Ragıp Zarakolu
Cephenin işçi kesimi davası
Emin Karaca kadim bir dostum, onunla 1968/69 yıllarında ANT dergisinde tanışmıştım. Baskı işinde çalışan bir proleter olarak! Ustası Orhan Müstecaplıoğlu. Bir grafik, seligrafi yeteneği. Cağaloğlu’nun efsane isimlerinden biri. Emin de onun az konuşan sessiz çırağı.
Müstecaplıoğlu aynı zamanda 1930’lu, 1940’lı yılları solunun eski geleneklerinden birinin mensubu. TKP kuruluş içinde yer alıp, sonra tasfiye edilen bir ekibe gidiyor kökleri.
Zaten 1945 sonrası sözde demokratik açılım yapıldıktan sonra kurulan iki legal partinin kökleri de o zamanlardan.
Orhan Müstecaplıoğlu, o sıralarda Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile de dirsek temasında, onunla birlikte dergi çıkarıyorlar ama bire bir özdeş değiller.
Emin Karaca, sol sözlü tarihi ile çok erken buluştu. Lisede okurken, Fransızca hocasının "komünist" diye tanık muhbirliği ile atılır. Muhbir daha sonra adı bilinen bir şair olur. Elbette benzerleri gibi ulusalcı saflarda yerini alır ‘80 sonrası.
O dönem proletarya içine girme eğilimi var genç sosyalistlerde. Emin, üstelik daha nitelikli emek isteyen bir dalda çalışmaya başlar. Veysi Sarısözen örneğin, bir soba fabrikasında çalışır, sağlığı bozulana kadar. Ayşe Nur da Zeytinburnu’nda bir işçi ailesinin yanına yerleşir o dönem…
Genç beynine kazılır Emin Karaca’nın eski solun hikâyeleri. Bire bir tanışır onların, artık yaşlanmış elemanlarıyla; Moskova’daki efsanevi KUTV Doğu Emekçileri Üniversitesi mezunlarıyla, 30’ların, 40’ların sol kuşağıyla, Orhan Usta'sı sayesinde. Müthiş bir yetenekle, satır satır kaydeder belleğine tüm anlatıları. Emin Karaca’ya Türkiye solunun vakanüvisti diye takılacaktım daha sonraları.
Emin Karaca ile Cağaloğlu’ndan sonra, Selimiye zindanında buluşmak varmış kaderde.
Bir başka efsane yerde, Kavel Fabrikasında laborant olarak çalışıyordu, THKP/C İşçi Kesimi davasından tutuklandığında. Kavel’in yerinde şimdi yeller esiyor. ‘60 sonrası ilk ciddi işçi sınıfı grevinin yaşandığı yer. Hasan Hüseyin’in de "komünizm propagandası" suçlaması ile yargılandığı kitabı ile destanlaşan.
1970 15-16 Haziran İstanbul işçi sınıfı başkaldırısı, bir anlamda Türkiye solunun MDD mi SD mi, tartışmasına son noktayı koymuştu.
Daha önce TİP/FKF çizgisi içinde yer alan birçok arkadaş, THKP/C’ye -Mahir Çayan’ın karizmasının da etkisiyle- katılmıştı, ama bir yandan da işçi sınıfı içinde çalışmanın gerekliliğinin altını çiziyorlardı.
Öte yandan işçi sınıfına gitme eğilimi, İşçi Birlikleri kurma noktasına gelmişti, ANT dergisi kolektifi içinde yer alan Harun Karadeniz örneğin, Kartal İşçi Birliği’nin kurulmasına öncülük etmişti.
MDD eğilimi içinde yer alan arkadaşlar ise Alibeyköy İşçi Birliği’ni kurmuşlardı. İşte THKP/C İşçi Kesimi davasının sanıkları aslında buraya takılanlar arasından seçilmişti, sıkıyönetim tarafından.
Elbette, zaten çok yeni bir oluşum olan Cephecilerle teması olanlar da vardı aralarında. Ama torba dava yöntemi ile ilgili ilgisiz herkes bu davaya dahil edilmişti.
Cephe ise daha oluşum sürecinde iki eğilimi bağrında taşıyordu. Bu da Yusuf Küpeli kanadı ile trajik kopuşmaya yol açacaktı daha ilk baştan.
1972 Aralık ayında, Şadi Alkılıç davasından mahkûm olduğumda, klasik Davutpaşa/Maltepe/Selimiye askeri hapishanelerinden farklı, hiç duymadığım "özel" bir hapishaneye alındığımda şaşırmıştım. Aslında daha sonra Metris/Mamak/Diyarbakır’da hayata geçirilecek uygulamaların ilk deneyi, Selimiye bodrum zindanında yapıldı, özel eğitim almış NATO subayları tarafından.
Açılışı ben yaptım diyebilirim, "normal" koşullardan gelen bir "hükümlü" olarak. İlk "misafir" olarak konulduğum 2 Nolu koğuşta, İşçi Kesimi davasının Ziverbey özel sorgu merkezinden gelen sanıklarını karşılayacaktım. Tamam 1. Şube, tabutluk falan hikayelerine vakıf olmuştuk ama bu karşılaştığım son derece farklı bir şeydi. Özel savaş taktiklerinin uygulandığı tanıkları dinleyecektim. Latin Amerika ve Asya ülkelerinde, daha sonra 2001 sonrası Küba Guantanamo Üssünde uygulanan.
Normal subayların çekindiği "özel" genç bir zabit ekibinin yönetimi altındaydı Selimiye’nin zindan bölümü. Buradaki uygulama ile tanışanlar tutuklandıktan sonra da Harbiye ve Selimiye’de özel tecrit hücrelerine alındığı için dışarı bilgi/tanıklık sızması uzunca bir dönem engellenmişti.
Gençlik hareketi içinde yükselen işçi sınıfına gitme akımının takıldığı yerlerden biri de Tersane İş Sendikası idi. Korkunç deneysel işkence yöntemleri ile karşılaşacaktı Tersane İş Sendikası yöneticileri ve oraya takılan genç sosyalistler. Orada düzmece Bomba Davası senaryosu kaleme alınacaktı.
İşte 2 Nolu koğuşta buluşacaktım "işçi sınıfı" ile 15-16 Haziran’dan sonra. Kamil Sevinç ve Binali Avşar’dan sonra Emin Karaca’ya "hoşgeldin" deyip, tanıklıklarını dinledim. Daha sonra bizim koğuş işçi sınıfı ağırlıklı bir koğuşa dönüştü ve daha çabuk toparlandı diğer tecrit koğuşlarına oranla.
1972 Şubat’ında bir havalandırmada kısa süre hapis kalan editör Bülent Habora’ya, bu özel hapishanede kalanların büyük çoğunluğunun geldiği "özel" işkence merkezine ilişkin toparladığım bilgileri aktardım. Mart ayında tahliye oldu Tan Apartmanındaki komşumuz Bülent Habora.
İşte, Emin Karaca’nın yeni çıkan "THKP/C İşçi Kesimi Davası" adlı kitabı, çok önemli bir tanıklığın yanında, bugün unutulmuş olan önemli bir davanın iddianamesine de yer vermekte. (*)
Darısı, birilerinin "Tersane İş Davasını"nın tanıklıklarını toparlamasında.
(*) Emin Karaca, İşçi Sınıfı 12 Mart Faşizminde N’olmuştu Sana / THKP/C İşçi Kesimi Davası, EK Kitaplığı, Ekim 2019.