Bütün çeşmelerimizden yas akar

Yas tarihimiz çok kalabalık. Acı tarihimiz dinmeyecek kadar büyük.

Acıların derin ve geniş bir hafızası var. Hele o acı insanın ruhuna girmişse. Hele o acı rüyaya geçmişse… Her 2 Temmuz günü kalp ağrısı yaşarım. Beynim zonklar. Metin Altıok’un kitaplarını çıkarırım. Behçet Aysan şiirleri okurum. Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin dinlerim. İçimi bir utanç duvarı kaplar. 

Türkiye Yazıları Dergisi’nin Nisan 1977’de çıkan birinci ve üçüncü sayısında Metin Altıok’un şiirle denemeleri var. Sanırım kitaplarında yer almayanlardan. En azından ben bulamadım. Daha önce de kitaplarına girmeyen ‘Pas Güneşi Yer’ isimli şiirini Masa Dergisi’nde yayımlamıştık.

"Akşamın alacasında terli bir istasyonda, dağıldıktan sonra kalabalık; yanında bavulu düğmeli kılıfıyla, bekleyen bir adamdır yalnızlık. İlerler neden sonra ürkek adımlarıyla, iyice bastırmadan karanlık./ Dolaşır sokaklarını bir yürek daralmasıyla, kırpık bir ayın altında. Uzatırken gölgesini ölü bir ışık, yürür hüznün sessiz çarşılarına. Adının gezginidir yalnızlık göğsünün kuytu kasabasında./ Nasıl tanırdın kendini yalnızlık olmasa. Girmese o solgun adam çıkmaz sokaklarına. Coşkuyu nasıl bulurdun, bir suyun tükenmez akışında. Adının gezginidir yalnızlık, güvercinler taşır yanında." Dersimlilerde de hep böyle bir taraf vardır. Okudukları metinlerde kendilerini, geçmişlerini ararlar. Bulunca da canlarından bir "ahhhhh" dışarı fırlar. Cana batırılmış bir derdin ahıdır o haykırış.

Türkiye Yazıları, Sayı:1 Nisan 1977
Desen: Cihat Burak

Bu şiirsel, hüzünlü metni okuduğumda, Dersimli biri olarak 38’li yılların Dersim’inden sürgün edilenlere götürmüştü beni. Trenlere bindirilip sürgüne gönderilen Dersimlileri düşünmüştüm. Neler çekmişlerdi kim bilir? İstasyonlarda uzayan gölgeleri, nasıl bir hüzün götürmüştü gittikleri yerin çarşılarına? Yıllar sonra Cemal Süreya’nın karısına yazdığı bir mektupta, bu şiirsel denemenin ne demek olduğunu bir kez daha anlamıştım. Cemal Süreya ile ne kadar ortak bir dil var. Sanki o değil de diğeri anlatıyor. Sürgünü, acıyı farklı bir şekilde yaşamış iki insanın dili nasıl da ortak. "Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü."

Yas tarihimiz çok kalabalık. Acı tarihimiz dinmeyecek kadar büyük. Hangi yöne dönsek "ölülerimiz konuşuyor" bizimle. Hangi kutba baksak kan görüyoruz. Hangi kıtaya dönsek uçurumlar çığlıklarla dolu. Vicdanın itirafla, özürle buluşması gibi ahlaki bir yaptırım vardı toplumda. Samimiyetin dili, barışmanın dili, utanmanın diliydi bu bir anlamda. Zaman mı bu dili öldürdü, yurttaş mı kendisini kütükten sildirdi sorusu önemli bir soru gibi durmakta. Asıl soru budur. Oysa vicdanını kaybetmiş bir topluluğa sorulan soruların çoğunlukla yanıtsız kaldığını da biliyoruz. Yurttaşın kütüğü bu nedenle boştur. "Kırgınım/ Saçılmış bir nar gibiyim/ Sessiz akan bir ırmağım geceden/ Git dersen giderim / Kal dersen kalırım / Aynı gökyüzü aynı keder/ Değişen bir şey yok ki/ Gidip yağmurlara durayım / Söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım / Belki sararmış eski resimlerde kalırım / Belki esmer bir çocuğun dilinde / Bütün derinlikler sığ/ sözcüklerin hepsi iğreti / Değişen bir şey yok hiç / Ölüm hariç / Aynı gökyüzü aynı keder" der ya Bir Eflatun Ölüm’de Behçet Aysan. Hep öyleyiz işte. Bedenlerimiz kıyıya vururken, yanarken, derimiz yüzülürken, asılırken, teknemiz batarken, bir dere kenarında cesedimiz bulunurken… O nedenle soru sormaya devam ediyoruz.

Bu bir Sivas yazısı değil aslında. Sivas’daki katliama dair hiç değil. Bir kentin ‘imajı’ sarsılsın istemem yeniden. Daha çok Metin Altıok’un Türkiye Yazıları’nda gördüğüm ‘Şiirle Denemeler’inden söz etmek istedim aslında. Edebiyat tarihine bir katkı olur belki bu yazı. Kırküç yıl öncesinden dergi sayfalarında kalan bu yazılar yeniden okunsun istedim. "Sürünmüş kavına devrik ağaçların, sık otlara değmiş ve görmüş bir yılanın derisini nasıl değiştirdiğini. Yağmurun eğri tarağıyla taramış da sivri dikenlerini kara bir kirpi parlatıp güneşe çevirmiştir kendini. Geçerek bütün gece bir ormanın içinden, yalnız rüzgârın gezindiği." Bir gün meraklısı Metin Altıok’a dair bir kitap hazırlarsa, bu denemeleri ve ‘Pas Güneşi Yer’ şiirini orada görmek en büyük dileğimdir.

Türkiye Yazıları, Sayı:3 Haziran 2017


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi