Baskın Oran
CHP’nin dış politikadaki 'dövlet baba'cılığı
Şu son günlerde iç politikada hayli acayip şeyler yaşıyoruz. D. Bahçeli Ö. Özel’e “çürük, tipitip, gevşek, soysuz, zirzop” diye hitap ediyor, ardından da “Birbirimizi kırmıyoruz inşallah!” diyor. Ö. Özel de cevap olarak neredeyse özür diliyor: "Yok efendim. Herkes doğru bildiğini söylüyor. Önemli olan saygıda ve sevgide eksiklik göstermemek".
Burası Türkiye, bakalım daha neler olur ama esas rahatsız edici olan CHP’nin iç değil dış politika tutumu. “Terörle mücadele kaçınılmazdır, bu nedenle sınırötesi harekatlara karşı değiliz” diyen önceki Gn. Bşk. Kılıçdaroğlu, Ekim 2023’te 2 yıl uzatılan TSK Suriye operasyonuna hayır demesinin nedenini, cumhurbaşkanlığı tezkeresinde yer alan “yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması” ifadesi olarak açıklamıştı. Yani başkası bende asker bulunduramaz ama ben başkasında bulundururum.
***
CB Erdoğan’ın TBMM’ye gelişini partisine ayakta karşılatan ve bunu “Giderken de [ayakta] uğurlardık ama konuşması bir parti genel başkanı konuşması olduğu için (…) giderken [ayakta] uğurlamadık” diye izah eden Gn. Bşk. Ö. Özel’in KKTC’de Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ziyaretinde şu sözlerle özetlediği dış politika tutumu da daha az problemli değil:
Biz Türkiye’de ana muhalefet partisiyiz (…) ama yurt dışında Türkiye’nin partisiyiz (…) Türk askeri Kıbrıs’a savaşa değil barışa gitmiştir. Dedikleri gibi işgalci olsaydık, imkân varken bütün adayı işgal ederdik.
Tevekkeli değil son kamuoyu araştırmasında Türkiye’de muhalefet boşluğu olduğunu düşünenlerin oranı %72 çıktı. Çünkü Hürriyet’ten A. Selvi’nin “yürekten alkışlıyorum” dediği bu sözlerin arkasındaki felsefe körü körüne “dövlet baba”cı.
***
Bu felsefeye aşağıda tekrar geliriz ama Ö. Özel’in Kıbrıs konusunda söyledikleri de epey problemli.
Çünkü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 20 Temmuz 1974’teki ilk Kıbrıs harekatını 29 Temmuz 1974 tarih 573 s. kararıyla onamış, uluslararası antlaşmalar çerçevesinde gerçekleştiğini ilan etmişti.
Ama 14 Ağustos 1974’teki ikinci harekatın dünyada hiçbir ülke ve hiçbir uluslararası kuruluş tarafından kabul edilmediğini, işgal olarak nitelendiğini, sonuçta Kıbrıs meselesinin başımızın en büyük derdi haline geldiğini Ö. Özel duymamış olamaz.
Kaldı ki kendisi bu felsefesini eyleme de taşımış bulunuyor. Sosyalist Enternasyonal toplantısında Rum temsilci Kıbrıs harekatı için "işgal" ifadesini kullanınca, Başbakan Erdoğan’ın 29 Ocak 2009’daki “van minüt”ünü hatırlatır biçimde, salonu terk etti.
***
Yine bu “dövlet baba”cı felsefenin sonucu olarak, hepimiz okuduk:
New York Belediye Başkanı Eric Adams’a ABD’de rüşvetten dava açılmasına sebep olan, orada görevli Türk diplomatından çeşitli Türk iş insanlarına kadar uzanan ve T.C. Dışişleri’nin "Herhangi bir ülkenin iç işlerine karışmamız söz konusu olamaz" diye yorumlayabildiği bu görülmemiş olay hakkında Ö. Özel New York’taki Türkevi girişinde ayaküstü şöyle konuştu:
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ABD’ye saldırıldığında önemli bir jest yaptı ve burada böyle bir bina yapılırken Türkiye rüşvet vermeye ihtiyaç duyacak bir ülke değil, öyle bir acziyet [acizlik] içinde değil. Böyle bir şeye niyet etmek Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden kimseye yakışmaz.
11 Eylül 2001’de El Kaide’nin İkiz Kuleler’e yaptığı korkunç terör saldırısı sırasında bütün dünyayla birlikte Türkiye’nin de olayı kınamasından bahsediyor galiba; ama bu kınama olayı ile mahkemeye intikal etmiş bu rüşvet verme olayı arasında nasıl bir ilişki var, anlamadım.
***
Devamında söyledikleri daha da dikkat çekici:
Hepimizin gurur duyduğu böyle bir binanın [Türkevi] kazandırılması sürecinde jest gördüysek fazlasını Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçiliği'ne tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır. Bunun parayla pulla ölçülecek tarafı yok, güçlü müttefiklik ilişkileri bunu gerektirirdi zaten.
Bunu daha da anlamadım.
1) Medyadan hepimizin dikkatle izlediği kadarıyla, Türkevi’nin açılışını CB Erdoğan’ın ziyaretine yetiştirsin diye, E. Adams’a “lüks seyahatler, otel konaklamaları ve uçak biletleri” sağlanarak bina için gerekli yangın önlemleri savsaklatılmış. Federal bir rüşvet davası açılmasına yol açan bu savsaklamanın Ö. Özel’in yukarıdaki sözlerinde adı: “jest”.
Tamam, henüz dava sonuçlanmadı, iki tarafa da iftira ediliyor olabilir, ama Türkiye’den bahsetmiyoruz. Kamu görevlilerinin menfaat karşılığı en ufak bir hediye almalarının kamuoyunda (bizim aksimize) büyük infial yarattığı, yargının bağımsız olduğu, “yiyor ama yapıyor” kavramının da bulunmadığı ABD’den bahsediyoruz.
Dahası, Demokratik Partili bir belediye başkanına Demokratik Partili bir başkan iktidardayken rüşvetten Federal dava açılmışsa, politikayı bilen bir parti liderinin bu durumu daha da dikkatle isimlendirmesi gerekmez miydi?
2) “Fazlasını, ABD’nin büyükelçiliğine tahsis edilen o muhteşem alan için yapmışızdır” sözü özrü kabahatinden büyük denen vaziyetlere iyi bir örnek. Çünkü o “muhteşem alan” dediği yer, Atatürk’ün, halkın kamusal kullanım ihtiyaçlarını karşılayacak, nefes alma yeri olmak şartıyla bağışladığı Atatürk Orman Çiftliği.
Atatürk’ün şartlı vasiyeti olan AOÇ’nin parça parça satılmasına karşı çıkma konusunda en fazla emeği geçmiş olan Mimar Tezcan Karakuş Candan’la konuştum. AOÇ’nin yağmaya kurban gitmesi (ve bu arada “Kaçak Saray” yapımı) konusunda tüm haber ve belgeleri içeren www.aocmucadelesi.org sitesine işaret ediyor ve arazinin ABD Büyükelçiliğine hülle yapılarak devri hakkında özetle şöyle diyor:
‘ABD büyükelçiliğine tahsis edilen alan Tıp Fakültesi yapılmak şartıyla 1983’te Kenan Evren’in imzasıyla Gazi Üniversitesine verildi. Üniversite uzun yıllar parayı ödemedi. Arazinin AOÇ’ye devredilmesi gerektiği ve bir firmanın ödeme yaparak ardından araziyi TOKİ’ye sattığına dair bilgi Sayıştay raporlarına da girdi. TOKİ de ABD’ye sattı.’
T. K. Candan 5659 sayılı AOÇ Kanunu hükmünü de hatırlatıyor: “Atatürk Orman Çiftliği arazileri üzerinde konut, ticaret ve sanayi amaçlı yapılaşma yapılamaz.”
***
31 Mart 2024 yerel seçimlerindeki zaferiyle AKP’yi ikinci parti durumuna sokan ve hepimize büyük umut veren Gn. Bşk. Ö. Özel’in “Yurt dışında Türkiye’nin partisiyiz” demesi, ‘Benim devletimdir; dış politikada yanlış da yapsa desteklerim” demeye getirerek AKP’lileşmesi gerçekten üzücü. Demek ki, devleti kurmuş olan Parti hiç olmazsa dış politikada evrimleşmek diye bişey tanımak istemiyor.
Hele de artık TDP’nin (Türk dış politikası) değil de EDP’nin (Erdoğan dış politikası) geçerli olduğu bir ülkede.
Baskın Oran kimdir?
1945 İzmir. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Genelkurmay başkanına (2009), cumhurbaşkanına (2017) ve içişleri bakanına (2018) davalar açtı ve kaybetti. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/).