Diyarbakır Barosu niçin yargılanıyor?

Peki, AKP böyle, CHP’yi de konuştuk. Ama bir meselemiz daha var. DKÖ’ler. Onlar niye hiç ses çıkarmazlar 24 Nisan’larda? Bu da çözemediğim bir muamma işin doğrusu.

Bir 24 Nisan anmasını daha idrak ettik. 1915’de, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Ermeni halkının ülkelerinden zorla koparılması, sürgün yolunda ve Suriye çölündeki kamplarda planlı biçimde öldürülmesi, hayatta kalanların dünyanın dört bir yanına dağılması ve sonuç olarak İttihat ve Terakki rejiminin tasarladığı biçimde Ermeni nüfusun artık yok derecesine indirilmesi, birçok Ermeni’nin de Müslümanlaş(tırıl)masıyla sonuçlanan Soykırım’ın 105. yıldönümüdür 2020. 

Kapsamlı bir yüzleşme yok, bilindiği üzere. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde başlattığı "Taziye Mektubu" hiç şüphesiz bu konudaki tarihimiz dikkate alındığında bir gelişmedir. Ancak mektuplarda öne çıkan ton, 1. Dünya Savaşı koşullarında Ermenilerin hayatını kaybettiğidir. Yani savaş koşullarında olmuş bir talihsizlik. Bunun, yani Ermeni halkının başına gelenin, bir plan dahilinde olduğu ve bugün Ermeni halkının bir avuç kalmasının bu planın sonucu olduğu gibi bir değerlendirme yok ve öyle görünüyor ki yakın bir gelecekte de olmayacak. Oysa bir yüzleşme çabası ancak bu "felaket"in kendi kendine olmadığını, bir "niyet" ve "plan" sonucunda olduğunu kabul etmekten geçiyor. 

Öte yandan Erdoğan’ın mektubu elbette eleştirilmelidir ancak diğer siyasi aktörlerin ne yaptığına da herhalde bakmak gerekir. HDP dışında bu konuda bir kelam eden yok. Şunu demeye getiriyorum: AKP bunu yapıyor da CHP ne yapıyor mesela? Hiç. Yıllardır sesini çıkarmıyor. İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun yıllar önce paylaştığı mesajlar hariç. Zaten mesele de burada çatallanıyor, işin ilginç tarafı. Çünkü Kaftancıoğlu’nu bu çıkışları nedeniyle hedef tahtasına koyanlar, AKP çevreleri ve bu çevrelere yaranmaya çalışan merkez medya kalemleridir.

Dolayısıyla şöyle bir denkleme geliyoruz. Eğer CHP, olmaz ya, diyelim ki AKP’den ya da Erdoğan’dan çok değil, sadece bir adım ileride bir çıkış yapsa, ona hücum edecek ilk kesim AKP (ve elbette MHP, Aydınlık, diğer yan kuruluşlar) olacaktır. 

Böylece Türkiye’de iktidar ve muhalefet yapısının, Ermeni (ve Kürt) meselelerinde hangi pozisyonlar üzerinden politika yaptıklarını da görmekteyiz. Peki, Erdoğan ya da AKP’nin hayli tartışmalı da olsa bu "taziye" politikası nereden gelmekte?

İlk mektubun yazıldığı dönem 100. yıla, yani 2015’e giden dönemdi ve çözüm sürecinin de devrede olduğu ya da devreye alınması için temasların yürütüldüğü/niyetler beslendiği bir kavşaktı. AKP o zamanki düşüncesiyle 100. yıldan en az hasarla kurtulmak istiyordu muhtemelen. Dolayısıyla pragmatik bir sağ partinin gidebileceği yere kadar gidildi. Peki, ama bilhassa şu son üç yıldır AKP-MHP-90'ların devleti-Ulusalcılar koalisyonu iktidarda olduğuna göre nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Buna yanıt vermek doğrusu pek kolay değil ama Erdoğan'ın geçtiğimiz aylarda TSK, Suriye topraklarına girdiği sırada ABD’de Trump ile yaptığı görüşme sonrası gerçekleştirilen basın toplantısına bakmak fayda olabilir. 

Erdoğan orada, mealen, "Ermeni Tezleri"ni kabul etmediklerini ancak Türkiye’de bu konuda bir ifade özgürlüğü olduğunu söylemişti. Bir ihtimal Türkiye’nin bu konuda hiçbir şey yapmayan bir ülke olmadığı yönünde bir imaj çalışmasının sonucu olabilir bu mektuplar ve o sözler. Ve bir de hâlâ bir ideal olarak yaşatılan "Osmanlı" dünyasının bir biçimde devam ettirilme çabası. Yani tüm tebasına sahip çıkan bir Sultan. Bütün bu sürgün, katliam ve baskı politikasının aslında Osmanlı döneminde, 1800’lerin ortalarından sonra başladığını görmezden gelirseniz, kendi içinde "tutarlı."

Peki, AKP böyle, CHP’yi de konuştuk. Ama bir meselemiz daha var. DKÖ’ler. Yani Demokratik Kitle Örgütleri. Geniş bir üye tabanına sahip, haklı olarak sadece kendi faaliyet alanlarında söz söylemekle kalmayıp, Türkiye’nin demokratikleşmesi adına da tutum takınan örgütlerdir bunlar. Onlar niye hiç ses çıkarmazlar 24 Nisan’larda? Bu da çözemediğim bir muamma işin doğrusu.

Yazının başlığına gelirsek. Bu konuda söz söyleyen Diyarbakır Barosu’nun durumuna yani. Baro hakkında 2018 yılında 24 Nisan’da yayınladığı bir bildiri nedeniyle soruşturma açıldı 2019’un sonlarında. Baronun o dönemki yönetim kurulu başkanı ve üyeleri hakkında başlatılan soruşturmanın gerekçesi "Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek, TBMM’yi aşağılamak" idi. 

Söz konusu açıklamanın son bölümünde şunlar söylenmekteydi: "Yaşanan acılar o denli büyük olmuştur ki; Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşmesindeki 'jenosit' tanımı Ermeni halkına yapılanlardan esinlenerek düşünülmüş ve kaleme alınmıştır. Ermenilerin yaşadığı İstanbul, Diyarbakır, Van şehirlerinde ve Anadolu'nun diğer birçok şehrinde katliamların, sürgünlerin ve tehcirin yarattığı tahribat ve derin acı halen dimağlarda tazeliğini korumakta ve Anadolu halklarında anlatılagelmektedir. İnsanlık hafızasından hiçbir zaman silinmeyecek bu büyük felaketi yaşayan Ortadoğu ve Anadolu'nun kadim halklarından Ermeniler'in acısını Diyarbakır Barosu olarak paylaşıyoruz. Soykırımda yaşamını yitiren sivil-masum tüm Ermenileri saygıyla anıyoruz."

İşte bu açıklama için başlatılan soruşturma daha sonra davaya dönüştü. Eğer koronavirüs nedeniyle duruşmalar ertelenmeseydi Baro’un o dönemki başkan ve yönetim kurulu üyeleri 3 Nisan’da hâkim karşısına çıkacaklardı. Duruşma Temmuz ayına ertelendi. Bakalım davanın seyri ne olacak? Bu vesileyle 1915 ve sonrasında ölüm yolculuğuna çıkarılan Ermeni halkının evlatlarını bir kez de buradan saygıyla analım. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi