Pelin Cengiz
Dersim dört dağ içinde, dört dağ ateş içinde
Neredeyse iki haftadır Dersim'de tek bir yerden de değil, aynı anda pek çok yerden orman yangınları yükseliyor, müdahalede geç kalındığı konusunda bir yandan endişeler dile getirilirken, tartışma aslında müdahalenin 'kasıtlı' olarak yapılmadığı yönünde ağır basıyor.
İşin ilginç tarafı, geçen iki hafta içinde Türkiye'nin farklı bölgelerinden 100'ün üzerinde yangın yaşandığı haberleri gelirken, Orman Genel Müdürlüğü'nün sitesinde Dersim'de devam eden yangınları Türkiye haritası üzerinde göstermemesiydi.
Munzur Koruma Kurulu'nun açıklamasına göre, Dersim'de Ovacık, Çemişgezek ve Hozat arasında farklı bölgelerde yapılan askeri operasyondan sonra başlayan orman yangınları, rüzgarın da etkisiyle binlerce hektarlık alana yayılarak devam etti.
Yıllardır HES'lere, barajlara, taş ocaklarına, topyekün yaşam alanlarına yönelik talana karşı mücadele eden Dersim, aynı zamanda her askeri operasyondan sonra ormanların yakılmaması ve yakılanların da kurtarılabilmesi için mücadele veriyor.
Yayılarak devam eden ve 'kasıtlı olarak müdahale edilmediği' iddialarıyla gündeme gelen orman yangınları konusunda Tunceli Barosu da bir açıklama yaparak, "Hozat ilçesinde devam eden yangına derhal müdahale edilmesi hukuksal zorunluluktur" ifadesine yer verdi. Ama dinleyen kim!
Anayasa'nın 169. maddesi aslında gayet açık:
"Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz."
Dersim'de mevcut orman örtüsünün yanı sıra Munzur Havzası'nın çok zengin bir flora ve faunası var. Türkiye'de kültürel ve doğal mirası en zengin alanlardan biri. Yaklaşık 1600 bitki türü içeriyor. Bu türlerin yüzde 18'i yani 293'ü endemik, yine yaban hayatı ekosistemi de çok güçlü bir saha.
Bölge, Avrupa Yaban Hayatı ve Yaşamlarını Koruma Sözleşmeleri'ne göre koruma altında olan pek çok türe ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla orman yangınları sadece ormanları, bitki örtülerini değil, bu flora ve faunayı da yok ediyor.
Yangınların gerekleştiği alanlar aynı zamanda inanç alanları, ibadet sahaları olarak da farklı bir anlama sahip.
Elbette, siyasetin, 'devlet geleneklerinin' güvenlik, operasyon gibi amaçlar adı altında orman yakmasına aşinayız.
Onlar göstermeyecek, gizlemeyi, yok saymayı, gözden kaçırmayı tercih edecek.
Ve elbette, böyle zamanlarda çevre ve yaşam savunucuları açısından ormanın, suyun, dağdaki kuşun, kurdun, her bir canlının yaşam hakkını savunmak, gösterilmeyeni göstermek, gizlenmek isteneni söylemek çok daha büyük önem kazanıyor.
Ancak, bölgedeki çevre örgütlerinden çıkan ve cılız kalan birkaç açıklama dışında çevreyle ilgili sivil toplum örgütlerinin bir kez daha sınıfta kaldığını üzülerek görüyoruz.
Maalesef, siyaseti teğet geçerek, siyasetin kırmızı çizgilerine değmeden Türkiye'de herhangi bir çevre mücadelesi yürütmek söz konusu değil...
Çevre ve yaşam alanları son derece politik bir mücadele alanıdır ve o alanda steril bir mücadele veriyor görüntüsüne bürünmek sizi çevreci yapmaz, en hafifinden sizi ülke gerçeklerinden epey bihaber bir şekilde gösterir.
Çevre örgütlerinin bu özeleştiriyi kendi içlerinde değerlendirmesi gerekir.
Şu kimilerinin sürekli elde vicdan terazisiyle dolaşıp, dilinden düşürmediği "X yerde X olurken neredeydiniz" sorusunu sormak belki bana düşmez.
Ancak, Türkiye'nin dört bir yanında ekoloji ve yaşam alanları mücadelesi giderek yükselen bir ivmeyle devam ederken, Batı illerinde, Karadeniz'de, Trakya'da, Marmara'da, Akdeniz'de doğa katliamlarına ses çıkarıp Kürt illerindeki ekoloji kıyımlara ses çıkarmamayı tarih affetmez...