Koray Düzgören
Demirtaş siyasi tutsaksa bu devlete ne denir?
Türkiye’nin AİHM’deki yargıcı Işıl Karakaş, Selahattin Demirtaş’ın salıverilmesine ilişkin karara koyduğu şerhte (Karşı oy yazısı), "Türk yargısının yetkisini kötüye kullandığına ilişkin hiçbir belirti yok" diyor.
Şerhi, kararın özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18’inci maddesinin ihlal edildiğine ilişkin bölümü için veriyor.
AİHM, Demirtaş’ın ‘özgürlük ve güvenlik hakkı’nın, ‘makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkı’ ile ‘serbest seçim hakkı’nın ihlal edildiğini kabul etti.
Buna ilave olarak, ilk kez, Türkiye için sözleşmenin 18’inci maddesinin de ihlal edildiğine karar verdi.
Bu karar çok önemli. Hukuki bazı açıklamalara girmeden önce hemen şunu söylemek gerekiyor:
Mahkeme, Demirtaş’ın tutuklanmasının hukuki değil, siyasi olduğunu kabul etmiş oluyor.
Bu da bir anlamda Türkiye’yi ‘Haydut devlet’ statüsüne sokan bir tanım,
Tabii hukukçular bunu bu şekilde ifade etmek istemeyeceklerdir, ama ortaya çıkan somut sonuç bu.
Eğer bir ülkede (Memleketin birinde!) bir siyasi parti lideri hukuki değil de, söz gelimi iktidar için bir tehlike ya da işbaşındaki lider için ciddi bir rakip olarak görülüp bu gerekçeyle tutuklanıyorsa, orada bir haydut devlet uygulaması var demektir.
Ahmet İnsel bir yazısında "Haydut devlet"i (Rogue State), küresel barışı tehdit eden, insan haklarını kitlesel biçimde çiğneyen, terörizmi destekleyen devletleri ifade ettiği gibi, önceden ne yapacağı kestirilemeyen, uluslararası kuralları tanımayan devletler için de kullanılan bir kavramdır" şeklinde tanımlıyor. (Cumhuriyet 14 Mart 2017)
Burada Türkiye açıkça insan haklarını kitlesel bir şekilde çiğneyen ve uluslararası kuralları tanımayan devlet tanımına uyuyor.
Işıl Karakaş, belki de işin bu noktaya çekilebileceğinin farkına vardığı için karara bu şerhi koymuş olabilir.
Söz konusu olan 18’inci maddede, sözleşmeye taraf olan ülkelerin olağanüstü hal dönemlerindeki hak kısıtlamalarına ilişkin hüküm bulunuyor ve "Anılan hak ve özgürlüklere bu sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar, öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz" ifadesi yer alıyor.
AİHM: DEMİRTAŞ’IN TUTUKLANMASI SİYASİDİR
AİHM böylelikle Türkiye’nin ‘OHAL’ döneminde Demirtaş’a yönelik tutuklamanın, ‘Sözleşmenin amacı dışında yapıldığını, bir anlamda tutuklama kararının hukuki değil, siyasi olduğunu saptamış bulunuyor.
Buna rağmen Yargıç Karakaş şerh notunda ne diyor?
"Türk yargısının yetkilerini kötüye kullandığını gösteren hiçbir belirti görmüyorum. Makul şüphe dışında, başvuru sahibinin tutukluluğunun temel amacının çoğulculuğu engellemek ya da siyasi tartışma özgürlüğünü kısıtlamak olmadığını tespit etmekteyim."
Bu açıklamanın anlamı şu:
"Bu karara neden olan uygulamalar Demirtaş’ın tutukluluğunun uzaması ve diğer ihlaller bir istisnadır. Bazı yargı mensuplarının yanlış davranışları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Türk yargısını bağlamaz."
Peki o zaman sormak gerekmez mi?
Madem Demirtaş’a yönelik uygulamalar Türkiye’de çok sevilen tanımıyla ‘İstisnai’ uygulamalardır, Cumhurbaşkanı AİHM’nin kararını duyar duymaz niçin, "Olamaz, AİHM’nin kararı uygulanamaz. Biz bunu tanımıyoruz" diye bağırmaya başladı?
İktidarın sözcüleri niçin kıvranıp duruyor, "Bu konuda Türk mahkemeleri görevlidir, kararı yargımız verecek" yollu komik tepkiler veriyor?
Sanki bu dava, Türkiye’deki mahkemeler hukuka uygun bir karar vermediği ya da veremediği için AİHM’e gitmedi mi?
Onlar da bilmiyor mu Türkiye’nin bu kararı uygulamama diye bir şansı bulunmadığını? Bu konuda yapılan bir uluslararası sözleşme ve bu sözleşme nedeniyle anayasaya konulan bir 90’ıncı madde var.
Başta Cumhurbaşkanı’nınki olmak üzere kararla ilgili ortaya konulan tepkiler, açıklamalar zaten yargıya doğrudan müdahale anlamı taşıyor.
"Biz bu kararı tanımayız" demek yargıya doğrudan doğruya, "Bu kararı uygulamayın" talimatı vermek değildir de nedir?
Kaldı ki, iktidarın yargıya ilişkin müdahaleleri, açıktan talimatları Demirtaş’ın kararı üzerine ortaya çıkmış da değil.
Türk yargısı Fetullahçıların vesayetinden kurtarılma gerekçesiyle AKP iktidarının daha doğrusu Saray’ın vesayetine sokuldu.
Çeşitli davalarda yargıya nasıl müdahale edildiğini görüyoruz. Karara bağlanan ve süren birçok davadaki keyfi tutuklama kararlarına, hukuksuzluklara, kanunların keyfi bir şekilde uygulanışına, en temel uluslararası ilkelerin bile nasıl ayaklar altına alındığına tanık oluyoruz.
Adil yargılanma hakkı falan hak getire… Bütün bu vicdansızlık boyutuna varan adaletsizliklere adeta isyan ediyoruz.
Baskın Oran’ın önceki gün Artı Gerçek’te çıkan, "Hukuk bırakmadınız. Lütfen artık durunuz!" başlıklı yazısı, bu isyanın dramatik bir ifadesi.
"OLMAYAN BİR ŞEYİN SAVUNMASI OLUR MU?"
Geçtiğimiz günlerde yargıçlıktan istifa etmek zorunda kalan bir hukukçunun açıklamalarına bakarsak, uygulamanın ne olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
'Cumhurbaşkanına hakaret' maddesini Anayasa Mahkemesi’ne götürünce İzmir'den Trabzon'a atanan Murat Aydın yargı bağımsızlığı için, 'Olmayan şeyin savunusu olmaz, talebi olur' diyor.
Bir şey daha söylüyor:
"2010’dan bu yana çıkan kararname sayısı 16 olması gerekirken 150’ye yakındır. Neredeyse ayda bir kararnameden bahsediyoruz. Adliyeden çıkarken gece tayin olur muyuz diye çıkıyoruz. Bu duygudaki bir hâkimin doğru karar vermesi beklenemez."
Bunlar Türkiye’de oluyor ve bunları bizzat yaşayan da daha düne kadar yargıç olan, daha doğrusu hukuka ve kanunlara bağlı kalarak görevini dürüstçe sürdürmeye çalışan ama bunda başarılı olamayan bir hukukçu.
Türkiye’de yargının iflas etmiş halini anlamak isteyen için bol bol örnek var.
Denilecektir ki, Yargıç Işıl Karakaş’ın karşı oyu sadece bir karşı oydur. Onun oyuna rağmen mahkeme 18’inci maddeyi işletmiş ve Türkiye’yi ilk defa siyasi gerekçelerle, yani hukuk dışı tutuklamalar yapan bir ülke olarak ilan etmiştir.
Türkiyeli yargıcın karşı oyu AİHM açısından bir ağırlık taşımasa da Türkiye’de AİHM kararına karşı çıkışın gerekçeleri arasında sayılacaktır. Hatta sayılmaya da başlanmıştır.
"Türk yargısının yetkisinin kötüye kullanıldığına ilişkin hiçbir belirti yok" hükmü yaşanılan somut gerçeklerle kesinlikle bağdaşmıyor. Bu belirti için açık kanıt ya da yazılı belge olacak değil ya! Ülkenin yönetimindeki kadroların bu konudaki açıklamaları ve niyetleri yeterli kanıtları zaten sağlıyor.
Daha geçen gün Milli Savunma Bakanı, "Suçlu gazetecilerin suçsuz olduklarını mahkemede kanıtlamaları" gerektiğini söylemedi mi? Bir eski general en bilinen evrensel hukuk ilkesinden, masumiyet karinesinden habersiz olabilir mi?
Bu açıklama bile doğrudan yargıya talimat anlamı taşımaz mı?
Yargıç Işıl Karakaş, kuşkusuz istediği kanaati, oyu savunabilir. Ama göz göre göre yargının içinde bulunduğu durumun tam tersi bir önermeyi savunması doğrusu anlaşılır gibi değil.
AİHM’nin Türkiyeli eski yargıcı Rıza Türmen de meslektaşının karşı oyunu doğru bulmadığını açıkladı.
Türmen, "Orada Mehmet Altan ve Şahin Alpay davasına atıf yapıyor. O dava ile bu dava aynı şey değil. Bu davada siyasi parti lideri var ve o siyasi parti lideri ile ilgili bir karar" yorumu yaptı.
"Yargının bağımsız olmadığı kanıtlanmamıştır' açıklaması için de, "Olup biten olaylar var. Başka türlü kanıtlanması beklenemez. Bir kanaat oluşturmak için gerekli olan her şey var ortada. O bakımdan ben paylaşmıyorum oradaki görüşleri" dedi.
"Türk yargısının yetkisini kötüye kullandığını gösteren hiçbir belirti yok" diyen sayın yargıç sadece oy verdiği dosyanın davalısının herhangi bir davasını incelesin. Yani Demirtaş’ın... Uzağa gitmeye gerek yok.
Bakalım ne görecek?
Demirtaş yargının mı tutsağı yoksa siyasi iradenin mi?