Ragıp Duran
Cami duvarları bu aralar ıslak
Bu günlerde yabancı basında Erdoğan aleyhinde onlarca haber, yorum, yazı yayınlanıyor. Batı hakikaten Türkiye düşmanı mı? Yoksa değer ve standart uyuşmazlığı mı var? Belki de bu 3. köprü ile 3. havalimanı Türkiye’yi zora sokuyor. Türk iktidar perspektifi Batı medyasını nasıl okuyor?
Ragıp DURAN
Memlekette doğru dürüst haber, bilgi, yorum, değerlendirme yayınlayabilen iki üç gazete, radyo, TV ve İnternet sitesi kaldığı için, yabancı basının değer ve işlevi arttı. İktidar medyası, kınamak ya da lanetlemek için yabancı medyanın Türkiye hakkındaki yazılarından zaman zaman söz ediyor. Özet olarak, genellikle çarpıtılmış ya da kasıtlı yanlış çevirilerle. Dil bilip bu yayınları izleyenler, meraklılar, tam metni okuyabiliyor da, muhalefet basınında bile bu haber ve yazıların tam metnini okumak her zaman pek mümkün değil. Bild, Blick ve Washington Post’un geçenlerde Türkçe yayın yaptığını da ekleyelim.
Son zamanlarda ABD Kongresi, Alman istihbaratı ve İngiliz yasama organı, 15 Temmuz Darbe Girişimi konusunda önemli açıklamalar yaptı. TBMM’de özel olarak kurulan Komisyon ya da iktidar ile mümtaz Türk matbuatı aradan 8 ay geçmesine rağmen 15 Temmuz’un özü ve karanlık noktaları konusunda sessizliği korurken, yabancı kaynaklar diplomatik bir dille de olsa önemli bilgiler ve üzerinde durulması gereken kaygıları faş etti. 21. yüzyılda artık hiçbir gerçek uzun süre gizli tutulamıyor. Senin devletin gizlemeye çalışsa da, başka devletler bu sırları ifşa ediyor: ‘Kardeşin duymaz, eloğlu duyar!’
Şimdi önce yakın geçmişe bakalım: 2002-2006 dönemini hatırlayalım ya da arşivlere dalalım. O dönemde New York Times’dan Le Monde’a, Frankfurter Allgemeine Zeitung’dan, Reuters’a, Times’dan El Pais’e kadar Batı dünyasının önde gelen yayın organlarında tam sayfa Erdoğan ve Türkiye haberleri, analizleri, söyleşileri çıkardı. ‘Boğaziçi’nde Sessiz Devrim’, ‘Erdoğan dindar ve demokrat’, ‘AB yolunda Türkiye’, ‘İslami Dünyanın yeni rol modeli’ gibi başlıklar atarlardı. Yani o zamanlar ‘Türk düşmanlığı’ yoktu global medyada. Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünün bültenlerinde sayfa sayfa tam metin çevirileri yayınlanırdı bu övgü dolu yazıların. Şimdilerde ise, aslında başını kaşıyacak vakti olmaması gereken Dışişleri Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü gibi davranıp Batı medyasında çıkan Erdoğan karşıtı yazıları tekzip etmeye çalışıyor. Çok da etkili oluyor hani…
Batı medyasının Ankara’yı övdüğü dönem galiba Gezi’den sonra tamamen kapandı artık. Kapandığı yetmiyormuş gibi Batı medyası artık Türkiye’de muhalefetin önemli esin kaynaklarından biri haline gelmek üzere.
Belki ‘Batı Medyası’ diye bir genelleme her zaman doğru olmayabilir. Çünkü tüm bu medya organları, farklı ülkelerde, farklı siyasi-ideolojik-kültürel atmosferlerde yayın yapıyor ama yine de onları birleştiren temel bir dizi değer ve standart mevcut. Zaten işte tam da bu nedenle son 3-4 yıldır, adı sanı bilinen Batı medya organlarında, Erdoğan lehine hiç bir değerlendirme-yorum yayınlanmadı.
Ben Paris’te, Londra’da, Amsterdam ve Boston’da gazetecilik yaptım. Fransa’da (CFPJ) ve ABD’de (Harvard-Nieman) medya okullarında tahsil gördüm. Uzun yıllar Türkiye’de yabancı basın muhabiri olarak çalıştım. Meraklı olduğum için de global medyayı izlemeye çalışırım. ‘Türk medyası çok kötü/Batı medyası çok iyi’ gibi anlamsız ve kaba bir tespit yapmayacağım açık. Batı medyası tüm olumlu yanlarına rağmen, kimi zaman oryantalizm hastalığı bazen başka ideolojik ya da teknik nedenler yüzünden Türkiye’yi izleyip aktarırken rahatsız edici yazılara da yer vermişti.
Ne var ki, Batı kültüründen bihaber, yol yordam ve dil bilmez, bilse de okumaz, okusa da anlamaz (çünkü önyargılı), anlasa da kabul etmez (çünkü milli ve yerli) bir kesim var Türkiye’de. İsim vermeyeyim ama anladınız herhalde kimlerden söz ettiğimi. Bunların bir kısmının kartvizitinde ‘Prof.Dr’ yazar, bazısı ‘Milletvekili’, bir kaçı ‘Bakan’ (Bullshit!), aralarında çok sayıda Başdanışman var, kimisi de Köşe Yazarı hatta Genel Yayın Yönetmeni! Ortak nitelikleri, sonradan görme iktidarperver olmak. Global medyada ne zaman Saray’ı, AKP’yi eleştiren bir yazı çıksa, haberin/yorumun içeriğine bakmaksızın hemen ‘Siyonist’, ‘Sömürgeci’ hatta ‘Emperyalist’ şimdilerde de ‘Nazi’ damgasını yapıştırıyor. Bu kesime göre, Türkiye acaip gelişen, büyüyen, kalkınan bir ülkedir ve bu durum da Batı’yı rahatsız etmektedir. Dahası, Batı bizi kıskanmaktadır. Çünkü onların ne 3. köprüsü vardır ne de 3. havaalanı. Bu arada dikkat ettiniz mi, bir süredir Türkiye hava limanlarının iç ve dış hat yolcu salonlarında eskiye oranla olağanüstü bir sessizlik hüküm sürüyor. Kuyruklar filan neredeyse kalkmış. Köprüler de tenha.
Türkiye’de iflasa yaklaştıklarını hissettikleri için cinnet geçiren bu iktidar kliği, Batı medyasının Erdoğan rejimine yönelik eleştirilerini, milliyetçi bir perspektifle hemen ‘Türk düşmanlığı’ olarak algılayıp yansıtıyor. Oysa ki, söz konusu eleştirilerin yazarları arasında bile Türkiye’yi iyi bilen ve seven çok sayıda gazeteci-uzman var. İyi gazetecilik yapmak için, ‘Görev yaptığın ülkeyi seveceksin’ diye bir kural da yok ayrıca.
Türkiye’de görev yapmış bilahare izlenim, düşünce ve anılarını yayınlamış iki parlak meslekdaş mesela, bu kategorinin önemli isimleri: Le Monde’un muhabiri Jean-Pierre Thieck (Mesleki kod adı Michel Farrère-Toprağı bol olsun) ve New York Times muhabiri Stephen Kinzer.
Dogmatik bir şekilde Batı karşıtlığı yapan kesim, eskimiş ve ayyuka çıkmış, Batılı ırkçıların teması olan Haçlı/Hilal kapışmasını ön plana çıkararak, bir yandan milliyetçi bir yandan da dinci bir söyleme sığınarak mağdurları da oynamaya çalışıyor. Oysa ki somut duruma baktığımızda, yani mesela ekonomik göstergeler ya da insani kalkınma endeksi incelendiğinde, bu kiralık hatta satılık kalemlerin iddialarının tümünün yalan/yanlış olduğunu görüyoruz. Ne Türkiye kalkınıyor (Quo Vadis Dollar?) ne de Batı, Türkiye’yi kıskanıyor. Batı, Türkiye’nin nesini kıskanacak ki? Ay sonunu getiremeyen memurunu mu? İnşaatlarda canını yitiren işçilerini mi? Babasından, kocasından, abisinden, başka erkeklerden fiziki ve sembolik şiddet gören kadınlarını mı? Üniversitelerden ihraç edilen akademisyenlerini mi? Yoksa hapisteki gazetecilerini mi? Yerle bir edilen Kürt il ve ilçelerini mi?
Medya ile sınırlı tutayım gözlemlerimi: Bugün Türkiye’de egemen medyada köşe yazarı, Genel Yayın Yönetmeni, gazeteci, yazar ya da uzman filan diye geçinenlerin ezici çoğunluğu, Batı’nın ciddi bir gazetesinde ‘Office Boy’ ya da ‘Copyboy’ (Müstahdem ya da getir-götürcü) olarak bile istihdam edilmez.
Batı’nın önemli gazetelerine (NY Times, Washington Post, Spiegel…vs…) ya da kamu yayıncılığı yapan radyo ve televizyonlarına (BBC, NPR, France-İnter…vs…) baktığımızda bu kurumlar, gazetecilik dışında sinai, mali, ticari başka işlerle uğraşmıyor. Sadece gazetecilik/habercilik yapıyor. Kendi devletleri ya da Türk devleti ile organik bir çıkar ilişkisi içinde değiller. Kamu ihalelerine filan girmiyorlar. İktidar aleyhine haber yaparsam gazetem-televizyonum kapatılır, muhabirim-yazarım hapse atılır gibi kaygıları yok. Ya da reklamlarım kesilir diye düşünmüyorlar.
Batı’da medyada her şeye rağmen ve özellikle Türkiye ile kıyaslandığında, bugün hala ‘Editorial Independence’ tabir edilen yazı işlerinde yayın politikasının saptanmasında gazete yönetiminin bağımsızlığı/özerkliği mevcut. Yani gazete yönetimi, kendilerine göre haber değeri olan olguları, hükümetin, devletin, gazete dışı tüm odakların hatta gazete sahipliğinin çıkarları ve reklam politikası ile çelişse bile, büyük sorun çıkmadan yayınlayabiliyor. Bir eski, bir de yeni örnek:
Thatcher zamanında BBC, Falkland/Malvinas savaşı (1982) döneminde, İngiliz ordusunun baskılarına rağmen çatışmaları mümkün olduğunca yansız bir şekilde aktarmıştı.
Son günlerde, Fox ile bir kaç küçük medya organı dışında, neredeyse tüm Amerikan medyası, Beyaz Saray’ın yasaklarına rağmen, Trump’ın mülteci karşıtı ve basın özgürlüğü düşmanı politikalarına karşı dimdik ayakta durdu.
Bizdeki robot gazeteciler ise, Saray henüz Trump’a yönelik bir tek söz etmemiş olduğu için, soğukkanlı bir şekilde sessizliğini koruyor. ‘Copy-paste’ butonu hizmet dışı.
Batı dünyasında gazetecilik okullarının kalitesi ile sendikanın varlığı da, profesyonel yani bağımsız/özerk ve iyi gazeteciliğin önemli güvenceleri.
‘Bir olay olunca önce resmi makamların görüşünü alacaksınız’, ‘Devletin çıkarları söz konusu olduğunda haberin mutlaka bu çıkarlara uygun olması gerekir’, ‘Atatürk İlke ve İnkılâplarını aklınızdan çıkarmayın’, ‘Yüzde 99’u Müslüman olan memleketimizde dini geleneklere, ahlaki ilkelere riayet esastır’ gibi safsatalar bizim bir çok İletişim Fakültesinde ideolojik formasyonun vazgeçilmez sloganlarıdır. Gazeteci adayları, gerçeği araştırmaya ve yazmaya değil, resmi ideoloji doğrultusunda yayın yapmaya özendirilir. Batı’daki gazetecilik okullarında bunlar komedi malzemesi.
Bizde yüksek tepelerden gelen bir telefonla, Ahmet ya da Ayşe işten atıldığı hatta kodese gönderildiği gibi, bir başka telefonla Hüseyin’le Fatma da bir anda köşe yazarı olabiliyor. Bizde Saray iktidarı kaybettiğinde, gazetecilik kimliğini anında yitirecek onlarca insan var. Batı’da, sendikanın onayı olmadan bir gazeteciyi işten atmak da, başka bir görev ya da makama atamak da pek mümkün değil. Son yıllarda, ekonomik baskılar nedeniyle, Batı’da da sendikalizmin zayıfladığını üzülerek saptamak gerek.
Türkiye’de bugün gazetecilik, çoğunlukla yerleşik düzeni ve iktidarı savunmak ve desteklemek için icra edilen bir uğraş haline geldi. Batı’da da bazı medya cenahlarında bu eğilim var ama orada gazetecilik, kamuyu, insanları doğru bilgilendirip aktif birer yurttaş haline getirebilmek amacını güdüyor hala.
Batı’da profesyonel gazetecilerin ve bilinçli yurttaşların sayesinde, bu meslek, ciddi gazetelerde, bir dizi ilke yani standartlara uyularak yapılıyor. Bizde ise yurttaş kesiminde medya okur-yazarlığının yeteri kadar güçlü olmayışı, işverenlerin iktidara bağımlı olması, medya çalışanlarının mesleki kalitesinin pek yüksek olmaması ve nihayet sendikal örgütlenmenin güçsüz olması nedeniyle, meslek, ilke ve standartlardan yoksun bir şekilde uygulanıyor.
Kısacası, Türkiye’deki iktidar sahipleri, Batı medyasını bizdeki yandaş medya gibi çalışır sanıyor. Oysa ki, Batı medyası, günlük/kısa vadeli/siyasi ya da ekonomik çıkarlar temelinde değil, değerler ve standartlar temelinde yayıncılık yapıyor. Onların bu değer ve standartları bugünkü Türk yönetiminin değer ve standartlarıyla tamamen tenakuz halinde. Almanya’ya ve Hollanda’ya ‘Nazi’ diyen, gaz odalarından söz eden, ‘Batı’da demokrasi yok’ gibi inciler saçan bir yönetimi kim ciddiye alır ki? Şark kurnazlığı ile komplo kuran, yetkisi varmış gibi İslamiyet adına konuşup IŞİD’le birlikte İslamophobie’yi besleyip teşvik eden bir yönetimin, Avrupa’yı tehdit eden söylem ve şantajlarının Ankara açısından olumlu karşılık bulması söz konusu değil.
Yandaş basın acaba neden bu aralar yeniden darbe tehlikesinden söz etmeye başladı? 17-25 Aralık da darbe girişimiydi değil mi?