ayşe düzkan
demek sorumlu kapitalizm
şu aralar biraz seyreldi ama özellikle salgının ilk günlerinde, sosyal medyaya avrupa akademisinin tanınmış isimlerinin makaleleri düşüyordu. hepsine bakmaya sabrım yok ama okuduklarımın çoğu başımıza gelenlerden neoliberalizmin sorumlu olduğunu ve buna bir son verilmesi gerektiğini anlatıyordu.
bunları kaleme alırken nasıl bir duygu hali içinde olduklarını ve nasıl bir sonuç beklediklerini merak ediyorum. örneğin bunu okuyan biri, "evet ya, bu bizim aklımıza hiç gelmemişti, hadi kapitalizmi yıkalım" ya da "benim de zaman zaman böyle hissettiğim oluyordu, bunu okuyunca emin oldum. hadi bir şeyler yapalım da düzeni değiştirelim" gibi şeyler mi düşünecek?
ama bu isimleri tanıyan, böyle bir makale okumakla ilgilenen hemen herkes bu bağlantıyı üç aşağı beş yukarı biliyor. zaten, günde en az on saat çalışıp gündelik hayatını sürdürmesine ancak yetecek para kazanan insanın kapitalizmden kurtulmayı istemek için salgın atlatmasına gerek yok.
sanırım şunda hemfikir olabiliriz: kapitalizmi yıkacak adımların atılmamasının sebebi marx’ın haklı olduğunun yeterince sık tekrar edilmemiş olması değil. tezlerinin bir kere daha, güçlü argümanlarla kanıtlanmamış olması da değil. sıkıntı yeni yüzyılın yeni koşullarında bu işin nasıl yapılacağı konusundaki teori ve pratik eksikliği. bu eksiklik, direniş vb. diyerek geçiştirilebilecek bir konu değil, zaten direnmek ancak bir mevziiyi korumak ya da yaklaşan bir tehlikeye karşı anlamlı. yıkmak başka bir şey.
marx’ın teorisine bağlılıkla, bir devrim ihtiyacına karşılık aramak arasındaki açının tahammül edilmez bir biçimde genişlediği günlerden geçiriyoruz.
yine gezi’yi hatırlatacağım. o yaz, farklı gelir gruplarından, farklı toplumsal kategorilerden, farklı mesleklerden insanlar sadece gezi parkı’na topçu kışlasının yapılmasını engellemek için sokağa çıkmadı. o inşaatı durdurmanın akp ile hesaplaşmak anlamına geleceğini görüyorlardı ve ihtiyaç hissettikleri bir değişimin mümkün olabileceğine duydukları inançla harekete geçtiler. içlerinde üniversite yıllarında dahi sol siyasete hiçbir biçimde bulaşmamış olanlar vardı, belki çoğunluktaydılar.
bugün, bunun üzerine düşünmeye her zamankinden fazla ihtiyacımız olduğuna inanıyorum. çünkü solculuğun, akıp giden hayatımızın acımasızlığı karşısında bir ümit, bir teselli, şekil şemal verilmiş bir öfke ve zaman zaman da bir hayat tarzı olmanın ötesine geçmesi gerekiyor. her zamankinden daha fazla, acilen.
insanlar gezi’de, tarihin doğru tarafında durmak, vicdanının sesini dinlemek gibi imgelerle açıklanacak sebeplerle sokağa çıkmadı, izninizle tekrar edeceğim, ihtiyaçları vardı, mümkün görünüyordu.
benzer bir ihtiyaç bugün de var. infaz yasasından çalışma rejimine, her şey salgın öncesi günleri mumla aratacak şekilde değişiyor. yoksulluğun tahayyül edilemeyecek bir boyuta ulaşacağına dair birçok kanıt var. iktidar, emekçileri koruyacak, onlara destek olacak hiçbir öneriyi kabul etmiyor, hiçbir önlemi hayata geçirmiyor ama yoksullara yardım yapacak, kendi çeperindeki stk’lar için bağış kampanyası düzenliyor. yani yoksulluğu hafifletecek hiçbir önlemi benimsemiyor ama yoksullara sadaka benzeri yardım sunacak mekanizmalar kuruyor. böylece sadece kendine yakın olanlara destek verilmesinin önünü açıyor. kayyum atamadığı belediyenin bağış toplamasını, ekmek satmasını engellemeye çalışıyor!
bütün bunlara karşı, ikinci dünya savaşı’nda faşizme karşı mücadele eden partizanları ya da leningrad kuşatmasına boyun eğmeyen kızıl ordu’yu, devrim kahramanlarını, devrim şehitlerini anmanın bir yararı yok. bir gün her cinayetin, her adaletsizliğin hesabının sorulacağı vaadinin de.
salgın her gün canlar alıyor, yoksulları, aç kalmamak için çalışmak zorunda olanları, sağlık çalışanlarını daha fazla vuruyor. bunu duyurmak yetmiyor çünkü bu tarafa kulak veren herkes bu açık gerçeği görüyor zaten. buna karşı dayanışma örgütlemek yeterli değil.
dayanışma insanların sola güven duymasına yol açabilir ama bu yeterli değil. halkın solcuların başarısına ihtiyacı yok, kendi zaferine ihtiyacı var. ve aradaki fark çok açık. kelimenin her iki anlamıyla da yeniden nefes alabileceğimiz günler için, rahat nefes alabilmemiz için, belki küçük, belki sıradan, büyük ihtimal kahramanca bile olmayan, belki tarihin yönünü dahi değiştirmeyecek bir adım. tarihin akışını değiştirecek olanın bir dersliği, provası, ne derseniz deyin. filozoflar bir kere daha yanılıyor ve bir kere daha hatırlatmak zorundayız: yorumlamak yetmez, bugün de!