Koray Düzgören
Dön dolaş yine Esad! (Sahi biz bu işi niye yaptık?)
Suriye ile alt düzey diplomasi yapıyormuşuz!
En sonunda herkesin bildiği gerçeği Cumhurbaşkanı açıklamak zorunda kaldı.
Yol haritasını Putin çizince yapmamak olmaz.
Son Moskova görüşmesinde önlerine konulan 1998’de Suriye ile imzalanan Adana Mutabakatı ya da Anlaşması, Şam yönetimi ile yani Esad’la görüşmeyi öngörüyor. Hatta şart koşuyor.
Ülkenin güvenliğini sağlamak (Tercümesi: Kürtleri ezmek) gerekçesiyle sınır ötesinde bir operasyon yapacaksan, sınırın karşı tarafında egemen olan devletle konuşacak ve anlaşacaksın.
Ve Suriye’yi işaret ediyor.
Türkiye’ye, "Minbiç’e, oraya buraya girmek istiyorsan önce o toprakların sahibinin iznini alacaksın" diyor.
Putin bunu açıkça Erdoğan’ın yüzüne söyledi, Moskova’daki zirvenin bitimindeki basın toplantısında.
"Türkiye’nin tampon bölge meselesi bizi ilgilendirmiyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararı şart, ayrıca Türkiye’nin bunu Suriye ile konuşması gerekir."
Ülkenin Suriye politikasının 8 yıl sonra dönüp dolaşıp vardığı noktaya bakın.
8 yıldır inatla sürdürülen yanlışların sonucunda Türkiye’nin geldiği yer yine Esad’ın yanı oldu.
Sekiz yıl boyunca iktidar, Esad’ı katil ilan ederek yıkılması için her türlü yolu denedi. Suriye’ye yönelik her türlü melaneti destekledi. Bilanço çok ağır.
Erdoğan sık sık ne diyordu?: (Son zamanlarda pek ağzına almasa da!)
"Kendi vatandaşını öldüren katille ne konuşacağız?"
Ve devam ediyordu, Esad’ı devirmeye odaklanmış politika ve uygulamalarına.
MİT ve diğer devlet kurumları eliyle her türlü cihatçı örgütü desteklemeye, gerektiğinde yenilerini kurmaya, onların her türlü ihtiyacını karşılamaya…
Savaşın yol açtığı tahribat burada saymakla bitmez. TC vatandaşlarının verdiği vergilerden oluşan ülke bütçesinden çetelere, cihatçı örgütlere, kime çalıştıkları belirsiz karanlık kişilere örtülü-örtüsüz akıtılan milyar dolarlar bir yana, Türkiye bu kanlı savaştan kaçan 3.5 milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapmak durumunda kaldı.
MÜLTECİLER 8 YIL ESAD’IN DEVRİLMESİNİ BEKLEDİ
Türkiye’yi yönetenler bu büyük göç trajedinin en önemli sorumlularından biri olduğunu unutup, şimdi mültecilere harcandığı iddia edilen milyar dolarlardan söz ediyor. Ne büyük fedakârlıklar yapıldığını anlatıyor.
Bu mülteciler insanlık dışı koşullarda 8 yıl boyunca ‘Katil Esad’ın yıkılmasını beklediler.
Ama Rusya ve İran’ın desteklediği Esad, AKP iktidarının beklentilerini boşa çıkararak yıkılmadı. ABD dahil Suriye’deki kirli ve kanlı savaşa bulaşan bütün devletler sonunda Esad’ın yıkılmayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar.
Hatta sorunun çözümü için tek adresin Şam yönetimi olduğunu ilan ettiler.
Bir tek Türkiye, Esad’ı devirerek cihatçı bir yönetim kurma ve Suriye’de bir statü oluşturma yolunda ilerleyen Kürtleri ezme amacından inatla vazgeçmedi.
Geçtiğimiz yıla kadar sahada cihatçı örgütlere para akıtan Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler bile bu desteklerini çekerek Şam yönetimi ile yeniden ilişki kurma yoluna yöneldiler.
Bazı Arap ülkeleri kapalı olan diplomatik temsilciliklerini açmaya başladılar. Birçoğunun da bu konuda hazırlık yaptıklarını öğreniyoruz.
Arap Birliği’nin Şam’ı yeniden üyeliğe davet edeceğine dair belirtiler var.
Türkiye, Kuzey Suriye’de Rusya’nın izniyle bazı yerleri işgal etmiş olsa bile tek başına kaldı. Özellikle İdlib’te yine Rusya’nın yönlendirmesi ile cihatçı örgütleri bölgeden çıkartmak gibi bir rolü üslenerek adeta ateşle oynamayı göze aldı ama bunu da başaramadı.
Şimdi rejim güçleri ile Rusya’nın, Türkiye’nin çözmediği (Ya da çözmek istemediği) duruma müdahale ederek cihatçı güçleri bir şekilde etkisiz hale getireceği bir süreç bekleniyor.
Kuşkusuz kanlı olması kaçınılmaz böyle bir süreçten yine en fazla zarar gören ülke Türkiye olacak.
DEVLETE GÖRE KÜRTLER TÜRKİYE’NİN BEKA SORUNU
Ülkeyi yöneten koalisyonu asıl ilgilendiren ve telaşlandıran, özellikle IŞİD karşısında kazanılan Kobani zaferinden sonra Kürtlerin önlenemez yükselişi oldu.
Kürtler, Kuzey Suriye’de yaşayan diğer halklar ve topluluklarla birlikte özgürleştirdikleri bölgelerde yeni bir yönetim ve yaşam modeli geliştirmeye başladılar.
Türkiye ise Kürtlerin kendilerini yönetecek bir model oluşturarak yeniden yapılandırılacak Suriye’de söz sahibi olmasını kesinlikle istemiyor. Bunu beka sorunu olarak görüyor.
Aslında Kürtlerin sınırların öte tarafında yaşaması dahi istenmiyor. Tam bir akıl tutulması söz konusu.
Bu amaçla iktidar, sınırlarının ötesinde Kürtlerden arındırılmış bir tampon bölge kurabilmek niyetiyle, bir yandan Rusya öte yandan ABD ile dans etmeye çalışıyor.
Trump’ın Kuzey Suriye’den çekilme kararı sonrasında Minbiç ve Fırat’ın doğusuna girme planları şimdilik suya düşmüş görünen Ankara’nın arayışları sürüyor.
Dış politika neredeyse sadece bu hastalıklı amaca odaklanmış gibi.
Ankara Suriye Kürtlerine yönelik bir operasyon yapabilmek için can atıyor. Bunun için yıllardır ABD’yi ikna etmeye çalışıyor.
Buna karşılık son zamanlarda ABD’nin kuzeyde bir tampon bölge oluşturma planı olduğu ileri sürülüyor. Ama bu planın Türkiye’nin düşündüğü bir tampon bölge olamayacağı da söyleniyor. Çünkü ABD yönetiminin önemli bir bölümü Kürtleri Türkiye’nin tasallutundan korumaya kararlı görünüyor.
Rusya’nın ise ne dediğini yukarıda anlatmıştık.
Putin, Kürtlere yönelik bir tampon bölgeye açıkça karşı çıkıyor. Şam yönetimini işaret ediyor.
Erdoğan da birkaç gün sonra tahmin edilen, hatta bilinen gerçeği açıkladı: "İstihbarat örgütleri görüşüyor" dedi ama böyle bir görüşmenin ancak onun izni ile gerçekleşeceğini de herkes biliyor.
Gelinen noktayı Almanca yayınlanan Der Spiegel dergisi son sayısında şu başlıkla ifade ediyor:
"Erdoğan, Kürtlere yönelik harekât karşılığında Esad’ı tanımaya hazır"
Spiegel, "Eğer Adana Mutabakatı yeniden uygulanırsa, Türkiye YPG'yi vurma imkânına sahip olur. Bunun karşılığında Türk hükümetinin Esad'ı Suriye'nin meşru lideri olarak tanımak durumunda kalacak. Görünen o ki, Erdoğan bu adımı atmaya giderek daha hazır hale geliyor" diye yazıyor.
Bu durum gerçekleşirse Türkiye, Suriye politikasında başa dönmüş olacak.
Tabii Şam yönetimi bu durumda ne yapar, Kürtler Şam yönetimiyle anlaşır mı, anlaşırsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar şimdiden bir şey söylemek zor.
Buna rağmen AKP iktidarının ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da Ahval’deki yazısında, "Türkiye’nin Suriye’de krizin başladığı 2011’nin hemen ardından Esad’ı gayrimeşru sayması yanlıştı. En başından bu kadar hesapsız, plansız hareket edilmeseydi dönüş daha kolay olacaktı" diyor.
8 (yazı ile sekiz) yıl sonra gelinen nokta bu.
Türkiye, daha doğrusu Erdoğan, bu duruma razı olmazdı ama konu memleketin bekası olunca akan sular duruyor…
Hele Kürtler söz konusu olunca, Putin’le de anlaşma yapılır, Esad’la da yeniden sarmaş dolaş da olunur. 8 yıl boyunca söylenen sözler de unutulur.
O zaman sormak gerekmez mi?
Madem 8 yıl sonra bu noktaya, Esad’a dönülecekti Yaşar Yakış’ın dediği gibi neden bu kadar hesapsız kitapsız davranıldı?
Bu süre içinde olup biten katliamların, yıkımların, kıyımların hesabını kim verecek?
Suriye halkının çektikleri bir yana, Türkiye’nin savaş nedeniyle kayıplarının, uğradığı zararın sorumlusu kim ya da kimler?
Bu işin bir sorumlusu olmayacak mı?
Sadece dönüp, "Biz bu işi niye yaptık?" deyip geçip gidecekler mi?