durma durdukça sıra sana gelecek
görünen o ki, selahattin demirtaş, neşesini, cesaretini, iyimserliğini ve mizahını hapishanede de kaybetmemiş.
ama kağıt ama dijital herhangi bir mecrayı "gazete" haline getiren şey haberler ve röportajlar bence ve artı gerçek bu hafta iki çok önemli röportajı ağırladı. bunlardan bir tanesi dilek gül’ün selvi kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşme, diğeri de fehim ışık’ın selahattin demirtaş röportajı.
görünen o ki, selahattin demirtaş, neşesini, cesaretini, iyimserliğini ve mizahını hapishanede de kaybetmemiş. partisine oy vermeyen kesimlerin bile sempatisini kazanması, dürüst imgesi ve yine geniş kitlelerde yarattığı, siyasete yeni bir nefes getireceği beklentisiyle bana hep 1970’lerin "karaoğlan"ı bülent ecevit’i hatırlatıyordu demirtaş. ama başta hapisliği olmak üzere pek çok sebeple bugün adeta eli kolu bağlı.
kemal kılıçdaroğlu ise, adalet’i adalet ve kalkınma partisi’nin elinden alan, tabanının ve seçmeninin hayatiyetine karşılık veren yürüyüşüyle bence aynı role, belki de siyasete girdiğinden beri ilk kez bu kadar kuvvetle talip. acaba darbeler zincirinden çıkışı sağlayamasa bile simgeleyecek figür o olabilir mi?
bilirsiniz, türk sağı intikamcıdır; süleyman demirel ve adalet partililer 27 mayıs’ta idam edilen adnan menderes, fatin rüştü zorlu ve hasan polatkan’a karşılık deniz geçmiş, hüseyin inan ve yusuf aslan’ın idam edilmesini "üçe üç" diyerek istemişti. (gerçi aynı demirel’in kendisinin resmedildiği karikatürleri, alaya alındığı yazıları hoşgörüyle karşıladığını da hatırlatayım, bir kıyas yapmak gerekirse.) ecevit, aynı adlı kitabında da anlattığı, "ortanın solu" adını verdiği siyasetle chp’yi daha solda bir çizgiye oturtmayı vaat etmişti. chp genel başkanlığını, idamları engellemek için günlerce mecliste kalan, cumhuriyet’in ikinci adamı ismet inönü’nün elinden aldı. (ki kendisi de idamlara karşı çıkmıştı.) şunu da hatırlamakta yarar var; ne inönü ne de ecevit idam edilen thko’lularla benzer görüşleri paylaşıyordu. ama, sanırım terörist lafı henüz icat edilmediği için "şehir şakisi" diye anılan o gençleri korumayı becerebilmişlerdi.
kılıçdaroğlu ise, aynı meclis’te görev yaptığı hdp’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına itiraz edemedi, karşı çıkamadı. sıla’nın uzak durabildiği yenikapı’dan kaçınmayı başaramaması gibi; önümüzdeki günlerde benzer etkinliklerden yine kaçınmayacağı anlaşılıyor. o yüzden, selvi kılıçdaroğlu’nun eşinin ve partisinin dokunulmazlıklarla ilgili tutumunu eleştirmesi, anadilinin zazaca olduğunu söylemesi, nuriye ve semih’i anması, anaakım siyasette alışık olduğumuz "ben bilmem beyim bilir" çizgisini reddeden tutumu kadar anlamlı. ve kemal kılıçdaroğlu’nun "milletvekilleri serbest bırakılsın" talebiyle bir araya geldiğinde, chp açısından bir söylem değişikliğine işaret ediyor. bu sadece söylemde mi kalır, bir tutum değişikliğine de evrilir mi? bu konuda iyimser değilim ama chp kurmaylarının şunun farkında olduğunu tahmin ediyorum; kılıçdaroğlu’nun bugünkü profilinin iki ay öncesinden bu kadar farklı olması bu değişimle, bu adımla mümkün oldu. bundan sonra ne yapacağı kendisinin ve partililerin tercihidir tabii ama şunu da hatırlamak gerek; yakın tarihimizde birden fazla bülent ecevit var. siyasi mahkumların genel af kapsamına alınması, "toprak işleyenin, su kullananın" sloganı ve kitlesel taksim mitingiyle 12 mart’tan çıkışı simgeleyen bülent ecevit; 1999 yılında cia’nın öcalan’ı armağan ettiği bülent ecevit, 19 aralık 2000’de gerçekleşen ve ikisi asker 32 kişinin öldüğü (daha sonra o iki askerin de jandarma kurşunuyla öldüğü kanıtlandı) operasyona "hayata dönüş" adını verecek kadar "şair" olan bülent ecevit. ve tabii ki 12 eylül darbesi sonrasında, diğer liderlerle birlikte parlamenterliği feshedilip alıkonulan ecevit. tarih tabii ki tekerrürden ibaret değil ama trajedilerden de komedilerden de kaçınmak için tarihten öğrenilecek çok şey var, değil mi?