Ragıp Zarakolu
Cumhuriyet çocuklarını sevmedi
Sovyetler Birliği genç cumhuriyetin zor günler dostuydu. TC’nin ilk 5 yıllık kalkınma planı aslında Sovyet planlama deneyiminden etkilenmişti.
Ve onların desteği ile demir çelik fabrikası ve diğer bazı fabrikalar inşa olunmuştu.
Bu dönemde Türkiye sosyalistleri de ara sıra başları derde girse de görece rahatlamış, sol yayınevleri kurulabilmiş, Babıali’nin Hilmi, Remzi, İnkılap gibi diğer yayınevleri de sol edebiyat ürünlerine yer vermeye başlamışlardı.
Yine Sovyetler’deki kültürel gelişimlerin Türkiye’ye de yansıması olmuştu. Muhsin Ertuğrul, sinema tiyatro eğitimini Sovyet Rusya’sında almıştı. Nazi Almanya’sından kaçan akademisyenler, müzisyenler, tiyatro ve opera elemanları, genç cumhuriyetin kültürel patlamasına katkı sunmuşlardı. Sabahattin Ali gibi, Weimar Almanya’sını da yaşamış olan genç aydınlar bütün bu kurumların inşasına katkı sunmuşlardı.
1929 ekonomik krizi sonrası, planlı Sovyet ekonomisi dünyada parlayan bir yıldızdı. Ve bundan genç cumhuriyetin de etkilenmemesi olanaksızdı.
Faşizm ve Nazizmin yükseldiği, İspanya iç savaşının patlak verdiği bir ortamda, İngiltere’de parlak bir üniversite genç kuşağı sola kaymıştı.
Fransa’da Halk Cephesi iktidara gelmişti.
Köy Enstitüleri’nin de Sovyetler’de Makarenko’nun başlattığı alternatif eğitim deneyimlerinden etkilendiği söylenebilir.
Ve bu dönemin yansıması olarak Hasan Ali Yücel’in Bakanlığı sırasında, hümanist bir dünya klasikleri serisi başlatıldı, hatta modern edebiyat ve tiyatro ürünleri tercüme edilmeye başlandı. İrlanda edebiyatından İskandinavya edebiyatına, Amerikan tiyatrosunun yeni ürünlerine ulaşılabildi.
Orhan Veli’sinden Melih Cevdet’ine, Erol Güney’inden Zeki Baştımar’ına, genç cumhuriyet kuşağı katkı sundu bu kültür patlamasına.
ABD’de böyle bir klasikler dizisi, 2. Dünya Savaşından sonra başlayacaktı örneğin.
O dönemin daha genç kuşakları, bütün bu ürünleri okuyarak şekillendi. Bunun daha uzun erimli etkisini 1960 yılında Menderes/Bayar despotluğuna karşı ayaklanan 28 Nisan gençliği üzerinde de gördük.
Milli Şefe, çürümüş, yolsuzlukların diz boyunu aştığı tek parti rejimine 1945-46 yılında kendi oğulları bile muhalifti. Kendi oğlunu bir yıl süreyle ev hapsine aldıracaktı. Ama aslında CHP’nin B takımı olan DP, onu aratmayacaktı on yılın sonunda. Ve anti CHP olan kuşaklar, 1955 sonrası anti DP kuşaklara dönüşecekti.
CHP kodamanlarının beklediği, tek partiye bağlı köy gençliğinin yetişmesiydi, örneğin Köy Enstitülerinden. Ama kendine güvenen, sorgulayan, parlak bir köy kökenli öğretmen kuşağı yükselecekti. Bunun etkilerini 1960 sonrası Anadolu’da yükselen solda görecektik.
Üniversitelerde de 1940 kuşağı yükselmişti. Ama Cumhuriyet aslında kendi ürünü olan çocuklarını sevmedi.
Amerika’da yükselen MacCarthycilik 1950’li yıllarda silindir gibi geçti üzerinden bu kuşağın. İlk üniversite temizliği 1946 sonrası yaşandı. Gençlik örgütleri ilk silleyi o zaman yedi.
Milli Şef, Köy Enstitülerine karşı model olarak İmam Hatip Okullarının ilkini 1949 yılında açtı. Aydın köy gençliği yerine, mümin köy gençliğinden yana tercih yapıldı.
Tek parti rejimi Aralık 1945’de, CHP gençliği ile muhafazakâr, Turancı gençlikle arasında ittifak kurdurarak yıkıp bastırdı sol basını ve kitabevlerini.
Sovyetlerin, "yeni demokratik" Türkiye’nin siyasetinde ve hükümetlerinde sola yer verilmesi talebi çılgına çevirdi tek parti kodamanlarını.
Oysa bu, Fransa’dan İtalya’ya, Finlandiya’ya koalisyon hükümetlerinde gerçekleşmişti. İngiliz halkı da örneğin Churchill yerine İşçi Partisini seçmişti. Kıyamet de kopmamıştı.
Yine de Tan Gazetesi pogromu ile DP ve diğer muhalefetten tecrit etmeyi başardıkları sol partilere 1946 Aralık ayına kadar dokunmadılar. Ne olur ne olmaz misali.
Ne zamanki Amerikan Missuri zırhlısı "kurtarıcı" olarak Boğaz sularına geldi 1946 yazında, o zaman biti kanlandı tek parti kodamanlarının.
1946 Aralık ayında, savaş biteli uzun zaman geçmiş olmasına rağmen devam eden (şimdiki bitmeyen OHAL gibi) Sıkıyönetim’e bağımsız olarak kurulmuş tüm sendikaları ve sol partileri kapattırdılar.
Ve sözde çok partili sistem topal doğdu, sol ayak kesilerek. Ve bir daha da iflah olmadı.
Bana bütün bunları, aslında genç de olmayan, gençliğe geçiş sürecine doyamayan, peş peşe yargılı veya yargısız infaza uğrayan üç arkadaşın birlikte çektirdikleri resim oldu. Erdal Eren, Sinan Suner ve Ercan Koca her halde 15’lerinde olmalılar bu resimlerinde.
Evet, Cumhuriyet sevmedi çocuklarını.
Acaba kim vampir? Daha kaç kuşağın kurban edilmesi gerekiyor vampir-devlete.