Cehaletin eğitimi

Bilgisiz ve bilinçsiz ama dindar ve milliyetçi. Toplumla sürü arasındaki en büyük fark, bilgi, bilinç, eğitim, kültür ve bireyin varlığı olsa gerek. Sürü güdülür, toplum isyan eder.

Toulouselu anarşist şansocular Les Malpolis (Terbiyesizler) grubu, bir şarkısında kentsel dönüşümü teşhir ederken ‘’Mimarlık Fakültesi 2. sınıfından kovulmuş dingoların diktiği iğrenç binalar’’dan söz eder. Toplumu oluşturmakta/yönlendirmekte öncelikle siyasi/ideolojik tercihler tayin edici olmakla birlikte, bu siyaseti sahada uygulayacak kadroların kalitesi, çapı, eğitim ve kültürü de tabii ki önemli. Toplum açısından en başarılı, en olumlu siyaset, hırdavat kadroların elinde rezalete dönüşür. Son derece parlak kadrolar ise gerici, neo-liberal politikaların hayata geçirilmesinde pek de dönüştürücü olamazlar.

17 yıllık iktidarın memlekete verdiği en büyük ve uzun vadeli zararlardan biri de eğitim alanında oldu, oluyor. Kendi geleceklerini garanti altına almak için 4+4+4 adı verilen sistemi oturtmaya çalışırken göreve gelen her Bakan kendi kafasına ve kısa vadenin talep ettiği özel çıkarlarına göre düzenlemeler yapıp bozduğu için ortaya ne idüğü belirsiz bir mekanizma çıktı. ‘’Dindar ve kindar gençlik yetiştirmek’’ amacıyla ve Reis’in de mezun olduğu (?) İmam Hatipleri eğitim sisteminin lokomotifi yapmaya yönelik girişimler iflas etti. İmam Hatiplerin kontenjanları dolmuyor. İmam Hatipliler üniversiteye girişi sınavlarında nal topluyor. ÖSYM’nin geçen hafta yayınladığı istatistikler, Türkiye eğitim manzarasının fevkalade vahim durumunu teşhir ediyor. Bu tabloya göre lise mezunlarının büyük bir çoğunluğu henüz doğru dürüst Türkçe bile bilmiyor. Fen ya da Sosyal Bilimler sonuçları da felaket. Bu ortam, önümüzdeki dönemde yeni ve genç Prof. Kuzular yetiştirme konusunda oldukça başarılı. İktidarın benimsediği modelde öğrencilere cehalet eğitimi veriliyor, yanına da devletçilik ve milliyetçilik sertifikaları öneriliyor. Kartvizitinde ‘’Profesör’’ yazan bir takım kara sakallı adamlar, TV ekranlarına çıkıp, ‘’Gece ve gündüz, Kur’an da belirtildiği üzere Allah’ın yarattığı şeylerdir. Bu konuda İslam alemi yakında yayınlanacak makalemizi merakla bekliyor’’ deme cüretini gösterebiliyor. Cennet terlikleri satanlarla tarikat şeyhinin ısırdığı hurmayı midesine indirenler de ekranlarda. Kur’an kursu adı altında çocuklara taciz ve tecavüz seanslarını organize edenler, küçücük kızların evlenebileceği yolunda vaazlar veriyor. Milli ve dini eğitimin acıklı fotoğraf kareleridir bunlar. Doğal olarak ondan sonra hep beraber ‘’Alırız tabii S400’leri!’’ ya da ‘’Reis bizi Afrin’e götür!’’ nidaları. Bu sloganı atanların çoğu S400’ü Mercedes’in bir modeli sanıyor. ‘’Haritada Afrin’i göster’’ desen Kafkasya üzerinde dolaştırır parmağını. TV'lerdeki sokak söyleşileri bu cehaleti güzel sergiliyor. ‘’Kıbrıs nerede?’’ sorusuna Karadeniz’de diye cevap veren genç, kendinden pek emin: ‘’Biliyorum abi ben askerliğimi Kıbrıs’ta yaptım!’’ diyor. Dünyası şaşmış garibin ki, aslında onun kabahati yok. Onu bu hale getiren, Reisçi sistemin suçu.

Yurt dışına atanan hariciye personeline önce yabancı dil kursu veren başka bir ülke var mı yeryüzünde? Adam sözüm ona terzi ama makas tutmasını bile bilmiyor. Dahası makasın ne olduğunu bilmiyor.

Yıllar önce Lübnan’da kendini solcu sanan bir Arap militanla konuşuyordum: ‘’Fransız Aydınlanması dünyanın başına büyük dert açtı. Bizim bütün milli ve dini değerlerimizi rasyonalizm adına çökertti. 1789, Batı’nın İslam alemine yeni bir Haçlı Saldırısıdır’’ demişti. O zamana kadar 1789’un ruhu hakkında hiç duymadığım bir saptama idi. Şaşırmış ve karşı çıkmıştım. O militan, 80’li yılların ortasında, üstelik Filistin kamplarında ilerleyen saatlerdeki sohbetimizde bir başka cevher yumurtlamıştı: ‘’Devlet bürokrasisi zararlı bir mekanizma. Bir sürü vakıf, dernek, dini kurum var. Devletin yaptığı işleri, bu örgütlere devretmek lazım. Bağış karşılığı halka hizmet etsinler’’. Neo-liberal özelleştirmenin erken bir propagandası idi söyledikleri. İlk tespitleriyle ile tutarlı…

Ben tabii ki devletçilikten yana değilim. Devlet mekanizmasını halka, yurttaşa, kamu çıkarına hizmet eder şekle dönüştürmek, militanın özelleştirme önerisinden çok daha akıllıca ve doğru. Neyse…

İçeriği çok öznel ve pek muğlak olan din, Allah, Tanrı, Kutsal Kitabın yorumu, Ayet ya da Hadis, Vatikan’ın kararları ya da Hoca’nın vaazı gibi tartışmaya açık önerme ve değerle, bireylerden oluşan bir toplumu yönetmeye kalktığınızda kaçınılmaz olarak bölücülük, şiddet, egemenlik kurmak gibi eğilimler güç kazanıyor. Tüm bu kavram ve değerler şahsi alanla sınırlı kaldıkça, hiçbir sorun yok. Zaten hakiki laikliğin özü de bu. Ne var ki demokrasiden kopuk/bağımsız bir laiklik anlayışı, ki Saddam ya da Esad rejimleri somut örnektir, toplumu geliştirmiyor.

İnsanlığın bugün ulaştığı akıl, bilim, teknoloji düzeyi her ülkenin özgün koşullarına uygun bir şekilde tatbik edilebilse mevcut sorunların büyük bir kısmı çözülür. Ama o zaman da Reislerin, Hacıların, Hocaların, dinci şaklabanların, Kilise ve Sinagogun imtiyaz ve egemenliği sona erer.

Çok zor olacak çok zor, bunların yakıp yıkıp mahvettiği değerleri yeniden ayağa kaldırmak!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi