıktı?

Evet, Brüksel kenti de, tüm megapoller ve metropoller gibi, fuhuş sektörünün hayli güçlü olduğu kentlerden biri… Kent merkezindeki Alhambra semti, lüks alışveriş merkezlerinden Avenue Louis'e bağlanan Place Stephanie ve de Türk göçmenlerin yoğun yaşadığı Kuzey Garı yanındaki Rue d'Aerschot, Avrupa'nın en namlı fuhuş merkezleri arasında…

Fransa'da fuhuşa konulan sınırlamalardan sonra Paris-Brüksel treniyle Kuzey Garı'na günü birliğine gelip Rue d'Aerschot'ta uçkur çözenlerin haddi hesabı yok.

Saint-Josse, Schaerbeek ve Brüksel anakent belediyelerinde sayıları gittikçe artan müslüman ailelerin yoğunlaşan şikayetleri karşısında kentin tarihsel "genelev"lerini kapatıp tüm seks emekçisi kadınları Anvers'teki Villa Tinto gibi bir aşk mabedinde toplama projesi üç belediyenin de gündemlerinde…

Ama bizim yazının başlığındaki "Bu şehr-i Brüksel ki 'fahişe' midir?" sorusunun bu müslüman hemşehrilerin şikayetlerini bertaraf etme arayışlarıyla uzaktan yakından ilgisi yok.

Brüksel öyle bir kent ki, alt yapı tesislerinden tutun kamu hizmetlerine kadar her bir projenin mutlak surette federal hükümetin, bölge hükümetinin ve de çoğunca da hizmete konu olan belediyenin onayından geçmesi gerek…  Ancak hiçbir proje zamanında onaydan geçemediği, gerekli finansman sağlanamadığı için Brüksel'in kent içi ve dışı ulaşımı felç halinde…

Yıllarca önce inşa edilmiş tüneller, viadükler zamanında bakım ve tamiri yapılmadığı için arka arkaya çökmekte, nerdeyse her hafta Avrupa Birliği ya da NATO toplantıları nedeniyle zaten büyük ölçüde aksayan kent içi trafik tamamen felce uğramakta…

Kenti Valon bölgesine bağlamak için yıllarca önce yapımı kararlaştırılmış olan RER hattı bir türlü tamamlanamamakta…

O da yetmezmiş gibi Brüksel'in Samu ya da Siamu gibi sosyal yardım ve imdat kurumlarının başına çöreklenmiş siyasilerin, özellikle de "sosyalist" etiketi taşıyanlarının yine milyonlara sığmayan yolsuzlukları….

Tüm bu nedenlerle Pascal Smet, "fahişe"li demecinden çok önce 1 Aralık'ta Brüksel'in yönetim anarşisine son vermek için kapsamlı bir reform yapılmasını, örneğin 1 milyonluk kentte mevcut 19 ayrı belediyenin bir tek merkezi belediyede birleştirilmesini önermiş, bu yüzden de "dinozor"laşmış belediye başkanlarının ve parti yöneticilerinin ağır saldırısına uğramıştı.

Buna karşılık, Smet'in önerisi, bugün Fransızca konuşanların ezici çoğunlukta olmasına rağmen Brüksel'in özünde bir Flaman kenti olduğunu, frankofonlar tarafından işgal edildiğini ileri süren Flaman partilerinden de destek alacağa benziyordu.

Sporseverler izlemiştir… 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın düzenleneceği 13 Avrupa kentinden biri Brüksel idi… Ancak bunu hak etmek için bu kentte olimpiyat normlarına uygun yeni bir stadyum inşa edilmesi şart koşulmuştu.

Bu stadın inşa edilmesi, federal hükümet, Flaman Hükümeti, Brüksel Hükümeti ve Brüksel Anakent Belediyesi arasında yıllardır bir anlaşma sağlanamadığı için bir türlü gerçekleşemedi… UFEA da 7 Aralık'ta Brüksel'i listeden çıkartarak burada oynanması öngörülen maçları Londra'daki Wembley Stadı'na devretti.

Asıl kıyamet de o zaman koptu ve bu "ulusal" skandal Smet'in reform önerisine daha bir güncellik kazandırdı.

Ne ki önerinin ciddi şekilde gündeme girmesi söz konusuyken işte bu "fahişe"li demeç Brüksel'in yönetimini Ortaçağ derebeyleri gibi paylaşan dinozor belediye başkanlarının bitini yeniden kanlandırmış bulunuyor.

Bakirenin namusunu koruma raconuyla her türlü idari reforma karşı Haçlı Seferi şövalyeleri gibi yek vücut kesiliverdiler.

Çilekeş Brüksel halkı 2018 yılının Ekim'inde yapılacak olan belediye seçimlerine bir "fahişe"nin gayrimeşru yavruları olarak değil, yine kentin turizm rehberlerindeki ünlü sembolü masum Manneken Pis (işeyen bebek) olarak girecek...

Bir şey değişir mi, pek sanmam…

Ama yine de belli olmaz, yıllardır yerli yöneticilerin yolsuzluklarını, Avrupa Birliği ve NATO gibi uluslararası kurumların milyarlara mal olan kaprislerini sineye çekmiş olan o bebek de son rezaletlerden sonra gazaba gelip birikmiş tüm idrarını dinozorların ve eurokratların yüzlerine boca ediverirse şaşmayalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi