'Dünyada böyle yerler var dediğim yer benim gençliğimin ülkesi'

1993 yılından beri Berlin'de yaşayan politik ve eleştirel resimleri ile dikkat çeken ressam Timur Çelik: Alttakilerin, yalnızların, terkedilmişlerin, yerini yurdunu terk etmişlerin temsilcisiyim.

1960 yılında Türkiye'de doğan Timur Çelik, 1980-1984 yılları arasında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde resim eğitimi almış. 1987 ve 1988 Tekel Resim Yarışması’nda birincilik ve ikincilik ödülü alan Çelik, 1993'ten beri Berlin'de yaşıyor. Kariyeri boyunca birçok kişisel ve karma sergiye imza atan Çelik'in resmi politik bir resim. Figüratif bir resim diline sahip olduğunu belirten Çelik, “Alttakilerin, yalnızların, terkedilmişlerin, yerini yurdunu terk etmişlerin temsilcisiyim” sözleriyle anlatıyor resim anlayışını.

Çelik'in 2020 yılında yaptığı "Görgü Tanığı" serisindeki resimler, ‘Helikopter’ resmindeki (askerler tarafından helikopterden atılan 2 yurttaş) gibi, Türkiye’de gerçekleşen daha birçok olayı ve politik figürü yansıtıyor. Politik ve eleştirel resimleri ile dikkat çeken ressam Timur Çelik, ile resme başlama sürecini, politik çizgisinin resimlerine ve hayatına etkisini konuştuk.

-Boyama tarzınızın özel bir adı var mı?

Figüratif resmin dili bu. Daha çok forma ve gerçeğe bağlı kalarak onu yeniden yorumlamak ya da görüntüyü tamamen kopyalamak. Bu figüratif resmin a-b-c’si gibi. Benim resmimin dili (ben öyle tanımlıyorum) figüratif, ekspresif resim denilebilir.

-İçinde romantizm, gerçekçilik ve çevremdeki hayat var. Bir obje ya da bir görüntüden detay var.

Daha detaylandırırsak, yassı fırçalar ve domuz kılı fırçalar kullanıyorum yumuşak geçişler benim işim değil. Çünkü fırçanın da bir izi var resmin üzerinde. Agresyonu, sakinliği, çizgisi, lekesi var. Ben dokuları resim üzerinde seven biriyim. Kısacası benim resmimin dili figüratif gerçekçilik diyebiliriz. Ona birazda duygusal gerçekliği ekliyorum.

-Resim yapma sürecine nasıl başladınız? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Ben ilkokuldan beri resim yapıyordum. Üniversitede resim okumaya karar verdim. Okulu bitirdiğim gibi atölye açtım. Meslek olarak parmakla sayılabilecek bir kitle vardı. Üstelik ailem beni destekleyecek ekonomik şartlara sahip değildi ve buna rağmen mesleğe adım attım. Bir süre Maltepe’de resimler yaptım, orada küçük de olsa bir sanat çevremiz oldu. Yarışmalara katılıyordum. Gençken İstanbul’da resim ile yaşıyordum. Berlin’e geldikten sonra biraz bocaladım. Dil problemi yaşadım. Onun için zaman ayırmam gerekiyordu, bu yüzden 78yıl ara vermek zorunda kaldım. Ömrümün son dönemecinde mutlaka hakikat ile ilgili resimler boyamak istiyorum. Kendim ve dünyanın gerçeği ile ilgili.

“RESİMLERİMDEKİ POLİTİK MESAJLARI SANATI OKUYABİLENLER GÖREBİLİRDİ”

-Eserlerinize baktığımızda çoğunlukla politik simgeler görüyoruz. Bir noktada Türkiye’deki politik figürleri, olayları resmedip mesajlar veriyorsunuz. Sanattaki çizginiz hep politik miydi?

Sanattaki varoluşum, öğretim sürecinden bu yana direkt politik değildi ama her zaman resimlerimde politik bir mesaj vardı. Sanatı okuyabilen insanlar görebilirdi. Daha çok kendi dünyama ait, kendi hayatım ile ilgili duygusal bir vizör gibi çevremdeki insanları boyadım. Yarışmalarda politik mesajlar verme isteği olurdu. Ben daha çok sınıfsal bakıyorum. Alttakilerin, yalnızların, terkedilmişlerin, yerini yurdunu terk etmişlerin temsilcisiyim.

8 yıl ara verdim resim yapmaya, o ara vermenin açlığı ile daha cesur davrandım. 2014’te Türkiye gezim vardı. O zamanlar IŞİD Kobane’nin etrafını sarmıştı. Özellikle o coğrafya ile birlikte insanların acıları beni çok etkilemişti. Dünyada böyle yerler var dediğim yer benim gençliğimin ülkesi. Romantikleri ve gerçekçileri sevmek için sanki bir bahane olmuştu. Yangın yerini hissettiren manzara resmini politikleştirmek bir neden oldu benim için.

-Daha sonra Erdoğan’ın politikası daha da sertleşti. Rojava’da IŞİD’in saldırısı, Kürt illerini bombalamalar, gerginlik, çatışmalar…

2015’de televizyonda/internette Diyarbakır’ın, Cizre’nin bir savaş alanına dönmesini gördüm. Aklım durdu, bundan sonra hayat böyle gitmeyecek dedim. Hem Erdoğan resimleri yapıyordum hem de savaş ve çatışma alanındaki manzaraları boyuyordum.

“ERDOĞAN İLE İLGİLİ ELEŞTİREL BİR ŞEY YOK, ABSÜRT BİR ŞEY VAR”

-Erdoğan’ı, hükümeti, partiyi eleştiren bir yerde duruyorsunuz, muhalefet etmenin negatif etkileri var mı hayatınıza? Ya da satışlara?

Türkiye ile ilgilenmeye Gezi protestoları ile başladım. Şehrini, ağaçlarını koruyan bir gençlik geliyor ve bir kent devrimi olacak gibi hissettim. Erdoğan ile ilgili eleştirel bir şey yok, absürt bir şey var. Ülkenin başındaki bir insanın olur olmaz yerlerde hatıra fotoğrafı gibi fotoğraflar vermesi bana komik geliyordu. Erdoğan’ın gidip AKM’de (Atatürk Kültür Merkezi), Ayasofya’da, köprüde, yaptığı binanın önünde poz vermesi sanki bir kasaba müteahhitti gibi davranması hem acı hem komik.

AKP ve sanatçı arasındaki ilişkiyi sorsam? AKP’nin sanata bakışını nasıl anlatırsınız?

AKP ile sanat arasında bir ilişki yok. Onlar için figüratif resim zaten kabul edilmeyecek bir şey. Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un Kars’ta yaptığı “İnsanlık Anıtı” heykeline Erdoğan’ın “ucube” deme hakkı yok. Onun bir sanat eserine nasıl davrandığını gördük. Türkiye’deki heykellere saldırdılar, sanat mekanlarını basma gibi birçok şey yaşandı. AKP’nin sanata bakışı ideolojik, görmek bile istemiyor.

“HEM SANAT HEM DE BİR AŞK HİKAYESİ”

-Doğup büyüdüğünüz yerden ayrılmanın zorlukları oldu mu? Berlin’e yerleşmeye nasıl karar verdiniz?

Ben Berlin’e 1990 yılında geldim. Berlin bir yıkım şehri gibiydi. Doğulular ve Batılıların giyiniş tarzından bile iki farklı hayatın yan yana yaşadığına şahit oldum ve bu beni çok etkiledi. Geldiğimde alternatif çevreler daha güçlü ve örgütlüydü. Kuzey romantizmi benim hayatımda hep vardı. Oradaki ışık ya da ışıksızlık, objelerin iç içe geçmesi kentin gri havası beni hep etkiliyordu.

İkinci gelişim 1992 yılındaydı. Hemen hemen tüm kentleri dolaşmıştım. Berlin’e geldiğimde eşim ile tanıştım hem sanat hem de bir aşk hikayesi diyebiliriz. Berlin’deki sanat dili benim ruhuma çok uygun olduğu için bütün gemileri yakıp geldim. İstanbul’da bir piyasam vardı, sergiler açıyordum, resimler satıyordum ama mutlu değildim.

Berlin’de ilk yıllarım çok zor geçti. Ama ben yine de mücadele ederek kazanım elde edeceğimi biliyordum. 1993’te tamamen yerleştim buraya.

İstanbul’a gittiğimde her yer inşaat ve çukurdu. O dönemlerde inanılmaz cinayetler işlendi. Uğur Mumcu’yu, Eşref Bitlis’i öldürdüler. Turgut Özal şüpheli bir ölümle gitti. Sanki her şey Türkiye’den gitmeme bir işaretti. Sivas Madımak olayı olduktan sonra artık senin buradan gitme zamanın geldi dedim ve 4 Ağustos’ta ülkeyi terk ettim.

-Berlin’de son yıllarda yeni bir Türkiye diasporası oluşuyor, yeni gelenlerin sanat alanında etkisi ne?

Burada inanılmaz bir diaspora oluştu. Tahmin edemeyeceğim insanların Berlin’e yerleşmesine şahit oldum. En burjuva en elit kesimden gençler, akademisyenler, doktorlar, politikacılar özellikle sanat ortamından birçok insan geldi. Sanatçılar burada inisiyatifler oluşturdular, galeriler açtılar.


Alin Ozinian: Türkiye-Ermenistan İş Geliştirme Konseyi Basın Sözcüsü, International Alert Kafkas Bölgesi Koordinatörü, Civilitas Vakfı Türkiye Bölümü Genel Sorumlusu olarak çalıştı. Merkezi Washington DC’de bulunan Amerikan Ermeni Asamblesi’nin Doğu ve Kafkas Uzmanı olarak çalışmalarına devam etti. Siyaset Bilimleri Fakültesi’nde doktora çalışmasını sürdüren Ozinian, uzun yıllar Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Türkiye-Ermeni halkları uzlaşması başta olmak üzere farklı projelerde görev aldı, bölge ile ilgili bir çok rapora imza attı. “Türkiye’deki Kaçak Çalışan Ermenistanlı Kadınlar” çalışması AB’nin “Göçmen Çalışmaları” ödülüne layık görüldü. 2021 yılından bu yana GercekNew Genel Yayın Yönetmeni ve Artı TV Program Koordinatörü olarak çalışmaktadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alin Ozinian Arşivi