Ragıp Duran
Değme sarhoşa, yıkılana kadar gitsin!
2002'de "Manşetlere rağmen" iktidara gelmişlerdi. O zamanlar bunların ciddi bir medya desteği yoktu. Hatta "Muhtar bile olamazsın" filan diyorlardı. Ama sonraları bir-iki küçük gazetenin, birkaç radyo istasyonunun ve tek tük televizyonların bitleri yavaş yavaş kanlandı. Çünkü artık dümene geçmişlerdi. Hiç unutmam: Seçimi kazandıklarının ertesi günü, biri Kenan Evren'e, diğeri de Süleyman Demirel'e gitmişti. İcazet ve akıl almaya. Hiç de parlak referanslar değildi bunlar. Olsun, sonradan ikisini de harcadılar. Çok sonra, Demirel'e gideni de harcadı öteki zaten.
Suyun başını tutuyorlardı. Anlaşılan biri bunların kulağına fısıldadı: İktidarı sürdürmek ve güçlendirmek için mutlaka medya desteğinizin olması gerekir! Tahkimata başladılar. İkili çalıştılar: Bir yandan yepyeni gazete, radyo ve televizyonlar kuruyorlardı, bir yandan da mevcut medya organlarının bazılarını satın alıp yandaş hale getirdiler. Yakınlarındaki iş adamlarını neredeyse zorla, ceza kesercesine medya sektörüne soktular, ya da devlet bankalarının kredilerini kullandılar.
Uzunca bir süre böyle gitti devran. Bu arada pek becerikli ve parlak olmasa da kendi köşe yazarlarını, televizyon yıldızlarını yetiştirip yarattılar (Aslında yaratmak Allah'a mahsus!) ve sürdüler piyasaya. Bir de kadim medyadan Antepli Mehmet'in küçük ve orta boy eşantiyonlarından mebzul miktarda bulunduğu için, bu ihracaat fazlası malzemeden de kendilerine "eski solcu" ya da "yarı laik" belki de "biraz burcuva" ya da "hafiften akademisyen" sözcü ve kalemşörler devşirdiler. İsim vermiyorum, onlar kendilerini bilir. Okur da, ciddi takip ediyorsa medyayı, kimlerden söz ettiğimi anlar. Burada zaten isim mühim değil, çünkü bu kişilerin bizzat kendileri mühim değil. Önemli olan, üstünde durulması gereken, hayat için hava ve su ne ise, gazetecilik için gerekli olan bağımsızlık ve vicdan konusunda müthiş defolu olmaları tüm bu orijinal ya da yan sanayii yandaş kalem prototipinin. Bunların çoğu ayrıca cahil, hödük, şımarık, sonradan görme ve küstah... Bu kadar olumsuz sıfatı bir araya getirebilmiş olmaları da onların başarısı.
Bir dönem, aslında birçok alanda öz iktidarın kötü hocası rolünde sahneye çıkan Fetoş takımı, medya konusunda, bunlardan hem daha kıdemli idi, hem de alavere dalavere konusunda daha hünerli. Gerçi, Fetoş saltanatı sırasında galiba herkes Fetoş taraftarı idi, ama kamplaşma başlayınca kimileri erkenden ayrıldı gemiden, kimileri battı tahlisiye sandalına binemeden. Onlar ayrı bir kalem. Mesela bu aralar özellikle yurt dışında siyasette ve medyada muhalefetçilik oynamaya çalışıyorlar ama o konuda ilkokul diplomaları bile yok. Ayrıca geçmişleri sabıkalı.
Büyük bir ihtimalle alttan alttan ilk baştan beri gizli bir çekişme vardı da biz satır aralarına sıkışmış bu karşılıklı atışmaları her zaman kolayca çözemiyorduk. İktidar böyle bir şeydir. Hep yanındakini oymaya çalışman gerek.
Su yüzüne vurmaya başladı iç çelişkiler çünkü Muhteşem Gezi patlamıştı. Afalladılar. Kabataş masalını attılar ortaya. 4 yıl sonra ancak kabul ettiler komplo olduğunu. "Ama iyi yönetemedik" itirafında bulundu istihbaratçı. Siz zaten neyi iyi yönetebildiniz ki?
İktidar gücünü, inandırıcılığını, güvenirliğini kısacası itibarını yitirdikçe yandaş medyadan çatırdama sesleri duyuldu. Normal. O Genel Yayın Yönetmenleri, o Yazı İşleri Müdürleri, o kadrolu televizyon yorumcuları, Köşe Yazarları, kıytırık şefler filan bulundukları makamlara laik oldukları için, meziyet ve marifetleri sayesinde gelmemişlerdi ki. Bol sıfırlı maaşlarını hak edecek bir geçmişleri, bugünleri ve gelecekleri de yoktu. Yalakalıkla, işbu kartın hamili ya da tayin yoluyla yani haybeden elde edilmiş koltuklar ve maaşlar, her an, üstelik pat diye uçup gidebilirdi ellerinden. Büyük bir korkudur bu. Mercedes'den İETT otobüsüne dönmeyi istemez kimse. Keza Etiler'e geçmişken Ümraniye'ye geri dönmek de pek katlanılır bir hadise değil. Onların çok sevdiği ama yanlış kullandığı deyimle söyleyeyim: Sosyolojik olarak yani! Paçalar tutuşurken...
Mesele tabii ki sadece kişisel mevki makamla sınırlı değil. Büyük bir altüst oluştur iktidara alışmışlar için, tepeden aşağı mahalleye inmek: Bittim öldüm, yatacak yerim yok. İçlerinden söylenirler.
Havasız ve susuz bir ortamda yaşamını ikame ettirmeye çalışan canlı varlık, kuşku yok ki, çok uzun yaşayamaz değil mi? E bunlar da bağımsız değiller, özgür değiller, yetmiyormuş gibi vicdansızlar, onursuzlar ve de cahil! Reis ne derse onu allayıp pullayıp manşet atacağız (Dikkat edin manşetlerin çoğu Reislerinin cümleleri), onu haber yapacağız. Tamam peki... Ama yine de bir sorun var. Reis dediğin sabit fikirli, dogmatik görüşlü bir adam değil ki. Bir gün beyaz der, ertesi gün siyah. Kırk yıllık Esad, iki saat içinde Esed oluverir, farkedemezsin. Değerli arkadaşım Donald, sadece iki gün sonra özel görüşmede O.Ç Trump adını alıverir. Yakından izlemen gerek. Çok da yaklaşırsan küt diye öndeki araca(?) bindirirsin, dikkat. Çok esnek olacaksın ha... Kaburgan, aksın, dingilin filan varsa kötü. Engel olur onlar hızlı dönüşlere. Neyse ki yok! Kalemin olacak tabi ama esas silgin olması lazım. Her an, her zaman, her yerde sürekli olarak (Her anlamda) sıfırlayabileceksin kendini. Yaparsın, sıkma canını, dert değil, zaten sıfırsın çoğu zaman. Yoksa harcarlar adamı/kadını. Eski söylediklerin kayıtlarda, aldırma sen, hep yeniyi kovala, ayrılma Reis'in eteklerinden.
Büyükada Casusları komplosu da boşa çıktı ya, şimdi kendi aralarında yine kapıştılar. Hatta biri "Bunun hesabı sorulmayacak mı?" diye bile yazdı. Zaten daha önce de internet sitelerinde Çok Reisçiler Az Reisçilere ağır hakaretler ediyordu. Şimdi artık savaş başlıyor.
Onlar eskiden sanıyorlardı ki, birisinin aleyhine karalama kampanyası başlattıklarında emniyet ve savcılık harekete geçip söz konusu kişiyi derdest eder sonra da mahkeme bu kişiyi yargılar ve mahkum eder. Oysa ki, bir kere, karalama kampanyasının hedefini yandaş medya belirlemiyordu. Onlar, talimat üzerine, zanlı hakkında kamuoyu oluşturma amacıyla kampanya açıyorlardı. Bazı 15 Temmuz davalarında, Cumhuriyet, Redhack ya da Büyükada davalarında yandaş medyanın olağanüstü karalama kampanyasına emniyet ve savcıların desteğine rağmen, o kadar çürük, o kadar boş iddianameler yazabildiler ki, dış ve iç kamuoyunun protestolarının da etkisiyle belirli sayıda zanlı, ilk duruşmada olmasa da, salıverildi. Karalama kampanyaları sanıldığı gibi etkili olamadı. Çünkü yandaş medya da etkisizleşiyordu.
Yakında Reza hadisesi patlıyor. Savcının adı maalesef Zekeriya değil, yargıç da HSYK üyesi değil. İddianamenin, şimdiye kadar yayınlanan kısımları ile New York'dan sızan haberler, jürinin olası kararı hakkında birçok ipucu veriyor. 17-25 Aralık tapeleri bile var dosyada. Yargılamayı en yakından takip eden de bizden değil, hatta gavurun teki: Adı NYT mi WP mi öyle bir şey. Artık "Savcı Bharara, FETÖ'cü" demekle işin içinden çıkılamayacak kadar vahim bir durum söz konusu. Hiç uyuyamıyorum son günlerde...
Yandaş medya çatırdıyor, çöküyor. İktidarla birlikte hatta galiba ondan önce. Geçmiş olsun.